1 Kasım’daki genel seçimde ‘kendisinin bile beklemediği’ bir başarı elde AKP’nin Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, seçimin ertesi gününden başlayarak dünyanın çeşitli ülkelerinden ve liderlerden gelen tebrikleri de kabul ediyor. Ancak seçimin üzerinden 1 hafta geçmesine rağmen ABD yönetiminin Davutoğlu’nu tebrik etmemesi dikkat çekiyor.
Hürriyet gazetesi Washington Temsilcisi Tolga Tanış da bugünkü yazısında bu konuya değiniyor. Washington yönetiminin seçimden sonra yaptığı ve “Türk halkını seçimlere katılımı nedeniyle kutlayan ama bir yandan da derin endişe belirten” açıklamasını hatırlatan Tanış, bu açıklamanın, “önceye kıyasla Amerikan Yönetimi’nin Türkiye’deki seçimleri ele alış şekline hiç benzemeyen, çok çarpıcı yanlar” içerdiğini belirtiyor: “Birincisi, şimdiye kadar Amerikan Yönetimi’nden hiç kimse seçimin galibi Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu arayıp tebrik etmedi.”
Amerikan yönetimindeki kaynaklarının, konuyla ilgili sorularına, “tebrik etmek için resmi sonuçları bekliyoruz”karşılığı verdiğini söyleyen Tanış, bunun geçmişteki uygulamalarla tutarlı olmadığını belirterek, 2011 seçimlerinden iki gün sonra Obama’nın Erdoğan’ı aradığını ve Beyaz Saray’ın bunu 14 Haziran günü bir bildiriyle duyurduğunu hatırlatıyor.
Tanış’a göre bu tutumun “Türkiye’ye yönelik açık bir diplomatik mesaj olduğuna kuşku yok”.
Tolga Tanış’ın “Washington seçimi nasıl gördü” başlıklı yazısı şöyle:
Eğer 7 Haziran seçimlerindeki gibi bir sonuç çıksaydı... Parlamentoda yine bir koalisyon hükümeti aritmetiği olsaydı... Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, büyük ihtimalle aralık başında Washington'a geliyordu.
Davet, kentin düşünce kuruluşlarından Ortadoğu Enstitüsü’nden (MEI) geldi.
16 Ekim’de gitti Gül’e resmi mektup.
Ve Gül öyle hazırlandı ki...
3 Aralık’taki toplantıya çağrılacak Amerikalılar için bile detaylar ele alındı.
Ancak ne zaman 1 Kasım’da sandıklar açıldı...
İki gün sonra, 3 Kasım’da Gül MEI’ye cevabını yolladı: “Katılmayacağım.”
*
Bundan ne çıkarmak lazım, emin olamayız.
Abdullah Gül, Washington’da yapacağı o konuşmada aktif siyasete dönüşünü mü açıklayacaktı...
Yoksa AKP’nin 7 Haziran’dan sonra izlediği siyaseti tekrarlamaması ve bu sefer bir koalisyon kurması için, “Dönerim” tehdidiyle bir baskı mı kuracaktı...
Bunların hepsi artık bir varsayım olarak kalacak.
Ancak bildiğim, eğer kendini anketçilerden saklayan, 7 Haziran’da AKP’ye oy vermeyip bu sefer veren o 5 milyon kişi olmasaydı ve Gül Washington’a gelseydi...
Ön sıralar Erdoğan yönetiminden şikâyetçi, kentin Amerikalı ağır toplarıyla dolacaktı.
Ve Gül’ün konuşmasında salon tıklım tıklım olacaktı.
*
Peki Washington yönetiminin seçimden sonra yaptığı, Türk halkını seçimlere katılımı nedeniyle kutlayan ama bir yandan da derin endişe belirten açıklaması...
Basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar nedeniyle Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı AGİT’in pazartesi günü seçimlere ilişkin yayınladığı olumsuz bulgulara atıf...
Bunun sebebi de Gül’ü bekleyenlerin yaşadığı hayal kırıklığı mı?
Hayır.
Washington’da birtakım siyasi projelere kafa yoranları aşan, çok daha önemli bir çıkıştı bu.
Ve bu yüzden de önceye kıyasla Amerikan Yönetimi’nin Türkiye’deki seçimleri ele alış şekline hiç benzemeyen, çok çarpıcı yanlar içeriyordu.
*
Birincisi, şimdiye kadar Amerikan Yönetimi’nden hiç kimse seçimin galibi Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu arayıp tebrik etmedi.
12 Haziran 2011 seçimleri olunca Başkan Obama hemen iki gün sonra Erdoğan’a telefon etmişti mesela.
Ve Beyaz Saray 14 Haziran günü bunu bir bildiriyle duyurmuştu.
“Tarihi bir zafer” diyorlardı 2011 bildirisinde.
AKP 2011’le aynı oy oranına ulaştı.
Ama şimdi çıt çıkmıyor.
Sordum.
Tebrik telefonu için resmi sonuçların yayınlanmasını beklediklerini söylüyorlar.
Ancak bu durum geçmişteki uygulamalarla tutarlı değil ve bunun Türkiye’ye yönelik açık bir diplomatik mesaj olduğuna kuşku yok.
*
İkincisi, diyelim Türkiye’de şu anda anayasal bir belirsizlik var ve Ahmet Davutoğlu başbakan olsa bile artık icra yetkisi fiilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da.
Obama da o yüzden Davutoğlu’yla temastan kaçınıyor.
Ancak yine benzeri görülmemiş biçimde, Amerikan Yönetimi’nin seçime ilişkin yaptığı açıklamada zehir zemberek ifadeler vardı.
“Hükümete karşı eleştirel olan medya organları ve gazetecilerin, politik muhalefeti zayıflatmak için hesaplı biçimde yapılmış gözüken, seçim kampanyası sırasında baskı ve yıldırmaya maruz kalmalarından derinden endişeliyiz” dediler.
1 Kasım’da Azerbaycan’da da parlamento seçimleri yapıldı.
Ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın, seçimler sırasında ülkeye AGİT gözlemcilerini sokmayan Bakü Hükümeti’ne yönelik aynı gün yayınladığı sert bildiriyle karşılaştırınca, Türkiye Azerbaycan’dan sadece biraz daha iyiydi.
Ayrıca açıklamada AGİT’in Türkiye’deki seçimlere ilişkin ön raporunda basına getirilen kısıtlamalar nedeniyle eleştirel ifadeler kullanmasına yaptığı gönderme de, Washington’ın, Türkiye’yi artık seçimleri sorunlu diğer ülkeler gibi AGİT’in radarından takip edeceğinin göstergesi oldu.
Nitekim ABD Dışişleri Sözcüsü John Kirby de, Türkiye’deki seçimlerin âdil olup olmadığı sorulduğunda cuma günü topu AGİT’in yayınlayacağı rapora attı.
Raporun sonucuna göre AGİT’in bundan böyle Türkiye’deki seçimleri, sorunlu ülkelere giden kendi bünyesindeki Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi (ODIHR) aracılığıyla takibe alması işten bile değil.
*
Sonuçta Türkiye’deki bazı politik hesapların ötesinde...
O mu gelsin bu mu gitsin gibi tartışmaların dışında...
Washington’ın Türkiye’deki seçimlere yaklaşımı işin asıl hayati boyutuna vurgu yapıyordu.
Şimdi G-20 ziyareti öncesi istisnai bir dönemdeyiz.
Erdoğan ve Obama’nın Antalya’daki zirve sırasında yapacakları toplantıdan önce eylül boyunca IŞİD’e karşı harekete geçmeyen Türkiye’nin IŞİD hedeflerine saldırılar düzenlediği, havadan yolladığı bombalarla 20 IŞİD’liyi öldürdüğü, kritik toplantıdan evvel içeride IŞİD hücrelerine baskınlar gerçekleştirdiği bir haftadayız.
İki ülke arasındaki işbirliği, bir ölçüde şüphesiz devam da edecektir.
Ancak başta ABD’nin AGİT nezdindeki büyükelçisi, Amerikan Yönetimi’nin son dönem çıkardığı en parlak isimlerden Daniel Baer’in çabalarıyla gerçekleşen seçim sonrasına ilişkin bu çıkış, Türkiye’nin önündeki en acil meseleye işaret ediyordu.
Türkiye’de özgürlüklerin nasıl şekilleneceğine...
Türkiye’nin AGİT gibi uluslararası örgütlere karşı da sorumlu olduğu demokrasi taahhütlerine ne ölçüde bağlı kalacağına vurgu yapıyordu.
Mesele sadece sandık değil.
Sandığın nasıl bir ortamda kurulduğu.
Ve Türkiye’nin demokrasisine önem verenlerin endişelendiği de o.
RADİKAL