Abone Ol

8 adımda Ahmet Hakan tipi yazı yazma kılavuzu

Journo yazarı Sercan Sarıkaya, Ahmet Hakan'ın yazılarıyla dalga geçti. 8 adımda Ahmet Hakan tipi yazı yazma kılavuzu adlı yazısında: 'Sürekli tarafsızmış ve hatta güçsüzden yanaymış gibi yapacaksınız asıl safınız belli olmasın' dedi.

8 adımda Ahmet Hakan tipi yazı yazma kılavuzu

İşte o yazı:

İki tarafı olan güncel bir konu seçin.
Meyve ve sebzeyi pazardan mı almalıyız yoksa süpermarketten mi?

Yazıya başlamadan önce aklınızdan çıkarmamanız gereken çok önemli bir nokta var; siz aslında güçlüden yanasınız (şu durumda süpermarketten). İşin ince kısmı burası zaten. Sürekli tarafsızmış ve hatta güçsüzden yanaymış gibi yapacaksınız asıl safınız belli olmasın diye. Bunu yaparken geçmişe dönük referansları sıklıkla kullanacaksınız. Nostaljiye ve yaşanmışlıklara atıf da çok önemli.
Pazarcılar ve süpermarketler arasında adı konulmamış bir savaş var bu ara.

(Uzun paragraflarla göz yormamak için sık sık enter tuşuna basıp cümleleri ayırın)

Beni bilen bilir. Her zaman oyumu pazardan yana kullanmışımdır.

(“ama” demeden önce pazarı ve pazarcıları övebildiğiniz kadar övün)

Annemin peşine takılıp gittiğim semt pazarlarının tadını hiçbir yerde bulamadım.

Pazardaki taze meyve-sebze kokusu üç sokak öteden alınırdı.

(örnekler anılara ne kadar dokunursa o kadar iyi)

Pazardan alınan biberle yapılan kızartma benim için dünyanın en güzel yemeğiydi. (sıra geldi “ama”ya, ufaktan pazarı ve pazarcıyı yermeye başlıyoruz)

Ama şimdi ne o pazarlar kaldı ne de pazarcılar.

Kıyaslamalar çok önemli. Yine pazardan yanayız ama över gibi yaparak yeriyoruz.
O zamanlar, kese kağıdının içine bir tane çürük domates karışsa; o pazarcı utancından bir daha o pazara gelemezdi. Şimdiyse poşetin içinde sağlam domates ara ki bulasın.

Yazının içinde sıklıkla soru sorun. Sorular felsefenin özüdür, o yüzden filozof gibi görünürsünüz. Burada önemli nokta; soruları da pazarı yermek için kullanmak.
Ne oldu da pazarcılar bu hale geldi?

Domatesi seçmemize izin vermeyince elinize ne geçiyor?

Süpermarketlerin bu yükselişinde pazarcıların hiç mi payı yok?

Kaliteli ve ucuz sebze istemek suç mu?

Buraya kadar her şey çok güzel. Ancak bir balans ayarı gerekiyor. Bir kelime seçin, her cümleye başlarken onu kullanın. Bu cümlelere biraz özeleştiri biraz da süpermarket eleştirisi serpiştirin. Sakın kantarın topuzunu kaçırmayın! Kantarın topuzunu sadece pazarcıları eleştirirken kaçırabilirsiniz.
EVET.

Pazarcılar, süpermarketlere yem olmamalı.

EVET.

Bu konuda üstümüze düşeni yapmadık.

EVET.

Süpermarketlerin agresif fiyat politikalarıyla baş etmek kolay değil.

EVET.

Semt pazarları şehir kültürümüzün olmazsa olmazı.

(Yine balans vakti geldi. Az da olsa muktedire dokundurduğunuz için yine güçsüze sallamak gerek)

ANCAK.

Bütün bu saydıklarıma rağmen, pazarcıların çürük mal satması kabul edilemez. Doğruya doğru.

Tarafsızlığınızı kutsayacak kıyaslamalı cümlelerle konuyu bağlayın.
EĞER,

Çürük malı satan süpermarket olsaydı…

EĞER,

Meyveyi sebzeyi seçtirmeyen süpermarket olsaydı…

EĞER,

Pahalıya satan süpermarket olsaydı…

Süpermarketlerin önüne ilk başta ben dikilirdim.

Pazarcılara fazla yüklendiğiniz düşünülmesin diye üçüncü bir tarafı işin içine katıp onlara da sallayın biraz.
Tabii burada halcileri, kabzımalları da unutmamak gerek.

Çiftçiden ucuza aldıkları ürünleri fahiş fiyatlarla pazarcılara satarak büyük karlar elde ediyorlar.

Ve pazarcılara nasihat tadında bir salvoyla yazıyı bitiriyoruz.
Pazarların bu halde olmasının en büyük sorumlusu yine pazarcılardır. İşlerine sahip çıkmayarak, bir kültür mirasını bitme noktasına getirdiler.

Journo /  Sercan Sarıkaya