*Ali Bayramoğlu
Türkiye yol ayrımında
Kritik 16 Nisan anayasa referandumuna bir aydan az bir süre kaldı. Şüphe yok, toplumun ve siyasetin geleceğine dair bu tür önemli tercih anları demokratik ve özgür bir siyasi ortam gerektirir. Türkiye ise popülist milliyetçiliğin otokratik örneklerinin sergilendiği, son yılların en boğucu siyasi kampanyalarından birisini yaşıyor. Hürriyet Gazetesi yazarı Taha Akyol’un şu tespiti mevcut tabloyu özetliyor: “İktidarın propaganda makinesi tam gaz çalışıyor, devlet gücünü de devreye sokarak muazzam bir evet kampanyası yürütüyor. (...) ‘Evet’in devlet gücüyle nasıl desteklendiğinin, ‘hayır’ın da yine devlet gücüyle nasıl baskılandığının örneklerini her gün görüyoruz.”
Milliyetçi Hareket Partisi’nin 15 Temmuz öncesi en kuvvetli lider adaylarından olan eski İçişleri Bakanı Meral Akşener’in yürütmeye çalıştığı “hayır” kampanyasının, filli şiddet eylemleriyle, kimi valilerin miting yasağı ilan etmesiyle engellenmesi bu konuda simgesel bir örnek.
Bir diğer örnek, Seçim Kanunu’nun kampanyalarda özel TV’lerin ölçülü ve adil yayın yapmasını düzenleyen maddesinin bir süre önce kanun hükmünde kararnameyle kaldırılmasıydı. İktidar bu yolla kendisine yakın ve sayıca kabarık TV kanallarında başkanlık sistemine “hayır” diyen muhalefetin sesini tümüyle kıstı. Üstelik bu düzenleme, seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin üzerinden bir yıl geçmeden uygulanamayacağını emreden anayasa hükmüne rağmen yapıldı.
Kural ve kanunların içini boşaltan bu tür keyfi yorumlar, yasa ve anayasa ihlalleri referandum kampanyasına birçok açıdan egemen. Bunlardan en önemlisi cumhurbaşkanın tarafsızlığı meselesi. Anayasa, cumhurbaşkanının tarafsız kalması gerektiğini söylüyor, cumhurbaşkanı tarafsızlığını koruyacağına dair yemin ediyor. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, halk tarafından doğrudan seçildiği için artık bu hükmün anlamının kalmadığını ve kendisinin taraf olduğunu söylüyor. “Hayır” cephesini kriminalize eden, Almanya ve Hollanda krizlerinde olduğu gibi suni gerginlikler yaratan, hoyrat bir “evet” politikası yürütüyor.
Üstelik bu tablo sorunun sadece bir yönünü oluşturuyor. “Evet” kampanyasının dili ve kurgusu da demokrasi açısından bir o kadar tahrip edici. Kampanyada anayasa değişikliğinin içeriği pek az yer tutuyor. Onun yerini milliyetçi, güvenlikçi, baskıcı bir retorik almış durumda. Erdoğan’ın meydanlarda attığı sloganlar içinde bu retoriği, yürüttüğü kampanyayı en iyi tarif edeni şu: “Milleti bölemeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, vatanı parçalayamayacaksınız, devletimizi yıkamayacaksınız, ezanlarımızı susturamayacaksınız, bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz...”
Bu retorikte “evet” oyu “bütünlük ve gücü”, “hayır” tercihi ise “bölünme ve ihaneti” simgeliyor. Önerilen yeni sistemin “bütünlüğü”, mevcut anayasal yapının ise dağılmayı neden temsil ettiğinin bu mantıkta bir önemi bulunmuyor. Nitekim “evet” tercihinin doğruyu temsil ettiği iddiası, anayasa paketinin içeriğini değil, kimlerin “hayır” kampanyası yürüttüğünü referans alıyor. Bu söylem, zaman zaman “hayır” oyu verecek kesimlere yönelik bir tehdit tonu kazanabiliyor. İslam karşıtı, millet dışı ya da karşıtı tarzında açık ithamlara dönüşebiliyor. Erdoğan’ın “Hayır diyenlerin konumu, 15 Temmuz darbesinin yanında yer almaktadır” sözleri bu duruma açık örnek.
16 Nisan referandum kampanyası pek çok yönüyle Türk siyasi tarihinde ayrı ve önemli bir sayfa oluşturacağa benzer. Zira kampanya Erdoğan’ın keyfi ve otoriter eğilimini, şahsi ve otoriter bir kurumlaşmaya dönüştürme gayretinin, “milliyetçi popülist düzen”e doğru yol almasının ipuçlarıyla dolu.
Göstergeler bariz. Toplumun bir kesimi, “millet” adı altında toplumun tamamı gibi görülüyor. Liderleri Erdoğan ise Cumhurbaşkanı olduğu günden bu yana artan oranda kendisi ile bu milleti özdeş kabul ediyor. Buna göre milletin düşüncesini lider temsil ediyor ya da daha doğru bir ifadeyle herhangi bir zamanda, herhangi bir konuda lider ne düşünürse o, milletin de düşüncesi olarak kabul ediliyor. Buradaki ilk kritik husus, millet ile lider arasındaki aracıların, kurumların, mekanizmaların asgariye indirilmesidir. Bu durum, anayasa reformunun ruhunu yansıtmaktadır. İkinci kritik husus ise bu sisteme itiraz edenlerin millet dışı ilan edilmesidir ve bu, peşinde koşulan popülist düzenin kurucu unsurlarından birisi haline gelmiştir.
Bu koşullarda referandum Erdoğan’ın istediği istikamette sonuçlanırsa ne olur? Erdoğan, çok büyük bir ihtimalle böyle bir durumu 15 Temmuz sonrası keyfi uygulama ve politikaların onaylanması olarak ilan edecek, hatta olağanüstü rejimi sıradanlaştırmanın vesilesi haline getirecektir. Bunun ipuçları Cumhurbaşkanı’nın “16 Nisan aynı zamanda 15 Temmuz'un bir cevabı olacaktır. 15 Temmuz'a önemli bir çıkışı olacaktır” sözlerinde gizlidir.
Erdoğan’ın referandumdan galip çıkması halinde ülkenin Avrupa Birliği’yle gerilen ilişkileri büyük ihtimalle donma noktasına gelecek. Erdoğan bunu kendi açısından “16 Nisan’dan sonra AB’yle ilişkilerimizi gözden geçireceğiz. AB üyelik süreciymiş, geri kabul anlaşmasıymış artık hiçbiriyle bizi tehdit edemeyecekler, bitti o işler” sözleriyle şimdiden ilan etmiş bulunuyor. Avrupa’nın pozisyonu da çok farklı değil. Türk liderinin Nazi suçlamalarının uzun sürecek etkileri yanında, AB’nin referandum sürecindeki resmi tutumunu Venedik Komisyonu’nun anayasa değişikliği hakkında hazırladığı, yetkilerin tek elde toplamasına işaret eden eleştirel raporu özetliyor. AB yetkililerinin ortak açıklamasıyla bu tutum teyit edilmiş bulunuyor.
Şimdi kritik soru şu: Bu keskin ihtimaller de dikkate alınırsa, Erdoğan’ın dili, kampanyası ve gidişi Türk toplumunu, en azından çoğunluğunu peşinden sürükleyecek mi? Bu konuda, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için pek çok çalışma yapan araştırma kuruluşu ANAR’ın Genel Müdürü İbrahim Uslu’nun birkaç gün önceki görüşmemizde söylediklerine kulak vermek gerekir: “AKP ve Erdoğan’ın kampanya dili, Almanya ve Hollanda’yla yaşanan kriz ve benzerleri, Erdoğan politikalarına mesafe alan muhafazakâr kitle için yeterince ikna edici olmadı. Üç ay önce ‘hayır’ ve ‘evet’ oyları başa baş durumdaydı. Bugün hala başa baş. Fikrini beyan etmeyen suskun ve gizli hayırcıları dikkate alırsak ‘hayır’ oyları at başı önde görünüyor.”
Şu açık: Referandum sadece bir anayasal sistem tercihi için yapılan bir oylamadan ibaret kalmayacak. Muhalifi ve muhafazakârıyla Türkiye toplumunun otoriter gidişe dur deyip demeyeceğinin tarihi sınavı ya da kritik anı olacak.