"Adı yeni bir parti hazırlığı ile anılan Ali Babacan’ın düşünceleri konusunda duyumlarım var" diyerek yazısına başlayan Tılıç, "Babacan’ın partisi, gelinen noktadan ve tehlikeli gidişten yetkilerin tek elde toplandığı başkanlık sitemini sorumlu tutuyor ve “kesinlikle parlamenter demokrasiye dönüşten yanalar.” dedi.
İşte Doğan Tılıç'ın "Babacan başkanlık mı istiyor?" başlıklı o yazısı:
Bizim başkanlık sisteminin tam olarak ne olduğunu anlamak için YSK’nın İstanbul seçimi ile ilgili gerekçeli kararına bakmak yeter. Başkanı dahil 4 üyenin muhalefet şerhi, başka hiçbir kanıta gerek kalmadan hukukun ve sistemin temel kurumların ne halde olduğunu gösteriyor!
Türkiye, ekonomide de dış politikada da olağanüstü bir sıkışmışlık içindeyken, etrafımız yeniden ısınıyor. Dümeninde Trump’ın oturduğu bir ABD, krizini bölgemizde çıkaracağı bir savaşla aşma sevdasına kapılırsa, 1 Mart gibi bir tezkere çıkaracak bir Meclis de yok!
Geçen günkü “Tsitsekun!” başlıklı yazımda, acele edip, “Çerkesler soykırım ve sürgünün 155. Yılında ‘Muhatabın tam karşısındayız’ diyerek İstanbul’da Rusya Başkonsolosluğu’na yürüdüler” demiştim, ama hayır! Polis bu yıl buna izin vermedi.
Hemen her kararı başkanın aldığı bir sistemle olağanüstü tehlikeli sularda, üstelik gemi de su alırken, yüzmeye çalışan bir ülke oldu Türkiye.
Gidişatın hiç de iyi olmadığını açıktan ifade eden AKP’lilerin sayısı da artıyor ve Davutoğlu ile Babacan’ın da yeni parti hazırlığında oldukları herkesin malumu.
Bütün gözler artık çoktan bir belediye seçiminin ötesine geçmiş olan 23 Haziran’a dikili. Sonuç ne olursa olsun, İstanbul seçimi ülkenin geleceğini tartıştıracak!
Muhalefet partilerinin başkanlık sistemi konusunda görüşleri belli: CHP ve İyi Parti referandumdan beri karşılar. Bir ara “tartışılabilir” dese de, HDP de “yasama, yürütme ve yargıyı tek elde toplayan” modeli reddediyor. SP yaşananlardan sonra başkanlıktan iyice uzaklaştı; “bugünkü haliyle başkanlık sisteminin fayda sağlamadığını ve yeni bir referandumla değiştirilmesi gerektiğini” söylüyorlar.
Artık önemli bir siyasal aktör olan İmamoğlu; memleketin psikolojisine ve sosyolojisine uygun olanın parlamenter sistem olduğunu, “ancak Türkiye’nin yol haritasının ne olması gerektiğine şeffaf bir şekilde halka sorularak karar verilmesi gerektiğini” söyledi.
Yeni parti çalışmasına hız vermiş olan Davutoğlu eskiden savunuculuğunu yapıp gerçekleşmesinde rol oynadığı başkanlık sistemi konusunda şimdi ne düşünüyor, bilmiyorum. Ancak, adı bir başka parti hazırlığı ile anılan Ali Babacan’ın düşünceleri konusunda duyumlarım var.
Öncelikle; Davutoğlu ve Babacan’ın ayrı yürüdükleri kesin. Babacan ve çevresinin hedeflediği ANAP benzeri bir merkez partisi ve Babacan’la birlikte olanlar Davutoğlu’na şiddetle karşılar. Gül’ün de Babacan’ı desteklediği ama arka planda kalacağı zaten yazılıp çizilmişti.
Kuruluş yıllarında AKP’yi ülkedeki iş dünyasına anlatan iki kişiden biri olan Babacan’a, Türkiyeli iş insanları arasında o günlerden gelen bir sempati var. Bunun yanına dışarıdaki kredisini de koymak lazım.
Trump ve Putin gibi liderlerin dünya ekonomisini bir felakete götürmesine nasıl engel olunabilir diye tartışan ve her ülkeden bir kişiden oluşan grup var ve o grupta Türkiye’den Babacan’ın olması onun dış kredisinin işareti sayılabilir.
Davutoğlu’nun “fazla hızlı” gittiği değerlendirmesini yapan Babacan çevresi parti kurma konusunda kesin kararlı ve kararlılıkları Saray’ın herhangi bir müdahalesinin onları caydıramayacağı kadar çok. Ancak “aceleleri yok”.
Aslında bunların çoğu zaten yazıldı. Benim asıl merak ettiğim; Babacan’ın partisinin siyasal rejim konusundaki tavrıydı; başkanlıkla devamdan mı, parlamenter sisteme dönüşten mi yanalar?
Birkaç gün önce o merakımı giderebildim; Babacan’ın partisi, gelinen noktadan ve tehlikeli gidişten yetkilerin tek elde toplandığı başkanlık sitemini sorumlu tutuyor ve “kesinlikle parlamenter demokrasiye dönüşten yanalar.”