Gazeteci Alev Karakartal’ın siyah olan baba tarafı Sudan’dan getirilmiş. Annesiyse beyaz. “Üç kuşaktır İstanbulluyuz” diye başlıyor: “Afrika’dan getirilip saray ve çevresinde köleleştirilmiş ailenin çocuklarıyız.”
Karakartal, Osmanlı’da en yoğun köle ticaretinin 1700-1800 arasında yapıldığını anlatıyor: “Her yıl binlerce kişi esir pazarlarından saraylara ve zengin evlere dağıtılıyor. İlk iş Müslüman yapılıyorlar, adları değiştiriliyor, Türkçe öğretiliyor, kendi dil ve geleneklerini siliyor. Kültürlerini fısıldayarak sürdürmeye çalışıyorlar. Cumhuriyet’ten sonra eşit vatandaş olsalar da kölelik 1960’lara kadar ‘beslemelik’ sistemiyle devam ediyor. Sonra kuşaklar boyunca köle olarak evde hizmetçi, dadı, seks veya tarla işçisi olan bu topluluk kendi haline bırakılıyor. Afrika kökenli Türklerin meslek sahibi olabilmesi ancak 1970’lerde büyükşehirlerde oluyor.”
TAHMİNİ NÜFUS 25 BİN
Afrikalılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı Mustafa Olpak, nüfusun yaklaşık 20-25 bin civarında olduğunu tahmin ettiğini söylüyor. Karakartal bu belirsizliği şöyle açıklıyor: “Çünkü hiç sayılmamış! Melezleşmeler de olmuş. Azad sonrası Ege civarına bırakılanlar kırsalda kendini korumaya çalışmış. Etraf varlıklarına alışmış. Müslüman edilmiş, Türk ismi kullanan Türk gibi giyinen ama koyu tenli bu toplulukla ilgili ‘Kim olabilirler’ sorusuna ‘Arap’ diye yanıt bulmuşlar. ‘Arap’ denmesinin bir sebebi bu. Ayrıca köle ticaretinin rotalarından biri Arap Yarımadası’ndan geçiyor. Hacca gidenler, kanıt olarak köle getiriyordu.”
‘TABU BİLE OLAMADIK’
Üçüncü kuşak artık sesini yükseltiyor: “Osmanlı’nın kölelik tarihi bilinmiyor. ‘Müslümanlıkta kölelik olmaz’ diyenlerle karşılaşıyoruz. Tarih kitaplarında yokuz, kimse bizi bilmiyor. ‘Osmanlı’da kölelik’ konusu Ermeni ve Kürt meselesi gibi ‘tabu’ bile olamadı! Hepten yok sayıldık. Bir yüzleşme istiyoruz. Bu ülkenin yerlisiyiz. En azından özür dilensin.”
ÖTEKİNİN ÖTEKİSİYİZ
Peki şehirlerde nasıl karşılanıyorlar? Karakartal, tecrübesini şöyle anlatıyor: “Bir tür ‘egzotik meyve’ muamelesi görüyoruz. ‘Ne kadar iyi Türkçe konuşuyorsun’ diyorlar; Evet, çünkü buralıyız! Bana bunu sorandan daha İstanbulluyum ama anlatamıyorum. Sürekli saçımıza, burnumuza, belimize dokunuyorlar. Dokunulmak istemiyoruz. Bazı politikacılar mağduriyetlerini anlatmak için ‘Zenci Türküz’ diyor. En altta olduğuna dair verilen referansların ırk üzerinden hele de ‘zencilik’ üzerinden yapılmasından rahatsızlık duyuyoruz. Bu ülkede yaşayan ve sürekli ‘zenci’ denilerek ötekileştirilen insanlar hiç düşünülmüyor. Ötekinin ötekisiyiz.”
BABAM 'KARADENİZLİYİZ' DERDİ
10 yıldır İstanbul’da mankenlik ve oyunculuk yapan Kıvanç Doğu için geçmişini aydınlatmak kolay olmamış: “Babam simsiyah bir adam ama sorunca ‘Karadenizliyim’ derdi. Üniversiteyi baskı sebebiyle bıraktım. Kocaeli’nde bir kadın beni gösterip ‘Bakmayın, bu şeytan’ demişti. Osmanlı politikaları sonucunda başka gruplar gibiTürkiye’ye getirilmişiz. Tarihi değiştiremeyiz ama öğretebiliriz.”
'ARŞİVLER AÇILSIN'
Gülşah Gözek anne tarafının Afrikalı olduğunu üniversitede öğrenebildiğini anlatıyor: “Osmanlı döneminde Sudan’dan Söke’ye işçiler getirildiğini öğrenince ancak ‘Bizim hikâyemiz buymuş!’ dedim. Sözel tarihten bilgi arıyoruz. Rengimizden başka ipucu yok. Osmanlı zamanında insanların Afrika’dan zorla getirildiği ve çalıştırıldığının, azad sistemiyle de çöpe atılır gibi sokakta kaderlerine teslim edildiklerini devletin kabul etmesini istiyorum. Büyük dedelerimin kim olduğunu, hangi dilde konuştuklarını öğrenmek istiyorum. Osmanlı iyi bir arşivcidir. Açılsın, bakalım.”
Hürriyet