Akşam yazarı Engin Ardıç ve Vatan yazarı Necati Doğru arasındaki polemik gittikçe sertleşiyor. Bir süredir izinde olan Engin Ardıç, izin dönüşü yazdığı 'fikir yazısından' sonra Necati Doğru'ya sert bir gönderme yaptı verdi. İki yazar arasındaki polemik, Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine bir yazı yazan Necati Doğru için Ardıç'ın "Allah iyiliğini versin Necati" diye bir yazı yazmasıyla başlamıştı.
Necati Doğru bu yazıya verdiği cevapta, Engin Ardıç'ı seviyesizlikle suçlamış ve "Hayatları boyunca dini siyasete alet etmişler son seçimlerde çok yüksek oy alınca sen de hemen rüzgâra uydun, Allah'ı kaleminden düşürmüyor, "Allah iyiliğini versin Necati" diye yazılar döktürüyorsun. Seviyeli olsa başımın üstünde. Seviyeyi düşürmeyi, vasatın altına inmeyi karakterin ve yazı üslubun haline getirip, bizim de senin düzeysizliğine düşmemizi bekliyorsun... Ama sen hep böyle yapıyor; "ya ölenlerin ya da köşesi elinden alınmışların arkasından" bol küfürlü, kin dolu, nefret saçan, içeriği boş, şahsileştirilmiş yazılar yazıyorsun... Senin fikrin ne? Nasıl açıklıyorsun? Fikrin varsa yaz. Küfür etmeden. Düzeyli..." şeklinde cevap vermişti.
Engin Ardıç bu yazı üzerine ;"Vageçtim; Allah iyiliğini vermesin Necati" başlıklı bir yazıyla cevap vermişti. Ancak tartışmanın burada kapanmayacağı, Ardıç'ın bugünkü yazısıyla belli oldu. Kendisi için "İçi boş yazılar yazıyor" diyen Necati Doğru'ya yazdığı yazının son cümlesi ile öyle bir cevap verdi ki, bu cevap medya dünyasının en ateşli polemiğinin daha da sertleşeceğinin işaret fişeğini yaktı.
İşte Ardıç'ın bugünkü köşesinde yazdığı "fikir yazısı"
Bölünsün anasını satayım
Belçika'dan sözediyorum, siz ne sanmıştınız? Belçika, 1831 yılında icat edilmiş yapay bir devlettir. Bir tampon devlettir. Amaç, Fransa'nın bir daha Hollanda ve Almanya'ya saldırmasını önlemekti. Belçika'yı icat eden devlet de İngiltere olmuştu.
Daha sonra Almanya'nın bu kez batıya saldırmasını önleyeceği sanıldı ama Almanlar iki kere, hem 1914 yılında hem 1939 yılında bunu iplemediler, Belçika'yı ezip geçtiler.
Almanya ile Fransa'nın barışmasından sonra hiçbir anlamı kalmayan Belçika da, bu kez Avrupa Birliği'nin yükünü taşıyacak bir tür merkez edildi.
De Gaulle'ün NATO'yu Paris'ten kovması üzerine de ittifak karargâhı Brüksel'e taşınmış, Belçika'nın "bu gibi durumlarda" çok işe yarayacağı görülmüştü...
Belçika başka bir işe yaramaz.
Emperyalist "ağabeylerini" izleyerek, onların kuyruğunda Afrika'yı yağmalamış olmak gibi bir de pis geçmişi vardır (Kongo'yu ona hediye etmişlerdi.)
Bir "Belçika milleti" yoktur. Bir "Belçika dili" de yoktur. Bu ülkede Flamanlar ve Valonlar yaşarlar, bunların birincisi Hollandalı, ikincisi de Fransız'dır bal gibi.
Ve de birbirlerinden de nefret ederler...
Tıpkı, Çekler ve Slovaklar gibi.
Flamanlar çoğunluktadırlar ama ezildiklerini söylerler. Valonlar da onları savaşta Alman uşaklığı yapmış olmakla suçlarlar.
Aklıma Jacques Brel'in ünlü şarkılarından biri geliyor: "Messieurs les flamingants... Nazis pendant la guerre"... Flaman demiyor, kelime oyunu yapıyor: Flamancıcıklar, Flamancılar, hani Alamancılar gibi... Brel onları aşağılıyor.
Belçika sevimsiz, soğuk, külrengi bir ülkedir. Ağır sanayi ülkesidir, kıyısı çamurlu, doğusu ormandır. Patatesi ve midyesi meşhurdur. Başka da bir numarası yoktur, Waterloo savaş alanını ve de canlı ortaçağ müzesi Bruges kentini saymazsak. Yoksa Brugge mi demeliydim, onda da anlaşamıyorlar.
Paris'e ya da Amsterdam'a göre Brüksel de, İstanbul'a oranla Ankara'yı hatırlatır.
Şimdi gelen haberlere göre, üçe bölünecekmiş. Kuzeyde Flaman bölgesi (Flandres), güneyde Valon bölgesi (Valonya), Brüksel de tarafsız bölge, başlıbaşına bir şehir devleti! Avrupa Birliği'nin, hem herkesin hem hiçkimsenin olan başkenti.
Bakarsınız bir süre sonra kuzey tarafı Hollanda'ya, güney kısmı Fransa'ya katılır.
Ama bunu hiçbir yararı da yoktur, sakıncası da.
Çünkü artık toprak almanın, toprak vermenin bir anlamı kalmamıştır.
Toprak vermekten korkan, toprak alınca sevinen bizleriz... Türkler...
O kadar ki, "demokrasi ve özgürlük götürmek" iddiasıyla ele geçirdiğimiz Kıbrıs adasının kuzey bölümüne otuz üç yıldır "aldık" diye bakıyoruz, vermeye de elbette yanaşmıyoruz.
Bizimkisi bir Osmanlı refleksidir, elden çıkarmış olduğumuz çok büyük toprak parçalarından hiç olmazsa bu kadarcığını geri almayı başarmış olmak, bizi gönendiriyor.
Belçika'da kişi başına yıllık gelir, Valonlar'da 32 bin dolar, ezildiklerini söyleyen Flamanlar'da da hepi topu 25 bin dolarcıkmış!
Bizde de hükümetin ısrarla iddia ettiği gibi 10 bin dolara çıkarsa, meseleye daha serin bakacağız. Aldık diye tepinmeyecek, alacaklar diye korkmayacağız. Milli gelir 6 bin dolarda kaldığı sürece ölürüz ve öldürürüz.
Al sana fikir yazısı ulan puşt.