Önceki romanınız ‘Allah’ın Kızları‘ Hz Muhammed’in hayatını Kabe’deki putların gözünden anlatan çok iddialı bir roman.
Allah’ın Kızları romanımda Müslüman çocukluğumu anlatmaya çalıştım. Oradaki dede figürü anne tarafından adını taşıdığım Ahmet Nedim dedeme atıfta bulunuyor. Dedem inançlı bir Müslümandı. Yargıçtı ama cumaya götürürdü beni. 1’nci Dünya Savaşı‘nda Medine’yi savunmuş, iyi Arapça bilen bir zabit. Aradan yıllar geçti, ben Marksizmin etkisiyle ateist oldum uzun bir zaman. Şimdiki konumum agnostik, yani şüpheci. Allah’ın Kızları‘nda inancı sorgulamaya çalıştım. Ama Müslüman duyarlılık, Hazreti Peygamber’in doğuşu, dedenin hikayesi aynı zamanda. Yetişkinliğinde inancını kaybetmiş anlatıcı çocukluğuna dönüyor.
Allah’ın Kızları‘ndan ötürü sizin için bir soruşturma da açıldı. Sizce İslâmiyet’e kurgu ve sorgulamaları katmak açısından daha katedecek çok mu yolumuz var?
Buradaki temel sorun milyarlarca insanın peygamber olarak inandığı bir tarihsel şahısı bir anlatının öznesi olarak işlemek. Bu ancak onun iç dünyasına nüfuz ederek olabilir. Bunu ancak bir yazar yapabilir. İskender Pala bir konuşmasında, “Ben Diyanet’ten izin almak istedim peygamberin hayatını yazmak için, vermediler” diyor. Sonra yazdı, ‘Bülbül’ün şarkısı‘. Şimdi bir yazar böyle olamaz. Yazar hiç bir kurumdan icazet alamaz. Özgür olmalı. Yoksa yazar değildir. Ben özgür davrandım ama inanca da saygılıyım çünkü Müslüman bir aileden geliyorum. Ben dedemin kitapları aracılığıyla eski yazı öğrendim. Yazar inancı sorgulayabilir; ben bunu yaptım Allah’ın Kızları‘nda. Herkes bunu kabul etmedi. Ama Hz. İsa’yla ilgili bir çok film var. Hristiyan dünyası bunu mahkum etmeye çalışmadı. Ama ilk kez bir Türk yazar Hz. Muhammed’i bir roman kahramanı yaptığı için yargılandı.
Libidoda bir ölüm dürtüsü de var
Yeni romanınız Tehlikeli Sevişmeler’de ortayaşı geçmiş bir erkeğin hayatına giren kadınlarla yıllar sonra yaşadığı erotik karşılaşmalar anlatılıyor. Otobiyografik bir kitap mı?
Bir öykü kitabı bu. Benim hayalgücümün ürünü bir anlatı kahramanı. Otobiyografik unsurlar var tabii ama geçmişte yaşanmış ilişkiler. Bugünün ilişkileri değil. Romanda benzerlikler rastlantısaldır.
Renkli bir hayat, yolculuklar, dünyevi hazlar ama bir yorgunluk ve tatminsizlik içinde kahramanımız.
Çok doğru bir gözlem. Derinden derine bir yalnızlığın kitabı Tehlikeli Sevişmeler.Aşkın temelinde cinsellik olduğunu iddia eden ve aşkı böyle tanımlayan bir yazarın kahramanı olduğu öyküler ya da bir kadınla erkek arasındaki yakınlaşmanın cinsellik olmadan gerçekleşemeyeceğini öne süren hikayeler. Cinsellik aşkın olmazsa olmazı ama sadece cinsellik de olabilir, sadece tad da olabilir ve bu kendi içinde de önemli bir şeydir. Hedonist bir dünya görüşünü savunuyor. Ama bunun getirdiği bir risk de var. Libidoda da bir ölüm dürtüsü de var. Sadece Eros yok.
Ölüm korkusu mu yaşadığınız?
Sanıyorum bu kitabın cinselliği anlatırken aslında ölüm korkusunu, endişesini anlattığını söyleyebilirim. Bataille der ki ‘cinsel arzum bir pencerenin avluya açılması gibi ölüme açılıyor’.
Çapkın erkeklerin sonu yalnızlık mıdır?
Evet, tabii ki. Onun için ‘Tehlikeli Sevişmeler’ dedik. İstanbul tramvaylarında yazarmış Ece Ayhan’ın bir şiirinden: ‘Asılmak tehlikeli ve yasaktır’ der. Bir kadına asılmak tehlikeli ve yasaktır! Yasak olmaması gerekir tabii, bu kitapta muhafazakar iktidar tarafından dayatılan tabulara da girdim. Tabular yıkılmalı ama her toplumda buna karşı çıkanlar yazarlardır.
Ölümün kıyısında hayat
Çokeşlilik yaşayan adam sonunda mutsuz mu oluyor?
Öykülerimden birinde dediğim gibi ‘Hayatıma giren kadınlar acıya dayanıklı ama acımasızdılar. Hem cellat hem kurbandılar.’ Tutkulu aşk ilişkisinin olduğu yerde bir yıkım da oluyor. Tutkulu aşklar bazen güç ilişkisine dönüşüp yıkıcı da olabiliyor. O yıkıntıların, o küllenmiş yangınların hatırlandığı bir kitap Tehlikeli Sevişmeler. Bunun getirdiği keder de var, tatminsizlikte. Çünkü o hayat geride kalmış. Bu hazlar yaşanmış. Ama bundan sonra ölümün kıyısında, hayatının çoğu gitmiş, azı kalmış.
Pişmanlık öldürücü olabilir
Erkekler onu gerçekten seven kadının onu beklediğini bilmek ister ama döndüğünde de onu orada bulamayınca pişmanlık duymaz mı?
Pişmanlık duygusu duyamaz, duymamalı yoksa o öldürücü olur. Don Juan için mesela önemli olan aşkın nesnesidir. Bu onu derin bir yalnızlığa iter. Sonunda Don Juan’ı cehenneme götürürler.
Mutlu aşk olmadığına göre bir mutlak aşk arayışı da yok
Bu çapkın adama dönersek: sürekli gönlünü eğlendiriyor ama hepsini topladığında bir sevgi yaratamıyor bu mutsuz adam!
Gönül eğlendirme terimine katılmıyorum. Tutkulu aşklar yaşıyor. Tutkuyu yaratan çekimdir, hazdır. Bir anlamda bağımlılıktır. Ama libido böyle bir şey, varoluşunun ayrılmaz bir parçası bu kahramanın. Erotizm ölümle içiçe geçiyor işte. Bir mutlak aşk arayışı yok. Mutlu aşk da olmadığına göre!
Mutlu aşkın olmadığına mı inanıyorsunuz?
Evet yoksa aşk olmaz. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı ayrılık ve mutsuzluk üzerine hep.
Ben katılmıyorum bu cümleye. Bence mutlu aşk vardır.
Bu da sizin hakkınız. Büyük aşklar gelenekte, genelde mutsuz aşktır.
Kişisel bir soru sorayım. Sizde sürekli bir arayışın sonucunda mutsuz olanlardan mısınız?
Evet arayış doğru bir kelime. Bu kahraman da arayış içinde. Arayış mutluluk getirmez çünkü aradığınızda yetinmezsiniz.
Peki pişmanlığınız var mı?
Yok sanırım ama gerçi Zeki Müren’in şarkısına atfen ‘pişmanlıktan, hasretten mi söyle, neden döndün geri’ diye bir hatırlatma var.
Biz ağaçlı alanları rant uğruna katlediyoruz
Hala Paris’te mi yaşıyorsunuz?
Paris’te yaşıyorum uzun yıllardır. Sık sık geliyorum İstanbul’a. Paris benim demir attığım liman ama İstanbul vazgeçemediğim sevgilim.
‘Parisien’ mi hissediyorsunuz, İstanbullu mu?
Buradayken Paris’in rahatlığını özlüyorum. Paris’in güzellikleri ve İstanbul’un güzellikleri farklı. İstanbul eşsiz bir güzelliğe sahip ama bunu koruyamamış. Çok ağaçlı bir şehir Paris. Biz burada ağaçlı alanları rant uğruna katlediyoruz. Paris özgür bir şehir, burası için aynı şeyi söyleyemiyorum. Bu iki şehir arasında gidip gelen bir yazar olarak bu hareket beni besliyor.
Fransızlar aynı zamanda İslamofobik ve bu konuda biraz ikiyüzlü değil mi sizce?
Bu konuda size katılmıyorum. Monarşiyi ortadan kaldırıyorlar. Radikal bir devrimle cumhuriyeti kurmuş bir ülke. Dinlerin bu kadar gündemde olduğu bir dünyada demode olarak yorumlanabilir. Ama cumhuriyetin değerlerinin demode olduğunu düşünmüyorum. Buna ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.Fransa her şeye rağmen 4 milyon Müslüman’ın yaşadığı ve inanç özgürlüğünün olduğu bir ülke. Paris’in ortasında bir mizah dergisinin en yetenekli sanatçılarını peygamberin öcünü almak anlamında insanlar kurşuna diziyorsa İslamofobi olur o ülkede.
VATAN