Karar yazarı Akif Beki, Orhan Gencebay'ın MESAM'dan istifa etmesi ve Candan Erçetin'in MSG'de değişim hareketi başlatmasına "Müzisyenlerin telif haklarını korumak üzere kurulan meslek birliklerinde sert değişim rüzgarları esiyor. İktidar değişimi talebiyle başlayan bu isyan dalgasının nerede duracağını kestirmek zor.
Çünkü bulaşıcı bir karakteri var. Sancının nedeni, kurulu düzene meydan okuma şeklinde baş göstermesi. Teşbihte hata olmaz, ortamı ve şartları, AK Parti’yi ortaya çıkaran ortam ve şartlara benzetiyorum. Muhaliflerin yerleşik rejime eleştiri ve karşı vaatlerini de AK Parti’nin kuruluş felsefesiyle vaatlerine" yorumunu yaptı.
Akif Beki'nin bugün Karar'da yayınlanan yazısı şöyle:
Önce MESAM’da Orhan Gencebay, Arif Sağ yönetimine bayrak açtı.
Ardından Candan Erçetin, MSG’deki lider sultasına başkaldırdı.
Müzisyenlerin telif haklarını korumak üzere kurulan meslek birliklerinde sert değişim rüzgarları esiyor.
İktidar değişimi talebiyle başlayan bu isyan dalgasının nerede duracağını kestirmek zor. Çünkü bulaşıcı bir karakteri var.
Ayrıca müzik dünyasında alevlenen bu iktidar mücadelesinin haşin ve sancılı geçeceği kesin.
Sancının nedeni, kurulu düzene meydan okuma şeklinde başgöstermesi.
Teşbihte hata olmaz, ortamı ve şartları, AK Parti’yi ortaya çıkaran ortam ve şartlara benzetiyorum. Muhaliflerin yerleşik rejime eleştiri ve karşı vaatlerini de AK Parti’nin kuruluş felsefesiyle vaatlerine...
Gerek Gencebay gerekse Erçetin ve arkadaşları kendilerince çürümüşlüğe, kokuşmuşluğa, hantallığa, yolsuzluğa, sömürüye, çöreklenmeye, çeteleşmeye dur deme iddiasıyla ortaya atılıyor.
İkisinin de isyan deklarasyonları, birer ‘kurum içi demokrasi’ manifestosu gibi.
Abartı yok; kullandıkları vaat ve kavram setlerine, sisteme hangi argümanlarla karşı çıktıklarına bakın, hak vereceksiniz.
Yönetimde şeffaflık talep ediyorlar mı, ediyorlar.
‘Benim adamım’ kayırmacılığından, liyakatin yerini sadakatin almasından, nepotizmden, kötü ve içe kapalı yönetimden yakınıyorlar mı, yakınıyorlar.
Ekipçilikten, hizipçilikten, mezhepçilikten, baskıcı, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı nefret dilinden şikayetçiler mi, şikayetçiler.
Koltuğa çökenin bir daha kalkmamak için her şirretliğe başvurmasından, kurumu babasının çiftliği sanmasından, aile şirketi gibi yönetmesinden, arpalığa çevirmesinden, ahbap çavuş ilişkilerinden, peşkeşçilikten, sorunları sümenaltı eden vurdumduymazlıktan bıktıklarını söylemiyorlar mı, söylüyorlar.
Sorunlar hakkında özgürce konuşturulmamaktan, despotluktan, farklı seslere karşı yasakçılıktan, eleştiri, hesap verme ve serbest tartışmadan kaçınılmasından...Hasılı baskı, susturma, sindirme ve yıldırma taktiklerinden, seçim hilelerinden, ayak oyunlarından, her türlü kutsalın iktidarda kalma hırsına alet edilmesinden, her değerin bu uğurda istismarından yaka silkmiyorlar mı, silkiyorlar.
Yolsuzlukla, yoksullukla ve yasaklarla mücadeleyi vaat etmiyorlar mı, ediyorlar.
Sanatçının sömürüldüğü, emeğinin karşılığını alamadığı ve yoksulluğa mahkum edildiği düzene son verip sanatçının sırtından saltanat sürme çarkını kökten değiştirmek üzere yola çıkmıyorlar mı, çıkıyorlar.
Üyelerinin kör kuruşunu yedirmemeyi, hakkını her düzeyde aramayı ve bu amaçtan sapmamayı en başa koymuyorlar mı, koyuyorlar.
İktidardakilerin, nasıl seçildiklerini unuttuklarını, namuslarına emanet edilen kurumun araç ve imkanlarını muhalefettekilere karşı tepe tepe kullandıklarını, yarışta haksız bir üstünlük sağladıklarını haykırmıyorlar mı, haykırıyorlar.
Adil, dürüst, şeffaf, eşit şartlarda ve centilmence bir demokratik rekabetten, koltuğa yapışıp kalmamaktan, üstüne de seçime girme hakkını iki dönemle sınırlandırmaktan söz etmiyorlar mı, ediyorlar.
Hangi suçlamaları haklı hangisi haksız, vaatlerinin içiyle iddialarının altı ne kadar dolu ayrı mesele.
Fakat söyleyin, bu vaat ve argüman seti sizi de 15 yıl önceki siyaset iklimine götürmedi mi?