İşte Arman'ın röportajı...
Olay çıkaran kitabın "Birbirimize"yi hangi saikle yazdın?
Bana rağmen oldu, içimden aktı. Aslında ikinci romanımı yazıyordum. Sonra bir gün aniden bir öykü aklıma geldi, yazdım. Derken başka öyküler de yazdım. 23 tanesi "Birbirimize"yi oluşturdu.
Yazarken edindiğin bir misyon var mıydı? Harvey Milk gibi... Çaktırmadan bir öncülüğe filan mı soyundun?
Yok canım. 1991'de özel televizyonlar yayına daha yeni başladığında, Duygu Asena'nın programına çıkıp, eşcinsellikle ilgili konuşmuş adamım. Ben oradalan geçtim. Bu kitabı yazarken edebiyat dışında bir amacım olmadı.
"Gay sevişmesi yazarsam yer yerinden oynar" diye düşünmedin mi?
Geldik meselenin özüne... Kitapta, eşcinsel sevişme diye bir şey yok. Belki bir-iki yerde, birkaç cümle ve imayla bir sevişmeden söz edilebilir, o kadar...
Eleştirmen Feyza Hepçilingirler yanlış algılamış o zaman...
Valla yanlış mı anlamış bilmiyorum, homofobik sahtekárlığıyla kitabımı "sevişme kitabı" olarak lanse ediyor! Neymiş, eşcinsel sevişme okumaya hazır değilmiş! Tuhaftır, bütün bunları da kendi öykü kitabının çıkmasına bir hafta kala yapıyor!
Bir dakika ya, sevişme olsa ne olur, olmasa de olur...
O da var tabii. Dünya edebiyatı böyle başyapıtlarla dolu. Thomas Mann'ın, Tadzio adlı genç çocuğun güzelliğinin peşinde ölüme giden bir yazarı anlattığı "Venedik'te Ölüm" adlı kitabı için ne diyeceğini merak ederdim. Ama etmiyorum. Bu sığ mürebbiyenin, edebiyat dünyasında işi olamaz!
Belki de "İki erkeğin sevişmesini edebiyat diye yutturuyor" demek istiyor. Eşcinselliğine değil, edebiyatçılığına laf ediyor...
Evet, bunu söylüyor utanmazca. Kitaptaki bir işkence sahnesini de, seks sahnesi gibi alıntılıyor. Bu kadar ahlaksızca yani. Benim edebiyatıma laf edebilmesi için, çok fırın dolaşması lazım. Onu edebiyat bilgimle de yeteneğimle de, fena mahcup ederim.
Peki eşcinsel ilişki okumaya hazır olmayan biri, günün birinde hazır olabilir mi?
Feyza Hanım bu yaştan sonra hazır olmasın bence. Bu haliyle idare etsin.
Kitabını sevmemiş olamaz mı? Böyle bir hakkı yok mu?
Olabilir ama bunu bunu böyle ifade etmezsin. Başka türlü yaparsın.
Bir profesör, bir araba tamircisiyle nasıl birlikte olabilir?
Eşcinseller, aşkla seksi ayırmayı heteroseksüellere göre daha mı iyi bilir?
Bence daha çok karıştırıyorlar. Bu ikisini ayırma konforu heterolarda. Eşcinsellik platonik aşka daha fazla mecbur ve bunun avantajını da sanattaki, edebiyattaki etkinliklerinde görüyoruz. Eşcinseller hafif bir teması, bir yakınlığı aşk ya da seks olarak nitelendirebiliyorlar. Ama ayırdılar mı da tam ayırıyorlar. Karasevdanın çağımızdaki yeri, eşcinsellerin yanı başıdır. Aşkın da seksin de heterolar için portatif hale getirildiği bir dünyada, eşcinsellerin her ikisi için de çok fazla uğraş vermeleri, çok daha fazla riske girmeleri gerekiyor.
Eşcinsellikle ilgili beni çok etkileyen bir şey var: Bu dünyada sınıf çelişkisi bu kadar keskinken, onlar iplemiyor. Bu nasıl oluyor? Bir profesör, nasıl bir araba tamircisiyle birlikte olabilir? Sadece seks, yeterli mi olayı açıklamaya...
Şöyle düşünülebilir: Madem eşcinsel partneriyle bir kurum oluşturamayacak, madem uzun vadeli bakamıyor ilişkisine, madem ailesine, hetero dostlarına beğendirmek, sergilemek zorunda değil o halde niye denklik arasın? Üstelik bu sınıfsal ayrımlar, o kadar kolay aşılabilecek, o kadar güzel ve üretken bir süreç ki. Eşcinsellik günümüzde sınıflar arasında geçişkenliğiyle de devrimci bir durum. Ve ben açıkçası eşcinseller için evlilik türü kurum hukuku olması durumunda, bu devrimci niteliğin kaybolmasından da korkuyorum.
İyi de insan sevgilisiyle bir çift laf da edebilmek ister. Onunla bir yere gidince gurur duymak ister... Sınıf ve kültür farkı, bunlara engel değil mi?
Yoo. Bir profesör, bir araba tamircisiyle konuşamaz mı? Bence gerçek iletişim budur. Evli çiftlere bakıyorum da asıl onlar konuşamıyorlar. Gerçek konuşmanın yerini kurumlar, statüler, mecburiyetler, mazeretler ve evliliğin sürdürülmesine yönelik formülasyonlar almış. Çoğu evli çift, meraksız bir ilişki sürdürüyor. Ve mutsuzlar. Sekssizler.
Her erkek sence, bir erkekle sevişmenin nasıl olduğunu merak eder mi?
Galiba öyle ya. Çünkü nihayetinde her erkek, erkek vücuduna hayrandır. Çünkü erkeğe güç, kuvvet peşinde olmak öğretilmiş. Kadınlar kadınlara hayran değiller öyle. Kadın en fazla gıpta eder. Erkek ise, erkeğe hayrandır. Kadınlar rekabet eder, erkekler dayanışma içinde olur.
Bu kadar farklı mı kadınla sevişmekten...
Sanmıyorum. Aşk varsa hepsi aynıdır.
Erkekler ve kadınlar sevişmelerini anlatmaya meraklıdır, gay'ler de öyle mi?
Tabii, onlar da meraklıdır.
Kadınlar sevgililerini kadınlara mı, erkeklere mi kaptırdıklarında daha çok üzülüyorlar?
Kadınlara kaptırdıklarında üzülüyorlar ama öfkelendikleri için de intikam alabileceklerini düşünüp rahatlıyorlar. Erkeklere kaptırdıklarında ise şoke oluyorlar, kendilerini çaresiz hissediyorlar. Hangisi daha trajik?
Peki gay'lerin libidosunun heterolardan daha yüksek olduğu doğru mu?
Yüksek olsa ne olacak? Adama "Adın mülayim, sert olsan ne olur!" demişler. Bence eşcinseller, cinsellikleriyle daha fazla tanımlandıkları için sanki cinsellikle daha fazla ilgilenmeye mecburmuş gibi hissediyorlar. İhtiyacı karşılanmamış bir libidodan söz edersek, evet bu gay'lerde daha fazla. Bunu da bir çoğu başka etkinlik alanlarına, mesela sanata yönlendiriyorlar.
Eşcinsel cinayetlerindeki vahşetin sebebi:
Bir eşcinselle sevişmiş olmaktan ölesiye korkuyorlar, arzu nesnelerini yok ediyorlar
Eşcinsel cinayetleri neden bu kadar vahşi oluyor?
Evlerine gittikleri eşcinselle kavgaya tutuşuyorlar. Ve bir kere bıçağı saplamaya başladılar mı duramıyorlar.
Neden?
Çünkü kendileriyle yüzleşmekten, bir eşcinselle sevişmiş olmaktan ölesiye korkuyorlar. Biraz önceki arzu hedeflerini yok etmek istiyorlar. Ve tabii eşcinsellerin kendilerine direnmeyeceklerini düşünüyorlar. Onların parasına, eşyasına daha kolay el koyabileceklerini biliyorlar. Nefret cinayeti denilen kavram bu. Bütün azınlıklar nasibini alıyor. Bir de şu gerçeği kabul edelim: Eşcinsel katilleri, emniyette de, mahkeme de maalesef kayırılıyor. Ya da kayırılacaklarını sanıyorlar. Maço dayanışmasının kendilerini kurtaracağını düşünüyorlar.
Üniversiteyi Viyana'da okudun, Batı'daki gay'lerle bizimkileri kıyaslar mısın...
Can güvenliği, gelecek güvencesi ve hukuki durum açısından bizden çok daha ilerideler. Ama tam da bu, onları daha fazla kendi alt kültürleri içine çekiyor...
Nasıl yani?
Evlilik ve miras hukuku gibi bir eşcinsel hukuku olduğu için, artık onlar da heteroseksüeller gibi ilişkilerini kurumlaştırma yoluna gidiyorlar. Kendi kapalı devre ilişkilerine çekiliyorlar. Bir gettolaşma durumu oluyor. Üstelik tek bir gettoya değil, her eşcinsel kendi sınıfsal konumuna göre ayrı bir gettoya çekiliyor. "Deklare eşcinsel"in daha fazla olması, bu gettolaşmayı artırıyor. Oysa Türkiye'de deklare olsak da olmasak da, heterolarla aynı kamusal ve özel alanlarda beraber olabiliyoruz...
Hálá röportaj yapıyor olsaydım
Bu hafta Aydın Doğan'la yapmak isterdim. Herkesten çok okunurdu çünkü
Türkiye'nin en iyi röportajcılarından biriydin, çok okunan, çok ses getiren röportajlara imza attın. Ama sonra sahneyi terk ettin. Neden?
İltifat ediyorsun! Evet, bir dönem röportaj yapmaktan çok zevk alıyordum. Ama o rekabet, her hafta sonu alınan sonuç, uzun bir maraton, bir lig süreci gibi. Arada durma, uzun uzun etrafıma bakma ihtiyacım olurdu. Ve o koşuşturma içinde bu mümkün değildi, oysa ben sinemada bile tempoyu değil uzun sekansları severim. Yoruldum. İtiraf ediyorum, her hafta çok umurumda olmayan birini ağırlamaktan da sıkıldım. Senin de suçun var tabii. Senin yüzünden herkeste bir röportajcı olma isteği oluştu. Çünkü bu iş, dışarıdan bakınca, kolay görünüyor. Hiç de öyle değil aslında. Çalıştığım yerlerde, benim "röportaj nesnesi" dediğim, röportaj yapacağım insanları bile benden çalmaya kalkanlar türeyince, "Buraya kadar!" dedim, o defteri kapattım. Ve kendimi edebiyatın kucağına attım.
İnsanın, her hafta imzasını görememesi bir boşluk yaratıyor mu? Depresyona giriyor mu?
İmzamı görmemekten değil de, parasızlık yüzünden depresyona girdiğim oldu. İmzamı görmek istediğimde kitaplarımın kapağına bakıyorum.
Arada röportajcı ruhun, "Şununla röportaj yapsam şahane olur!" demiyor mu?
Demez mi? Hatta, soruları hazırlamış oluyorum zihnimde. Özellikle televizyonlarda "iyi soru" kıtlığı söz konusu. Onların soramadığı soruları, ben evde soruyorum.
Bu hafta, benim yerime bu ilaveye sen röportaj yapıyor olsan kiminle yapardın?
Bursaspor'a transfer olan Marksist futbolcu İvan Ergiç'le ya da Ahmet Altan'la. Tabii şansım olsa, Aydın Doğan. Evet, evet o hepsinden daha çok okunurdu.
Sen, sıradan bir manken röportajına bile edebiyat ve Marksizim zerk etmenle meşhursun!
Ya evet, elimde değil, edebiyat ve sosyalizm ben hiç terk etmedi.
Hem gay hem de sosyalistsin ya, senin için hayat hepimizinkinden daha mı zor?
Hem de nasıl! "Muteber yurttaş" olmamak için bütün niteliklere sahibim! Gay ve sosyalistliğe, Kürtlerin barış ve demokrasi mücadelesine olan sempatimi de ekle... Ama n'apalım ben de buyum...
Genç sevenlere mantici Yaşlı sevenlere balamozcu denir
"Eşcinseller aslında bir erkeğin değil de estetiğin peşindeler..." Bu cümle ne anlama geliyor? Neyi kasdediyorsun estetik derken? Gençlik, dirilik, beden?
Hepsi.
Erkek denilen yaratık, aslında kadından daha mı güzel?
Bence öyle. Ama ben eşcinselim böyle söylemem doğal değil mi?
Eski Yunan'da, Doğu'da arzu nesnesi erkekmiş, sonra kadın olmuş, şimdi tekrar erkek mi olacak?
Androjenler olacak.
Eşcinseller, yaşlı bedene yüz vermez mi?
Kimi genç sever, kimi yaşlı.
Eşcinsellerde "genç sevenler", "yaşlı sevenler" diye bir ayrım var mı?
Evet, genç sevenler mantici, yaşlı sevenler balamozcu.
Eşcinseller, kadınlar gibi sevgili artı sosyal konum peşinde değil diyorsun... Peki neyin peşindeler?
Mutluluk.
Ben de sana "Hadi len!" diyorum, biz niye mutluluk peşinde olmayalım...
Peki siz de olun! Ama kadın denilen yaratığın daha hesapçı olduğunu dünya álem biliyor!
En maço görünen alanlarda bile eşcinsellik var
Gay hakem hakemlikten el çektirilmesine çıktı itiraz etti, bana yapılan ayrımcılıktır, eşcinsel olduğum için böyle yapılıyor dedi. Bu itiraf, bu ülke için nasıl bir şeydi?
Bence çok önemliydi. Maço kültürünün tavan yaptığı futbol alanında, hakemlere en fazla seslenilenen kimliği, i..neliği sahiplenmek, hakikaten cesaret işi. Kutluyorum.
"Açık eşçinsel"olmanın bedelleri ne kadar ağır bu ülkede?
E çok ağır. O hakem çocuk neler yaşadı sonra... Kimi mesleki alanlarda daha fazla hoş görülüyor. Hatta işin gereği kabul ediliyor, moda, sahne gibi... Tabii travestileri unutmamak lazım. Esas şiddete uğrayanlar, işsizliğe mahkûm edilenler onlar. Gay'lerin durumu onlara göre çok daha iyi...
Bu son gay polise ne diyorsun?
Ona yapılanları, emekliye ayrılmaya zorlanmasını çok acı buluyorum. Her türlü şiddet ve yolsuzluğa bulaşmış memurların terfi edebildikleri kurumlarda, bir insan bir insana sevgiyle dokunuyor diye dışlanıyor. Ne diyeyim iğrenç!
ASIL ACI OLAN TAŞRADAKİ DURUM
Bu memleketin en maço görünen alanlarında eşcinseller yok mu?
Olmaz olur mu Ayşecim, olmaz olur mu? Zaten onlara da en çok bu koyuyor!
Bizim gay'lerimiz, bir varoluş savaşı mı veriyor?
Bu sene "Eşcinsel Onur Yürüyüşü" hayli kalabalık oldu. Lambda, Kaos GL gibi derneklerin çalışmaları özellikle genç gay'ler üzerinde etkili oluyor. Ve bu gençler militanca mücadele ediyor. Asıl acı olan bence merkezden uzakta, taşrada eşcinselliğini ifade etmek isteyenlerin durumu. Onlarınki gerçek bir varoluş savaşı işte...
Ne kadar yol kat edildi?
Özellikle eşcinselliğin toplumdaki genel özgürlük mücadelesine ideolojik olarak bağlanması konusunda epey mesafe kat edildi. Ufuk Uras, Sebahat Tuncel gibi isimler seçim kampanyalarında eşcinsellerin özgürlüğü için mücadele edeceklerini taahhüt ettiler, sorunları TBMM gündemine taşıdılar. Eskiden sol çevrelerde böyle şeyler mümkün değildi. Yani ideolojik açıdan epey mesafe kat edildi ama hukuk, sosyal güvence gibi alanlarda ilerleme yok. Yasalar, eşcinselleri yok sayıyor.
İyileşme varsa, dönüm noktası neydi?
İyileşme bence Türkiye'deki demokrasi mücadelesinin ivmesiyle bağlantılı ve Avrupa Birliği süreci ile ilgili. Bir de dünyadaki her gelişme Türkiye'ye de yansıyor. Berlin ve Paris gibi iki büyük kentin belediye başkanları eşcinselliklerini kamuoyu önünde özgürce ifade ediyor. 25-30 sene önce o kentlerde de böyle bir şey tahayyül edilemezdi.
Baba olamamak en hayıflandığım şey
Bir kadından çocuk yapıp, baba olma fikrine nasıl bakıyorsun?
Çok isterdim. İşte en çok hayıflandığım şey bunu yapamamış olmam. Çünkü çocukları çok seviyorum. Ama bu duygularımı paylaşacak kadın bir gerekiyor. Bulabilir miyim sence?
SADECE BİRKAÇ KELİMEYLE...
Avusturya Lisesi ne ifade ediyor?
Almanca. Edebiyat.
Oray Eğin?
Tanımam.
Serdar Turgut?
Kararsızlık.
"5000 YTL alıyorum yetmiyor" yazdın, şimdi ayda kaç para yetiyor?
Ne kadar bulursam. Çok daha azı...
Şöhret felaket midir?
Sadece felaket değil.
Her gün internete girip, hakkımda bir şey yazılmış mı, yazılmamış mı diye baktığın doğru mu?
Yalan. Kim beni her gün görüyor?
Düşmanın çok mu?
Sanmam.
Tayyip Erdoğan'la eşcinsellik tartışmak ister misin?
Topluma bir katkısı olacaksa.
Kürt açılımı...
Umutla destekliyorum.
Cihangir'in nesi şahane, nesi berbat?
Çayı şahane, rakısı berbat.
Deniz Alphan?
Zarafet ve ironi. Enfes tatlılar. Gazetede sabahlamalar...
En son ne zaman áşıktın ve gözün hiçbir şey görmüyordu?
2005.
En son neye ağladın?
Selde ölen küçük kıza.
Kimi kaybettin ve çok koydu?
Hrank Dink, Orhan Doğan.
Keşke heteroseksüel olsaydım dedin mi hiç?
Kendimi çok yalnız hissettiğim bazı zamanlar demişimdir.
Grup seks yaptın mı?
Sen dalga mı geçiyorsun? Ben bir kişi bulamıyorum.
Neye tahammül edemezsin?
Samimiyetsizliğe.
Dövmen var mı?
Yok. "Bir gün istemezsem ne yaparım" korkusu.
Türkiye dışında evinde gibi hissettiğin ülke?
Almanya.
Avusturyalı bir eşcinsel arkadaşın annesine, "Biliyor musun anne, ben gay'im" demiş, o da "Garaja git ve intihar et!" demiş. Doğru mu?
Doğru vallaha.
Annen mi baban mı daha çok üzüldü gay olduğunu öğrenince...
Bunu sormaya cesaret edemedim.
Böyle bir şey yokmuş gibi mi davranıyorlar şimdi?
Annem öyle, babamı kaybettim.
Kırgın mı olur gay'ler? En çok kime?
Terk edenlere.
Medyanın en iğrenç tarafı?
Zenginliğe olan hayranlığı.
Yalan söyler misin?
Herkes söyler.
Gay'liğini kullanıyor, paraya çevirmeye çalışıyor diyenlere, sen ne demek istersin?
Yılda en az 100 gün resmen açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorum derim. Bazen sigara param olmuyor derim.
Ayşe Arman - Hürriyet