Yılman'ın "Allah yardım etsin…" başlığıyla (7 Eylül 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Üzerinize afiyet biraz üşütmüşüm… O yüzden de dün sabah biraz geç uyandım. Bu arada aranmışım. Mesajlar yollanmış telefonuma… Dostlarım haber vermiş…
İsmi lazım değil, sözüm ona iktidarın en güçlü savunucusu olduğunu iddia eden bir gazetenin yazarı benim şarbon korkusuyla ile ilgili önceki gün yazdığım yazıdan hareketle akla ziyan ifadelerle saldırmış.
Tabii bu saldırı sadece şahsıma yönelik olsa, değil bu köşede meseleyi konu etmek, okumazdım bile yazılanları.
Ancak son günlerde sadece beni değil, milyonlarca vatandaşı tedirgin eden şarbon konusunda tamamen safiyane duygu ve niyetlerle kaleme almış olduğum bir yazı üzerinden mesnetsiz, yalan, dolan ve iftira dolu ifadelerle patronumun Turgay Ciner’in hedefe oturtulmuş olması üzerine bir iki kelam etmek farz oldu.
Bir kere şunu diyeyim; Onların o taraflarda bu işler nasıl oluyor bilmiyorum ama bizim burada patronla yazarlar arasında iddia ettikleri gibi bir bağ, iletişim filan yok!
Habertürk’te yazmaya başlayalı 2 seneyi geçti ve Allah şahit bu 2 seneyi geçkin zaman içerisinde Turgay Bey’i bir kez gördüm. O da uzaktan, Ciner Grubu’nun 1.5 milyar dolarla yatırım yaptığı dünyanın en büyük soda külü üretim tesisi olan Kazan Soda Elektrik fabrikasının açılışında. Bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılan tesisin nasıl meydana geldiğini, ne şartlarda, hangi emeklerle oluştuğu üzerine bir konuşma yapan Turgay Ciner’le ondan önce ve sonra aynı ortamda bir daha hiç bulunmadım.
Dolayısıyla da çok üzüldüm tamamen kendi endişelerimden kaynaklı; “Dondurmada da şarbon olabilir mi?” başlıklı yazım üzerine abuk subuk yazılıp çizilenlere.
Artık alışkanlık olmuş bu adamlarda, kendi yörüngelerinde olmayan, hoşlaşmadıklarını; “Erdoğan’ı sahiplenmek” maskesiyle hedefe oturtup, saldırmak ve saldırılmasına ön ayak olma halleri.
Şuna eminim, bu akla ziyan, tamamen safsata olan ucube yorumlardan Sayın Cumhurbaşkanı’nın, haberi bile yoktur.
Olsa da ciddiye bile almıyordur. Önemsemiyordur.
Bundan sonra da alacağını düşünmüyorum.
Artık birileri bunlara dur demeli.
Kim diyecek, ne zaman denilecek bilmiyorum ama tamamen fitne amacı güden bu garip tayfaya birileri artık “DURUN, YETER!” demeli.
Şahsımla ilgili yazılanlara gelince…
Bugün Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sözüm ona sahiplik ettiklerini söyleyenlerin FETÖ’nün onu hedefe oturttuğu o ilk yıllarda, 2011'de nasıl bir halet-i ruhiye içerisinde oldukları arşivlerde duruyor.
“Ne şiş yansın, ne kebap yansın” iki yüzlülüğü ile iki tarafa da şirin gözükmeye çalıştıkları o dönemlerde… FETÖ’nün gezilerinde, yemeklerinde boy göstermeye devam ettikleri o yıllarda… İktidara en yakın olan Sabah Gazetesi’nde; “Erdoğan’a diz çöktürtmeye çalışıyorlar” diyerek ilk yazıları kaleme alan, tüm şantajlarına, tehditlerine rağmen o alçak yapıya bayrak açan sadece bendim! Birilerinin ısrarla; “Hocaefendi… Hocaefendi” deyip Erdoğan’ı o ağlak imamın hala iyi bir insan olduğuna inandırmaya çalıştıkları yıllarda adamın CIA ajanı bir proje olduğunu haykırandım.
Mesele Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sevmek, sahiplenmek ise herkesin korktuğu, sus pus olduğu dönemde ben mertçe yaptım bu işi. Onlar FETÖ’nün o dönem kurduğu korku imparatorluğunda kafası kopmuş ördek misali bir o yana, bir bu yana sallanırken ben ve bir elin beş parmağını geçemeyecek insan kelle koltukta mücadele verdik.
Son bir şey diyeceğim ve bu konuyu kapatacağım;
O gün hangi duygu ve düşüncelerle, sorumluluklarla hareket ediyor idiysem bugün de aynıyım. Yazılarımı kuru hamaset duygularıyla kaleme almıyorum. Sokağın nabzını tutuyorum ve ülkemde barışın, kardeşliğin, huzurun var olabilmesi yükümlülüğünden hareketle de yeri geliyor eleştiriyorum, yeri geliyor alkışlıyorum… Ve içleri dışları fesatlık dolu; “Kraldan çok kralcılık” taslayanlara inat böyle devam edeceğimi de bir kez daha ilan ediyorum!