‘Akrabanın akrabaya ettiğini akrep etmez’ der bir atasözümüz. Kişinin zayıf taraflarını ve sırlarını daha iyi bildikleri için akrabaların yabancılardan daha kolay tehdit oluşturabileceğini ifade eden bu sözün hayatın içinde türlü karşılığı olduğu muhakkak.
Nitekim senaryolarımız da bu sözü perçinleyecek öyküleri pişirip pişirip önümüze getirmekte hayli ustalar. Hangi diziye baksak aile içi ihanetlerle, kardeşin kardeşi bertaraf edip kuyusunu kazmaya çalıştığı durumlarla karşılaşıyoruz. Zira yerli dizilerin olayı, aile dramlarını aşkla ve entrikayla yoğurup izleyiciye yedirmekten ibaret. Kuşkusuz bu tekdüze menüde izleyici talebindeki kısırlığın da etkisi büyük.
Anlayacağınız ‘Bir Damla Gözyaşı’ misali farklı ve gerçekçi öykülerden yaratılan işlerin orijinalinden sapıp erken finale mecbur bırakılmasından göreceğimiz üzere, tercihler rutinin dışındakilere geçit vermemekte. Nihayetinde sansürlerle ve reva görülen kısıtlayıcı cezalarla iyice sıkboğaz edilerek yaratıcılıktan uzak, kadük içeriklere yönlendirilen yerli dizi olayında çember gittikçe daraltılmakta.
Bu durumda senaryolardan ne bekleyebiliriz ki? Onlar da ‘Yok aslında birbirimizden farkımız çünkü biz Türk izleyicisinin algısına göre şekillenmeye odaklıyız’ felsefesiyle üretilmeyi sürdürecek tabii. İlerlemeyi hedeflerken gerilemek bu olsa gerek.
Nasıl ki ‘Kardeş Çocukları’ da bu gerçeğin ötesine geçilemeyeceğinin başarılı bir örneği olarak karşımızda. Hem malumunuz bu sezon pek kayda değer bir reyting performansı ortaya koyulamadı yeni dizilerle. Hal böyleyken Star’ın Pazar akşamında yüzünü güldüren dizinin reyting başarısı ve bu tabloyu ortaya çıkartan etkenler üstüne konuşmak kaçınılmaz oluyor.
KARDEŞ ÇOCUKLARI’NIN GERÇEKLERİ
Gold Film imzasını taşıyan, Faruk Teber’in yönetmen koltuğunda yer aldığı ‘Kardeş Çocukları’nın televizyon dünyasındaki kriterler açısından ilk gerçeği, elde ettiği reyting sonuçları oluyor kuşkusuz. Zira içerik, sunum, oyunculuk gibi detaylar kanal ve yapımcıları pek enterese etmiyor getiri bağlamında.
Bu açıdan baktığımızda Total’de beşinci, AB’de üçüncü olarak izleyiciyle buluşan ‘Kardeş Çocukları’nın daha ilk bölümden rakiplerini geçeceğinin sinyalini verdiği ortada. Devamını da Total’de ve AB grubunda ikinci olup ‘Savaşçı’ ile ‘Elimi Bırakma’yı geçme başarısı sergileyerek getirdi zaten.
Öte yandan ‘Kardeş Çocukları’nın başarısındaki önemli bir gerçek, izleyicinin ‘kadına şiddet’ olgusu karşısındaki tavrında gösteriyor kendini! Daha net ifadeyle, kadına şiddete karşı olma söylemine rağmen insanlarda gizli bir şiddet merakı var. Bu tarz sahneleri izlemeye çok hevesliler. ‘Hem ağlarız hem gideriz’ diyen gelinler gibi ‘Hem eleştiririz hem izleriz’ kafasındalar sanki. Sosyal medyada hayvanlara, insanlara, çocuklara yönelik şiddet içerikli paylaşımların çokluğu da bu tutkunun bir diğer ispatı.
Sözde kınama maksadıyla yapılan bu paylaşımları, sözde lanetleyerek izleme kafasının ekrandaki yansımasıysa, kadına şiddete dayalı başlangıçlar yaparak bu temel üstünden ilerleyen dizilerin başarısında görülüyor. Çok beklediğim halde hikâyenin temel direği olan Fazilet Hanım’ın geçmişine layıkıyla girmeden finalini getiren ‘Fazilet Hanım ve Kızları’nda…
Fırsatçılığı ve hanımının sevgilisini ayartması marifetmiş gibi sunulan Gülru’nun, Gülfem karşısında yüceltilmesini her daim eleştirdiğim ‘Güllerin Savaşı’nda imzası bulunan Sırma Yanık da bu yaklaşımı layıkıyla değerlendirenlerden.
Şöyle ki; ‘Savaştım, bırakmadım kızımı’ diyen Ümran’ın erkek zorbalığına kendince karşı koyuşunu sergileyerek açılışını yapıp Ümran-Umay ikileminden kadın manzaralarıyla yol alarak kıyaslama yaptıran ‘Kardeş Çocukları’, ilk andan itibaren şiddet yüklü bir hava solutturdu izleyicisine. Bu süreçte yok, yok. ‘Ben senin kocanım’ çıkışıyla her şeyi yapma hakkını kendinde gören Cemal’in, sözde kızını parayla satma girişimi…
Annesine ‘Kurban olma artık’ nasihatinde bulunarak cümle kadına şiddete boyun eğmeme mesajı veren Hayat’ın babası bildiği adamı öldürmek için bıçakla odasına gidip ‘şiddete karşı şiddet’ seçeneğini sunması… Ümran’la Hayat’ın pasta sevincine maydanoz olan Cemal’in kulübedeki abartılı şiddet hezeyanı… Ümran’ın, kızı korumak için Cemal’i yaralaması…
Ve annesi hapse düşen Hayat’ın gözü dönmüş Cemal tarafından zincirlenip bir yıl boyunca işkenceye tabi tutulması! Tabii bir de işin duygusal şiddet yönü var ki, burada da kızının varlığını bir türlü kendine layık göremeyip sürekli aşağılayan Umay ile astımlı-ürkek Hayal ikilisi giriyor devreye. Tebrikler.
İkinci bölüme gelince… Şiddet rüzgârı yön değiştiriyor dizide. Dayakla büyüyüp dayakla yaşayan; düşmanlarından değil sevdiklerinden yara alan Ümran, hapishane ortamında panter kesilip atlıyor müdirenin üstüne. Dahası Umay da Cemal’i tehdit olmaktan çıkartmak için çanta dolusu para ödeyerek onu bıçaklatarak şiddet tetikçisi halini alıyor.
İlaveten meraklı sosyetik tayfayı davet edip hepsinin yumuşak karınlarını bir güzel deşerek kadının kadına psikolojik şiddetini sunuyor. Bunların devamının geleceği de muhakkak. Anlayacağınız ‘Kardeş Çocukları’nın senaryosu, sistemli biçimde malzeme yapma ustalığında kaleme alınarak, toplumdaki gizli şiddet merakından layıkıyla faydalanma gerçeğini koyuyor ortaya.
‘Kardeş Çocukları’nın başarısındaki gerçekleri irdelerken senaryonun, ilgi görmüş başka yapımlarla kesişmeler yarattığını ve bu benzeşmelerle gücünü artırdığını da gözden kaçırmamak lazım. Konuyu açacak olursak… Hayli hırslı bir kadın olan Umay’ın, düzeni bozulmasın diye doğurup terk ettiği Hayat’ı kötü davranarak kendisinden uzaklaştırmaya çalışması…
Umay’ın bilinen kızı Hayal ile gizli kızı Hayat arasındaki arkadaşlığın Volkan yüzünden düşmanlığa dönüşecek olması gibi ayrıntılara baktığımızda tüm bu benzeşmeler yeni bir Cennet’in Gözyaşları’yla karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor bize. Neyse ki buradaki karakterler diğer dizide olduğu gibi sürekli ağlak dolaşmıyorlar ortada; Hayat da masum ve aptal kız figürünün dışında. Buradan teselli bulabiliriz bir parça.
Yanı sıra Hayat karakterinin Umay’a hayranlığından ve ‘Senin gibi olacağım’ hırsından Güller’in Savaşı’na köprü kurup Gülfem’in yerine geçme hırsındaki Gülru karakterine ve ikisi arasındaki çekişmeci ilişkiye vararak denkleştirmeler yapmak da mümkün. Keza kadınlar arasında mekik dokumayı seven Volkan’ın Hayat ile gelişecek ilişki sürecinden Hayal ve evde ne iş olsa yaparım modundaki gizli hayranına bakıp Fazilet Hanım ve Kızları’ndaki gibi gelişmeler yaşanabileceğini de düşünebiliriz. İlaveten Umay’ın hem nalına hem mıhına konuştuğu sosyetik arkadaşlarına hükmedişinde ve derneği yönetmesinde Ufak Tefek Cinayetler’deki Merve havasını da hissettiğimi söyleyebilirim.
Diyeceğim o ki; Mehmet Aslantuğ’un Yıldırım karakterinin henüz çok etkisiz kaldığı dizi, şiddetin, yüksek tondan konuşmaların ve entrikaların prim yaptığını gösteren farklı işlerin öne çıkan detaylarından çeşni yaratarak oluşturmuş kendini. Ne güzel!
Bu tespitleri yapmanın ardından gelelim işin mantığına… İçerik itibariyle çağrışımlar yaratarak başarıyı yakalayan ‘Kardeş Çocukları’nın gerçeklerinde üstünde durulması gereken bir başka ayrıntı da mantık boşlukları. Burada en çok dikkatimi çeken birkaçından bahsetmek isterim.
KARDEŞ ÇOCUKLARI’NDAKİ MANTIK BOŞLUKLARI
Süre doldurma kaygısının ağırlığı altında olan senaryoların yüzde yüz mantıkla ilerlemesini beklemenin nafile olduğu bir gerçek. Lakin bazen öylesine göze batan mantıksızlıklara imza atılıyor ki, değinmeden geçemiyoruz biz de.
‘Kardeş Çocukları’nda bu açıdan vurgulanacak ilk mantık boşluğu, Ümran’ın şiddet saçan kocasını yaralamasından sonra Hayat’ın başına gelenlerde çıkıyor ortaya! Ümran’ın yaralama gerekçesi babanın-kocanın şiddeti olduğuna göre nasıl oluyor da Hayat böyle bir adamla aynı evde yaşamaya terk edilebiliyor? Ümran’a şiddet suçlusu olduğunu söyleyen adalet sistemi neden kızı koruma altına almıyor da Celal’in eve dönüp istediği gibi zulmetmesine fırsat yaratıyor? Ümran ve kızı, kendilerini ölümle tehdit eden Celal aleyhine suç duyurusunda niye bulunmuyor? Hani adama cezayı geçtim hiç olmazsa uzaklaştırma verilse ve o da, hastaneden sonra Hayat’ı koruma altına alındığı bir yerden kaçırıp hapsetse… Zincirli bodrum işkencesi mantığa uyacak ama mevcut haliyle izleyici kotarma mantığının ötesine geçemiyor maalesef.
Dizideki bir başka mantıksızlık, Ümran’ın kızının kayboluşunun kolayca kabullenilmesi. Ümran hapiste olduğu için elinden bir şey gelemez. Peki, adalet mekanizması neden dayakçı babayı adam gibi bir sorguya alıp evini aramaz? Gerçek hayatta da işler böyle yürüyorsa vah vah.
Ümran ve Hayat’tan mantık boşluklarını sürdürürsek… Bir yıl boyunca el işleriyle kendini avutan Ümran’ın ‘Hayat teyzesine gitti’ haberinin ardından takındığı vahşi tavır sorgulanacak türden. Müdirenin yakasına yapışıp ‘Kızımı almaya gidiyorum’ diye kafa tutarak, kadını rehin alarak mağdur mahkûm anne havası atması ne iş? ‘Avlu’dan mı özenildi, anlayamadım. Üç beş gün sonra tahliye olacak biri böyle davranmaz. Neyse ki bu hususta hastane tuvaletinin penceresinden kaçma teşebbüsünün ardından öz eleştiri geldi de mantık biraz doldu.
Hastane demişken… Hayat’ın hastane süreci de tam anlamıyla mantıksız sunuldu bize. Hastanın insanlıktan çıkmış vaziyette olduğu beyanıyla doktorluğu dibe vurduran senaryo, şiddet mağduriyeti sonucu hem fiziksel hem de ruhsal yıkıntı yaşayan kızı, henüz tedavisi tamamlanmadan kimliği meçhul birine apar topar teslim ettiriverdi. Doktorlar ve emniyet görevlileri yüksek yerdekilerden bu kadar çekiniyor demek ki! Ayrıca polisin Umay’ın yıllar önce kimlik değiştirmesini araştırıp bulması ve Hayat’ı ona teslim etmesi de bir garip. Madem böyle bir araştırma yapılabiliyordu o takdirde neden Cemal’in yaralanma olayının ardından teyze bulunup da Hayat ona teslim edilmedi ve bir başına eve yollandı?
Tüm bunların dışında… Yoğun çalışma temposuna aldırmadan araba teslimatçılığına soyunan ünlü doktor Yıldırım’ın panik atak geçiren Hayat’ı, doktorlukla bağdaşmayacak biçimde, sokak köşesinde bırakıp gitme sorumsuzluğu… Hayat ve Hayal’i gezmeye götüren Volkan’ın onları sap gibi bırakıp başka kızlara koşturarak selfie meraklılarına fırsat yaratması… Koskoca Karay malikânesinin kapısında tek bir güvenlik tedbirinin-görevlisinin bulunmaması ve elini kolunu sallayanın bahçeye dalabilmesi gibi mantık boşluklarını da işaret etmek isterim.
SONUÇTA; Ayça Bingöl’ün canlandırdığı Ümran karakterinin tavırlarını-bakışlarını gereksiz abartılı bulduğum… Nur Fettahoğlu’nun performans-karakter dengesi sayesinde Umay’ı dizinin en başarılı karakteri haline getirdiğini düşündüğüm… Bodurumda iyi performans çıkartan Afra Saraçoğlu’nun teyzesinin evindeki duruşuyla Hayat’ta Fazilet Hanım ve Kızları’ndaki Ece’yi anımsatmaya başladığını gözlemlediğim ‘Kardeş Çocukları’nın temel gerçeği, gücünü şiddetten aldığı yönünde!
Hal böyleyken dizinin kesin başarısına güvenmek için henüz çok erken derim. İçeriğin şiddet faslı tükenmiş göründüğüne göre bundan sonrasındaki performans asıl gerçek başarıyı gösterecek bize. Dolayısıyla Celal’in gerçekleri söyleme tehdidinin gölgesinde yaşanacak kardeş çekişmeciliğinin yanı sıra Volkan’ı elde etmede Hayat-Hayal rekabeti ve Ümran-Umay-Yıldırım üçgeni girecek devreye. Volkan-Hayat-Hayal açısında yaşanacakları kestirmek az çok mümkün de… Yetişkinler cephesi bir parça muallâkta. Orada da ‘Mehmet Aslantuğ’un sakin duruşundan böyle bir çatışmacılık ne kadar çıkarsa artık…
‘Şayet ekstra gelişmeler ve daha güçlü rakipler ortaya çıkmazsa sezon sonuna dek başarı gidişatı sürecektir’ diyerek uzun ömürlülük için bol şans dileyip koyalım noktamızı.
Anibal GÜLEROĞLU