Üniversite öğrencisi Emre Yıldır’ın ölümüyle ilgili son dakika haberleri gelmeye devam ediyor. Emre Yıldır’ın annesi Hülya Oya Yıldır, oğlunun Edirne’de üniversite okurken tecavüzcü Vedat Tarhan ile karşılaştığını sapığın oğlunu köye davet ettiğini bu süreçten sonra Emre’nin hemen Edirne’yi terkettiğini açıkladı. Emre’nin annesine ‘Benim de bir yuvam olur mu anne?’ demesi de izleyenlerin yüreklerini burktu.
Cinsel istismara uğradıktan sonra intihar eden Emre Yıldır'ın annesi Hülya Oya Yıldır, Bana Göre Tv'de Psikolog Gökhan Çınar'ın sorularını yanıtladı.
SUNUCU: O dönemin içerisinde aslında onun istismarı başlamış. Çekinerek soruyorum. Ne yaşıyormuş o zaman Emre?
ANNE: Bana dedi ki “Sen beni herkeslerden korudun anne. Ama ne yazık ki evdeki kurtlardan koruyamadın.” Ben o kişinin adını duyduğum zaman oğlumdan, 6 saat yerimden kalkamadım. Şok geçirdim. “Gerçek mi oğlum” dedim. “İşte anne, bak sen kalkamıyorsun yerinden, ben ne yapayım” dedi. İlk etapta onu böyle sevmeye başlamış. Sonra istismara başlamış. Sonra tecavüz gerçekleşmiş. Ben şimdi yastığa başımı koyduğum zaman, oğlumun yerine koyuyorum kendimi, onun çektiği acıları anlatamıyorum hiç kimseye. O acıları nasıl yaşadı benim oğlum, nasıl kıydı, nasıl oldu bütün bunlar, bilemiyorum. Onun için de çok huzursuzum, mutsuzum, hiçbir şeyden şu anda zevk almıyorum. Sadece karanlıkta tek başıma yaşamak istiyorum. Ama ne kadar yaparım onu da bilemiyorum. Tabii iyi olmak da istiyorum. Geride 3 tane kızım var, canımdan çok sevdiğim torunlarım var. Onları da çok seviyorum. Sadece bir Emre yoktu ama o bambaşka bir çocuktu. Onun sevgisi, anlayışı, bana yakınlığı, “Anacığım” deyişi çok farklıydı. Hala ben odasını boşaltamadım. Kapının arkasında bornozu asılıydı, hala orada duruyor. Gardıroptaki eşyalarını kokluyorum, özlemim geçmiyor. Mezarına gidiyorum, orada toprakla konuşuyorum; bana bir şey vadetmiyor. Diplomasına bakıyorum. Bana onu alıp getirdiği zaman şöyle demişti; “Bu diplomayı senin için aldım anne, benimle gurur duyasın diye.” Ama orada duruyor diploma. Bir işe yaramıyor.
İŞTE O PROGRAM
SUNUCU: Hülya Hanım, orada bir süreç var. 9 yaşında başlayan bir süreç var. Aileler de duysun, beraber de konuşalım. 18 yaşına kadar devam ediyor istismar. Belli aralıklarla bir araya geliyorlar değil mi? Bu kişi sürekli olarak sizin evinizde kalmıyor aslında. Ama bir şekilde Emre ile o bahsettiğiniz o yeğen ilişkisinin maskesiyle beraber onun yanına gelmeye ya da buluşmaya devam ediyor.
ANNE: Hayır, şöyle mesela. Bu 9 yaşında, 11 yaşına kadar oluyor ama onun aklı ermeye başlayınca, itiraz etmeye başlıyor. O da oğlumu tehdit ediyor; “Ablanlar var bak, haberin olsun” diyor. Çocuk bu laftan çok korkuyor. En sonunda bana anlatırken “Ben ablamlar için kendimi feda ettim anne.” dedi.
SUNUCU: Emre genel olarak o büyüme evrelerinde, haliyle oğlunuzla temas halindesiniz, gözünü, yüzünü görüyorsunuz, belki anne-oğul sarılıyorsunuz. Evde birçok gündem oluyor. Nasıldı, bu istismarları sonradan öğrendiniz elbet ama devam ederken sözel ya da sessiz, sonradan belki farkettiğiniz mesajları…
ANNE: Şimdi şöyle mesela, ben bunu yeni yeni idrak etmeye başladım. 5. sınıfta bitirince imtihana giriyorlar, ortaokulu kazanmak için, yani güzel bir okul kazansınlar diye. O dönemde evden gitmek istedi Emre. “Ben ablamla kalmak istiyorum. Hem ders çalıştırır bana, onun kafası çok çalışıyor, bana öğretir.” dedi. Biz de öyle zannettik. Meğer, şimdi düşünüyorum; o evi terk etmiş o var diye.
SUNUCU: İzin verirseniz birkaç bir şey söylemek istiyorum. Sizinle de beraber bu arada. Kendinize kızdığınız, kendinize vurduğunuz yerlere de şöyle itirazım var. Türkiye’deki birçok aile, yıllarca, kuşaklar boyunca sessiz kalınmış istismarın ipuçlarını okumayı bilmiyor, bilmiyoruz. Aslında genel olarak bir savunma mekanizmasıyla beraber “Bizim başımıza gelmez, bizim çocuğumuzun başına gelmez.” bilgisiyle, duygusuyla da ilerliyoruz.”
ANNE: Evet, dememesi lazım insanların. Ben şimdi düşünüyorum mesela, Emre sünnet olduktan sonra aniden kilo almaya başladı. Bu değişikliklerini ancak yeni yeni çözebiliyorum kendi kendime.
SUNUCU: Beraber söyleyebileceğimiz bir başka belirti de söylüyorsunuz. Mesela çocuklardan bazıları beden korumak açısında hızlıca kilo alabiliyorlar. Çocuklarımızdan bazılarının erken dönemlerde, istismar sonrasında, konuşan bir çocukken sessizleşmesi… Daha sessiz bir çocukken belki daha fazla hayatla ilgili, hayata yetişir gibi konuşmaya başlaması ya da sürekli olarak bir kaygıyla beraber konuşmaya başlaması… Oynadığı oyunların bozulması, içine öfkenin, şiddetin dahil olması… Ergenlik döneminin içerisinde büyük geri çekilmeler ya da bazen fazlaca agresif tepkiler… Hayat içerisinde, bu arada her çocuk biricik ve hepsi kendine göre tepkiler veriyor ama izlememiz, görmemiz lazım. İstismarcılar yakın çevreden genelde. Bu istismarcıların aileleri, çoğunlukla istismarcıların istismacı olduğunu sezebiliyorlar ve susuyorlar. Böyle durumlarda aslında bir tedaviden geçmesi gereken insanlar, toplumun içerisinde çocukların başka türlü tehdidi oluyor. Diyelim ki böyle bir istismar yaşandı. Bunun sonucunda o çocuk susmak zorunda hissedip aslında karşı tarafından karanlığını kendi utancı, suçu zannetmeye başlar genelde. O suçla beraber susan çocuğu hissetmek ya da bize bir şey anlattıysa onunla beraber ses çıkartmak, çocuğu o suskunlukta bırakmamak, hayatın dönüşümlü, yaranın unutulmayan ama dönüştürülebilecek bir şey olduğunu yaşına göre ona mesaj vererek ya da anlatarak onunla beraber ses çıkartmak… Toplum ne der, elalem ne der, insanlar ne konuşur deyip suçu üstümüze almadan, çocuğun varoluşunu desteklemek temel meselelerimiz olmalı. Bugün bir yerlerde bazı çocuklar bunu yaşıyorlar ve ölümü düşünüyorlar ya da bunu yaşıyorlar ve yaşarken ölüyorlar. Bunu yaşıyorlar kendilerini karanlıklara gömüyorlar, saklanıyorlar çocuklar. Sessiz kalıyorlar. Başkasının utancını, karanlığını taşıyorlar. Bu programda bir kişiye ulaşacaksa böyle ulaşsın.
Bu kişi Emre’yi korkutmuş. Bizim çok sık profilini gördüğümüz, babacan, melek yüzlü, destekçi gözüken, aileye inanılmaz fedakar bir profil çizen, kendi çocuklarının babası rol modelinden diğer çocukların da aslında babacanlığını vurgulayan bir karanlık maskeyle beraber. Hem size hem ona aslında bir taraftan…
Hülya Hanım, Emre’nin bir ilk üniversiteyi kazanma ve üniversiteye gidiş dönemi var. Sonra da o okulu yarım bırakıyor. Yine bu kişi dahil oluyor hayatına…
ANNE: Ayağı kırıktı, kolu kırıktı, bir imtihana girdi. Edirne kimyayı kazandı. Edirne diye de çok sevindik. Onlar da oradalar. Onları da yanımıza alarak çocuğumuz ev aradık birlikte. Ama Emre ev istemedi. Çocuk iyiydi, başarılıydı, seviniyordu, gitti. Bir gün Edirne’de kitaplarını aramaya çıkmış arkadaşlarıyla, bu şahısla karşılaşıyor. O arkadaşlarının yanında ona bir işaretler yapıyor, artık ne yaptığını bilemeyeceğim. Çocuğu köye davet ediyor. Gitmiyor, bu da gitmediği için ona telefon ediyor, niye gelmiyorsun diyor. “Ben seni şikayet edeceğim.” diyor Emre. “Sana kimse inanmaz.” diyor Emre’ye. Ondan sonra geldi. 3 ay sürdü bu. 3 ayın sonunda geldi. Toplamış tasını tarağını geldi, “Ben okumayacağım orada.” dedi. Yalvardık, yakardık, “Ben de geleyim oğlum, taşınalım, orada oturalım.” dedik. “Yok, ben o memleketi istemiyorum.” dedi. Edirne’nin E harfini bile kabul etmiyordu. O sene tekrar hazırlandı. İstanbul’u kazandı. Oraya mutlu bir şekilde gitti. Arkadaşları vardı, gittik ona ev baktık, rezidans bulduk, orada mutluydu. Okuluna gidiyordu, kilo vermeye başlamıştı, spora gidiyordu, “Ben bu yükü atacağım üstümden.” diyordu. “İki tane Emre çıktı benim içimden anne, kendimle gurur duyuyorum.” diyordu. Her şeyi söylüyordu ama biz anlamadık hiçbir şey.
SUNUCU: Hülya Hanım ne kadar sözüm ulaşır size bilmiyorum ama üzüntünüz, yasınız, acınız, yorumlar yazan insanlara da söylüyorum, çok dikkatle eşlik etmemiz gereken yerler…
ANNE: Evet yani yazıyorlar. “Sen nasıl bir anneydin, nasıl anlamadın, hiç mi çocuğunu yıkamadın, hiç mi gözetlemedin?” Ben hiç öyle bir duygu yaşamadım ki evimin içinde; herkesi gözetleyeyim. Ama insanlar çok çabuk kestirip atabiliyorlar. Suçlamak kolay iş.
SUNUCU: İstismarın herhangi bir biçimini bilmeyen, oturduğu yerden yargılar fırlatan, bir evlat kaybının acısının gücünü hiçbir şekilde yaşamayan insanların yazdığı yorumlar, yargılayan yorumlar hükümsüzdür. Siz de vurmayın kendinize. Acınız, üzüntünüz, yasınız sizin. Suçluluğa geçtiğiniz noktada bu acı başedilemez bir hale gelir. Kayıplarımız var hayatta ve evlat kaybı haddimizi bilerek konuşacağımız bir şey. Ama kayıplarımızdan da konuşuyorum, onu yaşatma biçimidir kayıp. Onun için çok büyük bir ailece hukuk mücadelesine girdiniz. Evet, gideniz geri getiremezsiniz ama onun duyulmayan sesi için bütün ülkeye bir şey gösterdiniz.
ANNE: Evet, kızlarımın sayesinde. Çok uğraştılar, çok didindiler. Kardeşlerinin kanını yerde bırakmadılar. Onlarla gurur duyuyorum.
SUNUCU: Emre başlattı bu mücadeleyi. Emre üniversiteyi bitirdikten sonra askere gidiyor. Aslında Emre kendini üniversite döneminde o yükten kurtarmak ve toparlanmak istiyor. Bir yol da alıyor ama askerde bir şey oluyor.
ANNE: Asker arkadaşının bir tanesi ona bir el şakası yapıyor. Ondan sonra bütün ipler kopuyor, çıldırıyor. Ondan sonra komutanı da onu Bakırköy Ruh Sağlığı Hastanesi’ne yolluyor. Benim haberim olmuyor tabii. Ablaları koşup gidiyorlar, onu oradan çıkarıyorlar, getiriyorlar, benim hiçbir şeyden haberim yok. Bana gülüyor oğlum, “Geldim anacığım, kavuştuk.” diyor. Ama nasıl olduğunu ben bilememişim. O bana gözyaşlarını hiç göstermedi. Göstermeyen bir çocuktu. Hani derler ya kan kusan kızılcık hoşafı içtim dermiş. Öyle bir çocuktu. Belli etmezdi, dik durmayı severdi ve dik dururdu da.
SUNUCU: Bir de sizi incitmemek gibi bir amacı da var. Siz o dönem bir kalp rahatsızlığından da geçiyorsunuz aslında. Askerde bir el şakası, şaka yollu bedenine dokunuluyor ve tetikleniyor bunca yıl yaşanan istismar. O dönem size belli etmedi ama bunca yıl sustuklarını da aslında o yaşlarda ilk kez size anlattı. Nasıl bir andı o, Emre’nin o hazır oluşu ve size anlatmaya başlayışı?
ANNE: İkimiz başbaşaydık. Oturdum, ben onun gözlerinin içine baktım, o da bana baktı. Ben ağladım, o da ağladı. Şöyle bir şey dedim ona “Oğlum, ben herkesten şüphe duyuyorum.” “Neden anne?” dedi. “Çünkü bana daha önce kızlar anlattılar, Bakırköy’e gittiğini, bir şeyler olduğunu ama tam olarak kiminle olduğunu anlatmadılar. Oğlum, sen ilkokulda servisli okula gidiyordun, bakkala gidiyordun, öğretmenlerin vardı, kapıcı vardı.” dedim. Ben bunları saydım ona. “Geç geç” dedi bana. “Sen herkesten korudun ama evdeki kurttan koruyamadın beni” dedi. “Geç onu” dedi. Ben kişinin ismini duyduğum zaman 6 saat kendime gelemedim. Beynim durdu. Hemen eşime de anlatamadım. Ben utancımdan hala eşimin yüzüne bakamıyorum, benim akrabam olduğu için, utanıyorum. Sonra “İşte, o şahıs anne bize geliyordu ya o zamanlar beni taciz etti. Önce sevgiyle başladı, saçımı okşuyordu, ondan sonra bedenimi okşamaya başladı.” dedi. “Biliyor musun anne, ben senin için yaşıyorum, yaşadım.” dedi. “Acizliğimi kimseye belli etmedim, güçlü bir Emre oldum hep, ayaklarımın üstüne hep bastım anne, sakın benim hakkımda kötü bir şey düşünme” dedi. “Nasıl oğlum, ben niye düşüneyim.” dedim. O çok farklı bir çocuktu. Konuşma böyle devam etti, ben yerimden kalkamadım. O birden çok sinirlendi. “Lanet olsun anne. Sen o insanlara çok değer verdin, al sana mübarek olsun.” dedi. Öyle bitti ama ben de bittim. “Bundan sonra hakkımı ara benim anne.” dedi. “Oğlum beraber ararız, ne lazımsa yaparız, ben senin arkandayım, ablanlar da arkandadır, onlar da var, eniştenler var, biz kalabalık bir aileyiz, biz hepimiz birbirimiz için varız.” dedim. Kızlar ona çok destek oldular, doktora götürdüler, psikoloğa götürdüler.
SUNUCU: Emre orada durmamış Hülya Hanım. Emre “Hakkımı ara” deyip bırakmamış. Beraber de ararızdan da yola çıkmış belli ki. Emre sizlerin de yanında oluşuyla beraber bir karar veriyor aslında…
ANNE: “Ben çektiğim acılarla yoğruldum, o keyfinde gezdi, beni ziyan etti, onun bundan sonra yaşamaması lazım anne, ben yaşamadım bugüne kadar, onu da yaşatmayacağım, cezasını adalet versin.” dedi. Sonra ablalarıyla konuştu, bir ses kaydı aldı.
SUNUCU: Tekrar onun için ne kadar zor olsa gerek. O adalet inancıyla beraber, ses kaydı almak üzere o kişinin yanına gidiyor. O kadar zamandan sonra. Bu kişi, 25 yaşındaki yetişkin Emre oraya geldiğinde tekrar tacize yelteniyor. Bildiğiniz kadarıyla söyleyin; aslında bu çocuk yaşamak için, adalet yerini bulsun diye çabalıyor. Oraya nasıl gitti Emre, ne yaşandı?
ANNE: Büyük ablasının arabası vardı. Derya ablası, ben, Aslı, bir de kendisi… Gitmek istedi. “Ben bunun cezasını verdireceğim.” dedi. Yola çıktık, Edirne’ye yaklaşık, telefon etti o kişiye. “Seninle buluşalım.” dedi. O da hemen köye çağırdı onu. Ama “Önce ben seni Selimiye Camisi’nin oradan alayım.” dedi. Biz arabayı bir yere çektik. Orada beklemeye başladık. Bu şahıs geldi. Emre’yi aldı. Ablası da ona “Telefonu açık bırak, biz seni duyalım Emre.” dedi. Arabaya biner binmez çocuğu taciz etmeye başlıyor tekrardan ve köye götürdü. Biz de köye yakın bir yerdeyiz ama çok yakın değiliz. Gözükmek istemiyoruz. Sonra, çocuğu eve götürdüğü zaman “Hadi” demiş çocuğa. O da onu konuşturmak için “Erken daha, şöyle yapalım, böyle yapalım.” demiş. Ve Emre’nin o çığlık sesini unutmuyorum hiç. Unutamıyorum, kulaklarımdan çıkmıyor, gitmiyor. “Ablacığım beni kurtarın diye bağırın, koşuyor, evden çıkmış, fırlamış, köpekler varmış yolda, saldırcaklar diye korkmuş, o kişi onu takip etmiş köyden çıkana kadar. Biz Emre’yi aldığımızda bacakları, dizleri yarım metre yukarı kalkıp iniyordu, elleri de. Bütün vücudu zangır zangır titriyordu. O kadar korkmuştu. Arabaya bindik, ablalarıyla konuştu, onlar onu sakinleştirdi, ben sakinleştirmeye çalıştım. “Bu iş burada bitmeyecek.” dedi ve kişinin damadına gitti ablaları olayı anlatmak için. Ama onlar bizi suçlu çıkardılar. “Böyle bir şey olamaz, siz herhalde bize para almak için şantaj yapıyorsunuz.” demişler kızlara. Kızlar anlattıktan sonra hep birlikte Çorlu’ya döndük biz.
SUNUCU: Emre kendisi için de yüzleşici ve aslında adalet arayışı içinde bir şey yapıyor. Emre döndükten sonra nasıldı ve hukuki süreci nasıl başlattı Emre?
ANNE: Emre döndükten sonra ablaları vasıtasıyla bir avukata görüştüler. Dilekçe verdi, ses kaydını da verdi ama savcılıktan Emre’yi çağırmadılar. Emre hergün isyan ediyordu; “Beni çağırmadılar, ben rezil oldum, eniştemler öğrendi, herkes öğrendi, beni rezil ettiniz, niye gittik başvurduk, başvurmasaydık, kimse duymasaydı.” demeye başladı. Sonra, cevap gelmedi savcılıktan 52 gün.
SUNUCU: 52 gün bekliyor Emre. Bir de bu bir yalnız bırakılma ya… Yani bırakın bütün bu sistemi, o uzayan bitmek bilmeyen prosedürü…
ANNE: Saatler geçmiyordu Emre için, gün geçmiyordu. Her dakika “Bir yere gidelim anne, bir şey yapalım anne.” Yani o olayı unutmak için bir şeylerle kapatmaya çalıştı. “Ablama gidelim anne.” Yeğenlerini çok seviyordu, “Gelsinler oturalım, beraber olalım.” diyordu. Yüzümüze bakamıyordu.
SUNUCU: Bazı durumlar vardır, hayatidir. Hele ki yıllarca bir şey karşısında susmak zorunda kalmış insanların, “Bir dakika birileri bana yardımcı olabilir, adalet benim için de işleyebilir.” dediği noktada prosedürler, bekleyişler, o kadar fazla cesaretini kırar ki. Bizim toplum olarak, sistem olarak çocuğu, genci yalnız bıraktığımız yer. Emre orada çok yalnız hissetmiş belli ki. “Rezil oldum, o da öğrendi, bu da öğrendi.” dediği şey aslında kendisinin sahibi olmadığı utancı yeni bırakmış ve o perdeyi kaldırabilmiş bir gence o perde tekrar bu sistem tarafından eklenmiş. Yeniden utanca dönmüş aslında. Özellikle ağır bir duygudan kurtulup onu tekrar yaşadığınızda başka türlü bir çöküş yaşarsınız. Hepimiz için geçerli bu. Lütfen, istismarcıların caydırıcı cezalar aldığı bir sistem yaratalım. Aile içinde buna eğilimli çocuklarımız varsa tedaviden geçtikleri, bu iş artık bir suça dönüştüyse ve bir başkasının canını yaktıysa gerçek anlamda cezasını çekebildiği bir sistemde daha rahat yaşayabilecek çocuklarımız. Tabii en temelde çocukken eğitimle, toplumla, bir başkasının beden sınırlarıyla çocuklarımızı büyüterek başlayacak. Hukuk sistemiyle, eğitim sistemiyle de desteklenecek bir şeyden bahsediyoruz. Günün sonunda bu çocuk aslında destek de istiyor ve duyulmuyor. Ve hayatına son veriyor. Emre intihar ediyor.
ANNE: 29 Nisan günü sabah her günkü gibi kalktık, birlikte kahvaltımızı yaptık, kahvemizi içtik. O arada beni arkadaşım aradı, kahve içelim diye çağırdı. O da duydu bunu. “Niye gitmiyorsun anne, ben geldiğimizden beri bir yere gitmiyorsun, beni mi takip ediyorsun, ben de çıkacağım biraz sonra iş görüşmesine gideceğim.” dedi. “Öyle mi oğlum.” dedim. O arada tekrar aradılar beni. “Gel illa.” diye. “Geliyor, geliyor annem.” dedi arkadaşıma benim telefonu alıp. Ben hazırlandım, o da hazırlandı benimle beraber. İlk önce babamız çıktı evden, sonra ben çıktım, o da çıkmak üzereydi. Çıktım ben, gittim, bir kahve içtim. İçmez olsaydım o kahveyi. Bir telefon geldi. “Hülya Hanım, acele gel eve.” diye. Nasıl geldim hiç bilmiyorum. Geldim ki bahçede polisler, ambulanslar, olay yeri, bir ceset, üstü örtülü, oğlum yatıyor, “Gösterin.” diyorum, kimse göstermiyor… Hayatım bitti. O anda hayatım bitti. Umutları vardı, olmak istediği şeyler vardı. Beraber konuşuyordu. “Anne benim de yuvam olur mu?” diyordu. Bunları konuşuyordu. Çok istekleri vardı hayattan, başarılı bir insan olmak istiyordu. İlk tercihi avukat olmaktı. “Oğlum avukat olup ne yapacaksın, avukatlık iyi bir şey değil yani, başka bir şey ol, ah alırsın, yani suçluya suçsuza inanırsın, adalet çok ince, ortasını bulmak zor…” diyordum. “Ben avukat olmak istiyorum.” diyordu. Meğer avukat olmak istemesinin sebebi kendi davasını halletmekmiş.
SUNUCU: Bir çocuk, genç, ülkenin ona veremediği adaleti kendisi üstlenmeye çalışıyor bir taraftan da. Onun başlattığı ve sesini duyuramadığı hukuki mücadeleyi siz sürdürdünüz. Ablaları sürdürdü ve sürdürüyorlar.
ANNE: Son nefesime kadar ben de sürdüreceğim. Ne geliyorsa elimden yapmak istiyorum.
SUNUCU: Aslında sizin için de onca yıl susulmuş öfkeyi, o öfkenin ulaşmasını ve suçlunun cezasını çekmesiyle ilgili bir karşılığı var ve bu dava sürecinde yol da alındı artık. Bunun için mücadele vermiş bir abla var. Bu programda her zaman yapmadığımız bir şeyi yapacağız ve susanların da susmaya devam etmemesi için, başka ailelerin de o sessizlikte kalmaması için bu yolu bize anlatsın Emre’nin ablası, kızınız. O süreci bana anlatın.
ABLA: Emre vefat ettikten sonra kanunen Emre’nin tutmuş olduğu avukat düşüyormuş. Biz de Emre’nin avukatının yerine daha iyi, ağır cezada daha iyi olan bir avukatı tuttuk, tuttuğumuzu zannettik aslında. 8 Ağustos 2019 yılına kadar bizi aslında oyalamış Mayıs ayından itibaren. Ne yapmamız gerektiğini sorduğumuzda da “Sosyal medyadan yalnızca sesinizi duyurabilirsiniz.” dedi. “İtiraz edecek miyiz?” dedik. “İtiraz hakkınız yok.” dedi. Biz neye uğradığımızı şaşırdık. Sonra, Çorlu’da bir dernek var, Umudunu Kaybetme diye, orada tanıdığımız bir Öznur var. Edirne’den, adliyenin önünden bize bir canlı yayın açtı. Orada yaşadığımız bütün süreci anlattı. Milyonlar sesimizi duymuş. Biz bu kadar olabileceğini hiç düşünmedik. İtiraz günümüze yaklaşırken şu anki avukatımız Merve Hanım bize ulaştı. Bu avukatı bulamasaydık ya da o bizi bulamasaydı, Emre’nin sesi hiç çıkmayacaktı. Emre’nin o haklı mücadelesi belki yarım kalacaktı. 19 Ağustos günü tekrar tutuklandığını gördük ve 16 Kasım 2020 günü de 26 yıl ceza aldı. Emre haklıydı ve haklılığı ispatlandı. Emre’ye her duruşma günü, karşı tarafından iki tane bayan avukatı vardı, Emre’ye şizofren mi dediler, uyuşturucu bağımlısı mı dediler, sanrılar görüyor mu dediler. Ne ararsınız her şeyi söylediler. Suçluyu değil de suçsuza hep suçlar yüklendi. Ama biz Emre’ye inanıyorduk. Çünkü Emre suçlu değildi. Sağolsun 26 yıl ceza aldı. Emre’yi geri getirmiyor. Ben sokağa çıktığım zaman; Emre uzun boylu, 1.90 boylarında, esmer, siyah saçlı, gözlüklüydü, böyle birini gördüğüm zaman “aa Emre mi?” diyorum. Çünkü hala acaba yaşıyor mu, acaba bir yerlerde mi diye düşünüyorum. İnanamıyorum, Emre’yi hala arıyorum aslında, çünkü bu çok acı. 25 yaşındaydı. Paylaşacağımız o kadar çok şey vardı ki bizim Emre’yle. Birbirimize sözlerimiz vardı. Hepsi yarım kaldı. Mahkeme salonunda bunlar hiç söylenmedi, Emre’nin yarım kalan hayatını hiç kimse vurgulamadı karşı tarafta. Hep Emre kötülendi, kötülenmesi gereken Emre değil ki ya da kötülenmesi gereken bu istismara maruz kalan çocuklar değil ki.
ANNE: Emre bana diyordu hep, “Anne biliyor musun ben yıkanıyorum yıkanıyorum ama arınamıyorum ki.” diyordu.
ABLA: Emre’nin en büyük korkusu, ceza almamasıydı o kişinin. “Ben yıllarca bunu içimde yaşadım, artık o da bir nebze bana yaşattıklarını yaşasın, cezasını alsın.” istiyordu Emre. Emre başka hiçbir şey istemedi. Emre’nin amacı, bunu ailesi de bilsin, ben bu kadar uğraşmamayım, uzun yıllar sürmesin, yaptıklarını kabul etsin, ailesi de bunu tutsun karakola götürsün, cezasını çeksin. Emre’nin istediği tek buydu. Emre başka hiçbir şey istemedi kimseden.