Tam bir işkadını olarak günlerini geçiren Altuğ ile annelik, evlilik ve işi üzerine sohbet ettik. 23 yıldır göz önünde olan Altuğ, "Küçük yaşta anne ve babamı kaybettiğim için durmaksızın çalışmak alışkanlığım oldu" diyor Oyuncu, sunucu ve son dönemde adından sıkça söz ettiren bir tasarımcıPınar Altuğ... Bir koltukta birkaç karpuz taşıyan isimlerden... 17 yaşında model olarak tanınmaya başladığı günden itibaren soluksuz çalışıyor. Tüm bu yıllar boyunca gözümüzün önünde büyüdü, evlendi, anne oldu ve şimdi de bir işkadını. Çok genç yaşta önce babasını ardından annesini kaybeden Altuğ'un, aslında tek dayanağı kendisi. O tek başına dimdik ayakta durmayı beceren kadınlardan! Belki de bu yüzden, hayatının odağında önce kızı, sonra eşi ardından işi var... Altuğ'un tek amacı; kızının geleceğini sağlama almak. Pınar Altuğ'la annelik, evlilik ve annesinin adını verdiği Selma koleksiyonunu Sabah'tan Sonat Bahar'a anlattı. İşte o özel röportaj:
- 23 senedir hayatımızdasınız ve hep çalışıyorsunuz. Sizinle ilgili izlenimim şu; kendi ayakları üstünde duran bir kadın, işinde gücünde ve her daim çalışıyor.
- Doğru. 17 yaşımda çalışmaya başladım. Çalışmaya başladığım ilk günden beri durmaksızın çalışıyorum. Boş duranı Allah sevmezmiş zaten. Bazen, "Bugün izin yapacağım, evde oturacağım" diyorum. O gün bile evin altını üstüne getiriyorum
LİSE BİRDE OKURKEN ORTADA KALDIM
- "Evde ayaklarımı uzatıp keyif yapayım" diyemiyorsunuz yani...
- Bir tek şey yaptığımda çok sıkılıyorum. Aynı anda birkaç şey yapmam lazım. Evde televizyon izlerken, bir yandan ya bilgisayarım açık olur ya müşteri teklifi hazırlarım, ya örgü örerim, ya oyun oynarım. Duramıyorum. - Aile geleneği mi bu duramama hali? - Anne babamı çok hatırlamıyorum. 17 yaşımdaydım babamı kaybettiğimde. Babam da çok oturduğu yerde oturan ve yayılan bir adam değildi. Annem de değildi. Tezcanlılık aileden geliyor olabilir.
- Babanızı erken kaybetmenin verdiği bir sorumluluk hissine de sahipsiniz galiba...
- Aslında çalışmaya başlama hikâyem babamın ölümüne dayanıyor. 17 yaşımda babamı kaybettiğimde Saint Benoit Lisesi'nde birinci sınıftaydım... Sömestr tatilindeydik. Okulun bitmesine iki yıl vardı ve paralı okuyordum. Para lazım ama yok! Annem ve babam küçük yaşta boşanmıştı ve maddi ihtiyaçlarımı babam karşılıyordu. Babamı kaybettiğim zaman param pulum olmadan ortada kaldım. Annem bir işyerinde çalışıyor ancak evimizin ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Kazandığı faturalara gidiyordu. Okul parasını ödeyecek durumda değildi. Annem, babam vefat edince dedi ki; "Seni bugüne kadar getirdik Saint Benoit'da ama bu noktadan sonra devlet okuluna gitmen gerekiyor"
- Üzülmüşsünüzdür, okul değiştirmek o yaşta zor olmalı?
- Evet. Altı sene orada okumuştum. Arkadaşlarım orada, son iki senem kalmış... Çok günah olacaktı. İleriki hayatımda bir imza aslında Saint Benoit mezunu olmak. Bir çözüm bulmam gerekti.
NEŞE ERBERK BENİ KEŞFETTİ
- Ne yaptınız?
- Annem bir tekstil firmasında çalışıyordu. Babamı kaybetmeden kısa bir süre önce annemin çalıştığı firmanın defilesi vardı ve defileyi Neşe Erberk yapıyordu. Ben de annemin firmasının defilesine giyinip süslenip, gittim. Neşe ile tanıştığım o günü hiç unutmam, ne giydiğim bile aklımda. Daha 17 yaşımdayım... Uzun boyluyum, dikkat çeken bir kızım. Neşe ile tanışınca, "Modellik yapmayı düşünür müsün?" dedi... Babam ortadan ikiye böler, ne modelliği... Teklif hemen reddedildi. Çünkü rahmetli kıskançtı, eşin dostun evine giderken güzel bir şey giyinmeye kalksam, "Sen bunu çıkar evde giyersin" derdi.
- Babanız vefat edip, çıkar yol kalmayınca mı Neşe Erberk'in kapısını çaldınız?
- Aynen. Bir yandan okuyorum, tüm gün çalışacağım bir iş olamazdı. Annemle konuştum ve Neşe'nin teklifini değerlendirdik. Tüm görüşmelere annemle gidiyordum, her yerde yanımda annem, tam bir ana kuzusu olarak piyasaya girdim. Sonra beni güzellik yarışmasına sokmak istedi Neşe Erberk. Lise bitsin öyle diye reddettim. İlk paramı bir reklamfilminden kazandım. Ve annemi yemeğe götürdüm ilk paramla. Velhasılı o zamanlar çalışmaya başladım ve hâlâ çalışıyorum.
TEK DERDİM; BANA BİR ŞEY OLURSA KIZIM ORTADA KALMASIN
- Anne olmak ne kattı size?
- Çok değiştirdi beni. Bir kere her dakika korkarak ve panik halinde yaşıyorum. "Ya bana bir şey olursa kızım ne olur?" korkusuyla yaşıyorum. Benim de eşimin de hayatımızın merkezi kızımız. Birbirimizi çok seviyoruz ama Su birinci sırada, herkesten önde geliyor. Dolayısıyla ona bir şeyler yapmak, ona bir şeyler bırakmak derdindeyiz. Bana bir şey olduğunda, babam öldüğünde benim ortada kaldığım gibi kalmasını istemiyorum. Hem maddi, hem manevi güç vermek için tüm uğraşımız.
- Nasıl bir çocuk yetiştirme tarzınız var?
- Kendi başına ayakları üstünde duran bir kız çocuğu olmasını istiyoruz. Kendi kararlarını verebilen, verdiği karar doğru ya da yanlış o kararın arkasında durabilen ve o kararın sonuçlarına katlanabilen bir çocuk yetiştirmeye çalışıyoruz. Çünkü yaşadığınız her şey sizindir. Önemli olan yaptığınız yanlışların size bir şey katmasıdır. İnsanız ve hiçbirimiz dört dörtlük değiliz. Hatalar yapıyoruz ve o hataların geri dönüşümüne katlanmak gerekiyor.
- Nasıl bir annesiniz?
- Çok sert ve otoriter bir anneyim. Kızım çok eğlenceli olduğumu düşünüyor ama çok kuralları olan, asla çocuğuyla arkadaş olan bir anne değilim. Ben anneyim, arkadaşı değil.
- Nasıl bir düzeniniz var, ne noktaya kadar siz ilgileniyorsunuz kızınızla?
- Her şeyiyle ben ilgileniyorum. Tabii ki bir yardımcım var. Ama okul çıkışında sette değilsem, Su'yu ben alıyorum ve yatana kadar beraberiz. Ödevini tek başına yapar, okulumuzun kuralı bu. Yardım isterse bana sorabilir. Birlikte oyun oynarız, aktivite yaparız, yemek yaparız, el işi ile aramız çok iyi...
- Yeni dönem annelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Ben kimseyi eleştirmemek gerektiğini düşünüyorum. Her çocuk kendi kullanım kılavuzuyla doğuyor ve siz ne kadar kural koyarsanız koyun, ne kadar destek alırsanız alın, her çocuk kendi kitabını yazıyor. Bir çocuğa uygulanan sistem, başka çocukta işe yaramıyor. İpleri en başından çok sıkı tuttum. Ortalıkta arkasından çatalla dolanan annelerden olmadım, bunu da ona öğrettim, o da uygular.
- Su'yu neredeyse teknede büyüttünüz. O da epey zor olmalı...
- Su'ya hamileyken, Bodrum'da evimiz vardı. Altı yaşından bir buçuk yaşına kadar evde büyüdü. Sabah erkenden kalkıp deniz kenarına giderdik. Tüm yazı aynı plajda geçirdik. Sabah onda denize girer, öğlen uykusunu plajda minderin üstünde uyurdu. Su bir buçuk yaşındayken yedi metrelik küçük bir sürat motoru aldık. O tekne üzerinde koca bir yaz geçirdik. Sabahtan içeceklerimizi ve yiyeceklerimizi buz kutusuna koyar çıkardık. Su her şeyi orada yapardı. Öyle büyüdü. İki buçuk yaşında tekne hayatına geçtik, kuralları koyduk. O da tekne kurallarına kolayca uyum sağladı. Kuralları ihlal ettiğinde içinden yaratık çıkmış bir anne ile karşılaşıyordu çünkü...
HERKESİN KUSURU VAR KİMSE DÖRT DÖRTLÜK DEĞİL
- Yedi yıldır evlisiniz. Nedir bu kadar yıl mutlu kalmanın sırrı?
- Dokuz senedir birlikteyiz. İstikrarın sırrı; geçinmeye gönüllü olmak. Yoksa herkesin kusuru var. Hiçbirimiz dört dörtlük değiliz. Geçinmeye gönlünüz varsa geçinirsiniz. Yoksa yoktur, ayrılırsınız. Yoksa hayatımda her şey yemyeşil, pespembe diye bir durum yok. Böyle bir hayat yok. Kimbilir ben kocama ne azaplar çektiriyorumdur, Zaman zaman o da beni üzüyor, kırıyor. Hiç sorunsuz bir hayat var mı? Mümkün değil. Kocam bana "Benim senle geçinmeye gönlüm var karıcım" der. Hakikaten öyledir.
- İlişkinin olgun tarafı kim?
- Hiç öyle bir şey yok. Ben daha fevriyimdir, Yağmur sinir bozacak kadar sakindir. Yağmur'la kavga edemezsiniz, susar çünkü. Çünkü bilir ki, kavga sırasında söylediği şey ortamı daha da alevlendirecek. Ama ben de tezcanlı bir tipim... Ama bir şekilde hallediyoruz
. - Eşiniz oyunculuğu bıraktı mı?
- Çok iyi bir teklif gelse oyunculuk yapar diye düşünüyorum. Ama onu ofisinden ayırmak için çok heyecanlandıracak bir proje olması lazım. Onun dışında ticaret yapıyor. Bizim dünyamızın çok dışında bir iş. Gece yarılarına kadar bilgisayar başında çalışıyor. Kocamı benden çalan bir işi var. Bir tarafta çıkardığım koleksiyonum var Selma, onu büyütüyorum. O kendi şirketini büyütüyor. Aynı ofisteyiz. Ama tüm gün iş için iletişim içinde olup, gece olunca evde "Aaa kocam, aaa karım" diye karı-koca olarak da birbirimizi gördüğümüz oluyor.
- Kızınızla ilgili nasıl planlar kuruyorsunuz?
- Çok mutlu olmasını istiyorum. Sağlığının yerinde olmasını istiyorum. Başarılı olmasını istiyorum ama bunlar sadece benim isteklerim. Ona bir hayat çizmek doğru değil, kendi istediği şeyi yapabilse çok mutlu olurum. Yol gösterilmeye ihtiyacı olunca elbette anne ve babası olarak yanındayız. Ama ne yapmak istiyorsa onu yapacak. Biz üstümüze düşen görevleri yerine getirmeye hazırız. İlerde bizim mesleğimizden mi etkilenir, kendi dünyasını mı yaratır bilemiyorum. İkimizin de şirket kurmaktaki amacı Su. Çünkü biz yokken de yürüyebilecek bir iş olsun ve devamlılığı olsun niyetindeyiz. Oyunculuk, sunuculuk ben olmazsam olmayacak işler. Kızım bunu yürütemez. Yarın öbür gün bizsiz yürüyebilecek bir şey olsun, kızımıza bir şey kalsın istiyoruz. Ama oyunculuğa yatkınlığı olduğunu düşünüyorum. Göreceğiz.
- Oyunculuk, sunuculuk geri planda mı kaldı sizin için?
- Hayır o da devam ediyor. Önümüzdeki sezon bir sunuculuk olacak büyük ihtimalle. Televizyon kendimi çok iyi hissettiğim bir yer, özellikle program yapmak... Oyunculuk ikinci planda ama özellikle sunuculuk önemli ve iyi bir sunucu olduğumu düşünüyorum. O bitmeyecek ve başka bir aşk.
ÜRÜNLERİMİN EN ÖNEMLİ İLHAM KAYNAĞI ANNEM
- Televizyonda olmadığınız zamanlarda da boş durmuyorsunuz. Adınızı taşıyan koleksiyonlar ortaya çıkardınız...
- Çalışmadığım dönemde By Pınar Altuğ ortaya çıktı. İlk tekstille başladık. Dört sene önce başladım. Tekneyi aldığımız sene içini yapmak istedim. Herkes koleksiyonlar hazırlamış, bakıyorum ama içime sinmiyor. İstediğim şeyi bulamadım. Bir arkadaşım vasıtasıyla bir tekstilciyle tanıştım ve ona tarif ettim kafamdaki şeyleri. Onlar hazırladılar. Kumaşlar bulundu, nakışlar seçildi. İki ay uğraştık ve teknenin tekstil işlerini hallettik. Görmemişin teknesi olmuş herkesi davet ediyorum, görenler, nevresimlere, pikelere, masa örtülerine bayılıyor. "Bize de yapsana" diyenler oldu. İş arıyorum zaten kendime. Bu işe soyunurum dedim. Kocama "Ne diyorsun?" dedim. "Hadi" diyerek yola çıktık. Tüm teknenin içini hazırladığım arkadaşımla bu işe başladık.
- Adınızı markalaştırma kararını o noktada mı verdiniz?
- Evet. Ayakkabıya merakım var. Yıllarca bir ayakkabı firmam vardı, onlarla çalışırdım ve istediğim ayakkabıları çizer, onlara yaptırırdım. Sürekli başlarına bela açardım, uğraştırırdım. Sonra çok beğenirlerdi koleksiyonlarına eklerlerdi. Şimdilerde çok moda olup, hatta modası geçmek üzere olan mantar dolgu topukları Türkiye'de kimsede yokken ben giyerdim. Çünkü benim fikrimdi. Gören soruyordu. Bu kadar sevdiğim bir şey olunca, By Pınar Altuğ ayakkabı ve çanta koleksiyonu ortaya çıktı. Koleksiyon çıktı, satıldı, bitti. O arada bir tesadüf bir mücevher firması beni marka yüzü yapmak istedi. Ama ben koleksiyona burnumu sokmadan yapamadım. Modelleri değiştirmek istedim, başlı başına bir koleksiyon ortaya çıktı. İş büyüdü. Marka bu büyük şeyin altına giremedi. Ama ben o takıları yapmış oldum. Ve günlük hayatımda kullanıyorum. Gören beğeniyor. Lidyana ile görüştük ve By Pınar Altuğ olarak takı koleksiyonu ortaya çıktı. Selma koyduk adını...
- Annenizin ismi Selma...
- Evet koleksiyona onun ismini vermek istedim. Bana mücevheri sevdiren kişi annem. Onların gençliğinde imitasyon bijuteri yoktu, herkes altın ve pırlanta takardı. Kadınlar mutfak harçlıklarından artırdıklarıyla altın alabiliyorlardı. Annem mücevhere meraklı bir kadındı ve babam da anneme mücevher alırdı. Ve hep özel yaptırırmış babam. Küçük çok pahalı olmayan takıları vardı annemin. Onun mücevherleriyle oynayarak büyüdüm. Annem hep "Bu imitasyonlara para vereceğine küçük de olsa kendine altın bir şeyler al, kenarda dursun" derdi. Doğru aslında. Onun sözünü dinledim ve yaptırmaya başladım. Her yeni sözleşme imzaladığımda kendime bir mücevher hediye aldım. Takılarımın hepsinin anısı var bende.