Altan kardeşlerin avukatı Cinmen: Tutuklu değiller, tutuluyorlar; 12 Eylül'de neyle suçlandığınızı bilirdiniz.
Ergin Cinmen, "Mehmet ve Ahmet Altan’ın tutuklanma nedeni ifade özgürlüklerini kullanmaları" dedi. Cinmen "Altan’lar şu anda tutuklu değiller, tutuluyorlar. Tutukluluk hukuki bir kavram. Suçlulukta kuvvetli belirti, kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi var mı bunlara bakılır. Bunların hiçbiri Altan’ları tutuklama kararında gerekçelendirilmedi" diye konuştu. Olağanüstü Hal (OHAL) ilanından sonra hukuki durumu '12 Eylül'den de vahim' olarak niteleyen Ergin Cinmen, "12 Eylül’de, soruşturma aşaması savunmaya olabildiğince açıktı. Neyle suçlandığınızı bilirdiniz" dedi.
Cumhuriyet'ten Canan Coşkun'un Ergin Cinmen'le yaptığı söyleşi şöyle:
-Mahkemenin gerekçesi belli ancak sizce Altan kardeşler neden tutuklu?
Mehmet ve Ahmet Altan’ın tutuklanma nedeni ifade özgürlüklerini kullanmaları. Mehmet Altan’la başlarsak eğer iki ana başlıkta suçlama getiriliyor. Biri artık gazetelerde karikatür haline gelen subliminal mesaj iddiası. Bu iddia internetten öğrendiğimiz yakalama-el koyma- gözaltı kararında yazıyor. Aslında, iki insanın da gözaltına alınıp tutuklanmasına karar veren yargının da dışında bir çevre var. Yandaş medyada, Can Erzincan TV’deki konuşmayla ilgili, ‘darbeyi biliyorlardı’ diye 15 gün yayın yapıldı. Sonra bu operasyon icra edildi. O gün televizyonda edilen yarım cümleyle, darbeci askerlerin şuur altına etki etmek suretiyle darbeyi yaptırmak. O suçlamanın başka izahı olamaz. Akli değil ama bu.
-Dosyadaki gizlilik kararı kaldırıldı mı?
Dosya bize gizli ancak medyaya açık. Dosyadaki begeler bir kısım medyaya servis ediliyor. Tutuklandıkları gece bekliyoruz. O sırada sabah.com.tr savcının tutuklama istediğini yazmış. Bu, bir suç. Yargılamanın y’sine aykırı. Bir gizli tanık dinlenmiş. Nazlı Ilıcak dinlenmiş. Biz bunları Yenişafak, Sabah, Akşam ve Star’dan öğreniyoruz. Bu bir rezalettir!
-Altan’ların tutuklanmasının, darbe soruşturmasını sulandıracağı ifade edildi. Bu görüşe katılıyor musunuz?
Altan’lar şu anda tutuklu değiller, tutuluyorlar. Tutukluluk hukuki bir kavram. Suçlulukta kuvvetli belirti, kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi var mı bunlara bakılır. Bunların hiçbiri Altan’ları tutuklama kararında gerekçelendirilmedi. Dolayısıyla bu bir tutuklama kararı değil. Bu fiilen olağanüstü dönemlerde ve darbe dönemlerinde görülen tutma faaliyeti. Bunu kanunlar yazmaz. Doktrinde yavaş yavaş tartışılan düşman ceza hukuku vardır. Bir savaş halinde düşman sizin elinize düşmüştür. Bir yargılama yapmak durumundaysanız bu böyle olur. Ortada bir tutma hali var. Sulandırılacak bir şey yok.
-Darbe soruşturmasına dair insanlarda şüphe oluştu. Soruşturmaların sonu nereye varacak?
Ahmet Altan, Taraf’tan 2012’de ayrıldığı için, savcı suç tarihini 2012’ye getirdi. Çok tehlikeli yerlere geliyor. Eğer suç, 2012’de başlatılırsa AKP iktidarının tümü, hemen hemen tüm bakanlar dikkat etsinler. Bu iş yavaş yavaş kendilerine doğru da geliyor. Yapılacak doğru düzgün soruşturma, bu darbeye girişen asker şahıslarla, onlara darbeyi bilerek yardım eden kişileri kapsamalıydı. Soruşturmayı genişlettiğiniz zaman, toplumun önemli bir kısmını siyasi iktidarı da işin içine alırsınız. Özel kast denen bir şey var. Bilerek isteyerek bir örgütün üyesi olmak. Cumhurbaşkanı, darbeden sonra meydanlarda “Ey halkım siz ve Allah’ım beni affetsin. Bunları devletin içine biz koyduk” dedi. Devlet onları pompaladı, birçok insan için ekonomik bir kapı haline geldi. Şimdi, birçok insanı evinden alıp “Cemaattesin o zaman FETÖ üyesisin” demek kabul edilebilir değil. Savcıların cemaat mensubu olmakla, FETÖ mensubu olmak arasındaki farkı iyi çizmeleri lazım. Cemaat üyesi olmak suç değil, çünkü başta Cumhurbaşkanı olmuş. Hâkimler ve savcılar bu ayrımı yapmazsa büyük bir kargaşa çıkar. Ve çıktı da...
-OHAL uygulamaları sizce Türkiye’yi nereye sürüklüyor?
Kaosu, bütün toplumu sararsa hukukla çözemezsiniz. Hukukun tamamen dışına çıkarsınız. Hukuksuzluk, daha büyük hukuksuzluğu doğurur. Gidiş bu gidiş. Burada kilit nokta siyasi irade ama bu işi uygulayan savcılar. Savcıların, bu meseleyi hukukun içine çekmeleri lazım. Zararın neresinden dönülse kârdır. Her ay tutukluluk incelemeleri yapılıyor. Bu tutukluluk incelemeleri bir fırsat bilinmelidir. Hâkimler dosyayı bilmedikleri için ‘tutukluluğun devamına’ diyorlar. Ama savcı isterse tahliye çıkıyor. Dolayısıyla Türkiye’nin nereye gideceğinin tespiti, savcıların elinde. O savcılar da fazla değil, bir elin parmağı kadar. Çünkü görevlendirilmişler. Üzerlerindeki sorumluluk çok büyük.
Herkes korkuyor
-FETÖ soruşturmasına, günün birinde Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil edilebilir mi sizce?
Eğer cemaat üyeliği bir suçsa siyasi iktidarın çok önemli kadroları da işin içine çekilir. Savcı suçun başladığı tarihi Ahmet Altan’la 2012’ye çekti. O süreçteki gazeteler taransa kim ne dedi, kim nerede görürsünüz. Yalçın Akdoğan 2004 MGK kararını yok sayıyoruz demişti. Örgütü biz besliyoruz diyorlardı.
-Altan’ların tutuklanmasına yeterli tepki verildi mi?
Şu anda ciddi bir sessizlik ve suskunluk var. Herkes korkuyor. Ne yapabilir insanlar? Tutuklu 130 gazeteciye yöneltilen iddialar, bizim dosyadaki iddialara benziyor. “Kapatılan kanallarda niçin çalıştın” diye soruluyor. Bir akım başladı. İfade özgürlüğünü kullanma nedeniyle örgüt üyeliği... Böyle bir şey 12 Eylül’de görülmedi. Bu, çok tehlikeli bir şey. Hukukun yok edilmesidir. Sulh ceza hâkimlerinin bir bölümü gerçekten belli bir siyasi organizasyonun büroları gibi çalışmaya başladılar. Böylesi hukuk tanımaz bir dönemin içindeyiz şu an.
Suçu: Yazdığı muhalif yazılar!
-Dosyadaki tek delil televizyon kaydı mıydı?
Özellikle Mehmet Altan’ın hâkimlik sorgusunda söylenen, yaşamının tümü itıbarıyla ortaya koyduğu düşünceleri ve iktidara muhalif yazıları. Başka hiçbir şey yok. Hangi yazılar diye soruldu. Hâkim bilmiyor. “Sen şu başlıklı, şu tarihli gazetede, şu kanalda şunları demişsin. Ne demek istiyorsun?” diye bir soru sorulmadı.
Subliminal yolla darbe teşebbüsü
-Ahmet Altan açısından durum nasıl?
Subliminasyon yoluyla darbeye teşebbüs. Taraf gazetesindeki yayınlarla örgüte yardım etmek. Yani gazetecilik faaliyeti. Normal hukuk devletlerinde hukuk güvenliği diye bir şey vardır. Bu, şu demektir: Devletin yasalarını bilirseniz ‘hangi fiilleri işlersem suç teşkil eder?’ dersiniz. Suçlar belirlidir. Eylemleriniz belirlidir. 12 Eylül döneminde daha çok yasal sosyalist kuruluşlar, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne veya DİSK üyeliklerine davalar açıldı. ‘Bunlar yasadışıdır’ diye insanların fiillerine baktılar. Burada ise ifadeler suç olarak değerlendiriliyor. Olacak şey değil. Şu anda iki müvekkilimin de haftada bir gün aile ve avukat görüşü var. Bir saatten yarım saate indirildi. İçeriye mektup yasak, kitap sokmak yasak. İki kardeş beraber kalmak istiyorlar o da yasak. On gün de tecritte kaldılar.
‘Hukuk daha fazla katledilemez’
-12 Eylül yargılamalarına tanıklık eden bir hukukçu olarak, durumun daha vahim olduğunu mu söylüyorsunuz?
Çok daha vahim, çok daha karanlık. 12 Eylül’de, soruşturma aşaması savunmaya olabildiğince açıktı. Neyle suçlandığınızı bilirdiniz. Şu anda hangi kanıtlarla suçlandığınızı bilmiyorsunuz. Müvekkilinizle oturduğunuzda bir kameraya çekiliyorsunuz, hem görüntü hem ses çekiliyor. Bir de cezaevi görevlisi yanınızda oturuyor. Sizi dinliyor. Savunmayla ilgili not alışverişi diye bir şey söz konusu değil. Eğer bir not almışsanız, nota el konuluyor. Soruşturmanın savcısına gönderiliyor. 15- 20 gün sonra o notlar size geliyor veya gelmiyor. Bu görülmemiş bir şey. Bir avukat olarak bunu söylerken acı duyuyorum. Avukatlık bu soruşturmalarda yok hükmünde. Bir anlamda gayrimeşruluğa bir meşruluk katıyoruz. Bunları söylemek de aslında suç. Örneğin Nasuh Mahruki, sadece siyasi iktidarı eleştirdi diye tutuklanıyordu. Öyle bir gidiş ki nerede duracağı belli değil. İnanılmaz bir otosansür var. ‘Devlet büyüklerimize’ her gazeteci her soruyu soramıyor. Çekiniyor. Bu durum hiç yaşanmadı. En sorunlu dönemlerde avukatlık yaptım. Bugünkü gibi savunmayı yok saymak, savunmaya bu derece saldırıda bulunmak ilk kez oluyor. Yazıların, sözlerin örgüt üyeliği olarak değerlendirilmesini ilk kez görüyorum. Ne 12 Eylül’de, ne 12 Mart’ta böyle bir şey yapılmadı.
-Tünelin ucunda bir ışık görüyor musunuz? OHAL bitince ne durumda olacağız?
Hayır, göremiyorum. Tünelin içinde hiçbir şey göremiyorum. Asıl sorun bu. Müthiş bir belirsizlik yaşanıyor. Nereye çarpacağınızı bilmeden kör bir gidiş var. Yapanlar da neye hizmet ettiğini bilmiyorlar bence. Siyasi irade, savcılar, hâkimler bu ülkeye gerçekten de kötülük yapıyorlar. Bu kötülüğü bilmeden de yapıyor olabilirler. Hukuk bundan daha fazla katledilemez. Ölünün üzerinde tepiniliyor. Cemaat üyesi hâkim ve savcıların yaptığından daha kötüsünü yapıyorlar. Onların başına gelenlerin, bir gün kendilerinin başına gelir diye düşünmüyorlar mı?