İŞTE O YAZI
Canavarlar bahçesi ve Taraf
Önce bu furyada kapatılan, gittikçe daha fazla hücuma uğrayan ve kimse tarafından savunulmayan Taraf Gazetesi meselesini kısaca bir konuşalım da esas konumuza oradan geçelim.
Bunu bir konuşmamız lazım çünkü Taraf konusundaki tutum, sadece geçmişi değil geleceği de ilgilendiriyor.
Şu sıralarda yaşadığımız hercümerç içinde gün geçmiyor ki kasap önlüğü gibi kokan birtakım adamlar Taraf’ı televizyonlarda ya da gazete sütunlarında “FETÖ”cü ilan edip lanetlemesin.
Taraf’ın “neci” olduğu önemli değil aslında onlar için…
Asıl söylemek istedikleri o suçlamanın biraz daha derininde saklı.
Onlar bu ülkede hiç kimsenin, hiçbir gazetecinin sadece “demokrasi ve hukuk” için mücadele edemeyeceğini söylemek istiyorlar.
“Demokrasi ve hukuk için mücadele veren herkesin aslında başka bir hesabı vardır” demeye getiriyorlar.
“Demokrasi için mücadele etmediler, hukuka sahip çıkmadılar, askerî vesayetle çatışmadılar onlar…” Söylemeye çalıştıkları bu.
Taraf’a saldırarak aslında gelecekteki her türlü demokrasi ve hukuk talebini de şimdiden çürütmek istiyorlar.
Türkiye’de bunca kocaman gazete varken neden hâlâ artık yayınlanmayan Taraf’la dövüşüyorlar?
Bu, kimsenin garibine gitmiyor mu?
Televizyon programlarında olmayan bir gazete için saatler ayrılmasını hiç tuhaf bulmuyor musunuz?
Nedenini hiç merak etmiyor musunuz?
Niye ekranlarda çığlık çığlığa “Taraf” diye bağırışıyorlar?
Çünkü demokrasiyi ve hukuku böylesine etkili savunmuş, askerî vesayetin geriletilmesinde gerçekten pay sahibi olmuş çok fazla gazete yok bu ülkede.
Bu hakikatten ve bunun tekrarlanması ihtimalinden nefret ediyorlar.
Onun için böylesine, “asıl amaç başkaydı” kampanyası sürdürüyorlar.
Aralarında bir zamanlar o gazetede çalışmış olan insanlar da var.
Şimdi Taraf’ta çalışmış ya da çalışmamış gazetecilerin hepsine birden söylüyorum.
O gazeteyi kuranlardan biriyim, beş yıl boyunca da o gazeteyi ben yönettim.
Varsa yüreği yeten bir televizyon, varsa aranızda yüreği yeten biri, gelin, gelin de benim yüzüme karşı anlatın bakayım, demokrasi ve hukuk dışında nasıl bir amacımız vardı.
Bir çoğunuz oradaydınız, haber toplantılarının hepsine girdiniz, çıkartın kanıtlarınızı, belgelerinizi, tanıklıklarınızı, çıkartın koyun önüme bakayım.
Bugün aynı saflarda buluştuğunuz gazetecilerden biri “Ergenekon” konusunda böyle ahlaksızca bir algı operasyonu yapmaya kalktığında aşağılık yalanlarının nasıl suratında patladığını gördü.
Siz de gelin.
Gelin de, Ergenekon’u, Balyoz’u, Dağlıca’yı, Aktütün’ü, Ceylan’ı, konuşmak istediğiniz hangi haber varsa hepsini konuşalım.
Bu yalanlarla palavralarla bir yere varamazsınız.
Darbeden sonra oluşan haklı öfke, yavaş yavaş mecra değiştirerek büyük bir terör ortamına dönüşmeye başladı.
Bana biraz Abdülhamit dönemini de hatırlatıyor bu.
O zamanlar, hakkında bir suçlama olmaması yetmezdi insanları hedef olmaktan kurtarmaya, kurtulmak için mutlaka birileri hakkında doğru yanlış bir jurnal da yazmak gerekirdi.
Bu karalama kampanyalarına katılanların bazılarında, “aman bana da darbeci derler” korkusunun bulunduğunu da görüyorum.
Türkiye’de ortak nefret objesi demokrasi ve demokratlık olduğundan, bu demokrasi düşmanlığı etrafında kurulan koalisyona yanaşıp, demokratları suçlamak herkese bir güvence gibi gözüküyor.
Bu bir güvence değildir.
Türkiye’nin ve hepinizin tek kurtuluş yolu demokrasidir.
Demokrasiden başka hiçbir çıkış ümidiniz yok.
Bakın, şunu aklınıza yazın.
Bu bir fizik kuralı gibi kesin ve nettir, eğer bir siyasi iktidar hukuk dışına çıkarsa darbenin ve iç savaşın kapısını açar.
Hukukun dışına çıkmak, ülkeyi “zorbalıkla” yönetmek anlamına gelir ki “zorbalık” iktidar için tek ölçü olduğunda, elinde silah olan herkes iktidar kavgasının içine dalar.
Bunu ancak demokrasiyle ve hukukla önlersiniz.
Bazı ülkelerde hiç darbe olmamasının, bazı ülkelerde ise darbenin sürekli tekrarlanmasının nedeni bu basit gerçekte yatar.
Türkiye’nin kurtuluşu demokraside ve hukukta saklı.
15 Temmuz darbesinde, eskiden “cemaat” denilen şimdilerde yeniden vaftiz edilerek adı FETÖ’cülüğe çevrilen bir canavar yakalandı.
Etrafta uçuşmaya başlayan itiraflar “canavarı” her gün biraz daha detaylı tarif ediyor.
Ama burada bir çarpıtma da yaşıyoruz.
Sanki bu “canavar” bir bahar bahçesinde ortaya çıktı.
O ortaya çıkmasa hayat mükemmeldi.
Darbeler, darbe girişimleri, faili meçhul cinayetler, işkenceler, hukuksuzluklar, hırsızlıklar yoktu.
FETÖ’cülük bir bahar bahçesinde ortaya çıkmadı.
Birçok canavarın dolaştığı kanlı bir çöplükte, masum insanların parçalandığı bir canavarlar bahçesinde ortaya çıktı.
Savcı Ferhat Sarıkaya, Şemdinli soruşturmasını FETÖ’cülerin emriyle hazırladığını itiraf etti.
Bu, hukuk adına bir rezalettir… Bunun hesabı sorulmalıdır.
Ama bu rezalet, Şemdinli’de derin devletin adamlarının bir kitabevini bombalayarak bir insanı öldürdükleri ve suçüstü yakalandıkları gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Önce mahkûm olup sonra serbest kaldıkları gerçeğini de değiştirmiyor.
Onları serbest bırakan kimdi?
Eski bir MİTçi, televizyonda canlı yayında “MİT’in vurdurduğu” insanları anlattı dünyanın en olağan, en sıradan işinden bahseder gibi…
O cinayetler, saldırılar, suikastler neydi?
Ergenekon davasının bir numaralı sanığı olan bir general şimdi protokol tribünlerinde oturuyor.
Onun protokol tribününe çıkması, “Sapanca ölüm üçgeninde” bulunan faili meçhul cinayet kurbanlarının cesetlerini de yok mu etti?
Bu canavarlıklar yok mu sayılacak artık?
Zavallı Ceylan Önkol’u kim havan topuyla vurup parçaladı?
Annesi, “kızımın parçalarını eteğime topladım” diye anlatmıştı.
Bulundu mu onu vuran?
Peki bugün bağırış çağırış Taraf’a saldıran bu medya, o çocuk öldüğünde üç gün boyunca neden bu insafsız cinayet karşısında sessiz kaldı?
Aralarından bir teki bile değinmedi bu cinayete.
Böyle bir medyaya medya denilebilir mi?
O medyanın hiç tartışılmaması aklınıza takılmıyor mu?
“Milli orduya kumpas kuruldu” diyen AKP’lilere soruyorum, bu ülkede askerî vesayet yok muydu?
Başörtülü kadınları aşağılayanlar kimlerdi?
Size karşı kim “muhtıralar” yayınladı?
Unuttunuz mu bunları?
Bütün canavarlar hafızalardan silindi, tarihten yok mu oldu?
Geçen akşam, eski bir cemaat mensubunun saatler süren konuşmalarını izledim CNNTürk’te, AKP de dahil bütün iktidarların “FETÖ’cüleri desteklediğini” anlatıyordu.
Erdoğan, açıkça “ne istediler de vermedik” demedi mi, “bizi de kandırdılar” diye itiraf etmedi mi?
Niye yardım ettiniz, niye kandınız?
“Askerî vesayetin baskıları olmasaydı o kadar kolay kanmazdık”tan başka bir mazeretiniz var mı bu suç ortaklığı için?
Şimdi nasıl bu ülkede hiç “askerî vesayet” olmamış, darbeler, darbe girişimleri, muhtıralar gerçekleşmemiş gibi konuşuyorsunuz, konuşabiliyorsunuz?
Bu darbe girişimi karşısında halkın yiğitçe direnmesi, bütün siyasi partilerin bir araya gelmesi, istisnasız hepsinin darbeye karşı çıkması büyük bir imkân ve ümit yarattı.
Ama bu imkân ve ümit gittikçe daha kötü kullanılıyor.
Türkiye demokrasiye ve hukuka yöneldiğine dair bir işaret vermiyor.
Aksine baskı daha da artıyor.
Demokrasiden bahsetmek, hukuk istemek “suç” olarak görülüyor.
Muhalif yazarların pasaportlarına el konuyor…
Askerî darbeyi önleyip de askerî darbe günlerinin baskıcılığına dönmek nasıl bir mantık?
Bu yolda devam edilirse Türkiye kötü günler yaşayacak.
FETÖ’cüleri yakalayacaksınız, başka canavarlar ortaya çıkacak.
Zaten eski canavarları siz kendi ellerinizle besleyip yeniden hayat veriyorsunuz şu sıralarda.
Onların gelecekte ne yapacağını düşünüyorsunuz?
Türkiye tarihinin belki de en kritik dönemlerinden birinden geçiyor.
Devlet, ordu, yargı saçmayla vurulmuş kuş yavrusu gibi darmadağın oldu, tüyleri havaya savruldu.
Bizi demokrasiye ve hukuka doğru iten Avrupa Birliği’ni düşman ilan edip sürekli yeni kavgalara giriyoruz, sadece diktatörlüklerin bulunduğu uluslararası kuruluşlarda kendimize yer arıyoruz.
Bunun Türkiye’yi kurtaracağına inanıyor musunuz?
Ekonominin her gün biraz daha kötüye gitmesini engelleyebilecek mi bu siyaset?
Hukuktan koptukça, buradaki yabancı yatırımlar da iyice gerileyecek ve daha da kötü günler yaşayacağız.
Çok ümit bağladığımız Rusya’nın ekonomik ilişkilerde Avrupa’nın yerini alması imkânsız.
Ekonominin gerçekleri sıkıştırınca ne yapacaksınız?
Yenikapı’da CHP’yle ve MHP’yle birlikte miting yapmak yetecek mi?
Uzlaşma her zaman iyi bir şeydir.
Ama önemli olan “ne hakkında” uzlaştığınızdır.
Demokrasi ve hukuk için mi uzlaşıyorsunuz?
Bildiri yayınladığı için hapsedilen akademisyenler bir daha hapsedilmeyecek mi, tiyatrocular işlerinden atılmayacak mı, darbecilerle bağları kanıtlanmadığı hâlde iktidarın sevmediği gazetelerde yazı yazdıkları için gazeteciler tutuklanmayacak mı, keyfî yurtdışı yasakları olmayacak mı, yasak üstüne yasak, tehdit üstüne tehdit gelmeyecek mi?
Darbeye büyük bir kararlılıkla karşı çıkan HDP’yi dışlamak konusunda uzlaşmak, çok ciddi bir Türk-Kürt bölünmüşlüğü yaratmayacak mı?
HDP’yi böylesine dışlarsanız Kürt meselesini barışla nasıl çözeceksiniz?
Kürt meselesinin tek çözümünün şiddet olduğuna inanırsanız, askerî vesayetin kırk yıllık hatasına düşmeyecek misiniz?
“Biz herkesi ezeriz” anlayışı, bu tuhaf yaklaşım Ortadoğu’da beş yılda bizi ne hâle getirdi görmüyor musunuz?
“Hiç kimseyi ezmesek” ve herkesle hak ve hukuk çerçevesinde anlaşsak bu Türkiye için kötü mü olacak?
Bir askerî darbenin durdurulmasını, AKP’liler kahramanca dövüşerek sağladılar.
Neden bu büyük ve tarihî zaferinizi, bütün insanlığa örnek olacak şekilde hukukla ve demokrasiyle taçlandırmıyorsunuz?
Tarihe bir bakın.
Zaferler, galipler barış yaptığında bir zafer olur.
Nice zafer, galipler zaferlerini yerleşik bir gerçeğe çeviremediği için büyük bir bozguna dönüşmüştür.
Bu zaferi ancak demokrasi ve hukukla sağlamlaştırabilir, tarihe ve çocuklarınıza parlak bir örnek olarak bırakabilirsiniz.
Bu şiddeti, baskıyı, hukuksuzluğu, demokrasi karşıtlığını sürdürürseniz, bir süre daha kızdıklarınızdan intikam alır, kendinizi çok güçlü görür ve Türkiye’yi de geleceğinizi de batırırsınız.
Tarih size, Türkiye’nin kaderini değiştirme imkânını bir daha verdi.
Sizi, “demokrasi kahramanları” olarak bağrına basmaya hazır olan tarihe ve bütün insanlığa örnek olma fırsatına, böyle demokrasi dışı uygulamalarla, hukuksuzluklarla sırtınızı dönmeyin.
Kendinize de ülkenize de yazık edersiniz.
Baltanızı vurduğunuz yer, sizi gururla geleceğe taşımaya hazır olan kendi demokratik zaferinizdir.
Ahmet Altan / p24