Bir dönem Anadolu Ajansı'nın genel müdürlüğünü de yapan Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, ironi yaparak "gıpta ettiği gazeteciler" olduğunu söyledi. "Gıpta ettiğim insanların keyfi yerinde" diyen Öztürk "Baksanıza, konferanslardan, attıkları tivitlerden bile para alıyorlar artık" ifadesini kullandı.
Yeni Şafak yazarı Öztürk, "FETÖ’cü mahkumların tişörtlerinin markalarını bir araya getirip, oradan darbenin arkasında ABD olduğunu çıkarmak, hangi faninin zekasına nasip olur?" diye sordu.
Yeni Şafak'ta Kemal Öztürk'ün "Gıpta ettiğim insanlar" başlığıyla (4 Ağustos 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Cidden gıpta ediyorum. Nasıl etmeyeyim? Öyle bizim gibi fanilerin yapacağı şeyler değil. Allah bu insanlara sanki ayrı bir yetenek vermiş.
Bazılarına fiziksel olarak imreniyorum. Mesela çok özel bir omurga yapıları var. Bizim gibi normal insanların bir eğilme, bükülme açısı vardır. Ancak bazı insanlarda sanki omurga yok. Her yana eğilebilir, her yana dönebiliyor, her yana secde edebiliyorlar. Sanırsınız ki, bunlarda kemik yok. O denli elastiki, o denli kıvrak. İzledikçe şaşırıyor insan.
Fiziksel özelliğin haricinde kişilik özelliklerine gıpta ettiğim insanlar da var. Her dönemde, her devirde hep el üstünde tutulan tipler bunlar. Parti, siyasi görüş, lider değişimi fark etmiyor. Bu insanlar nasıl beceriyorlarsa, konumlarını, koltuklarını, makamlarını korumayı başarıyorlar. Ben de Ankara’da bürokratlık yaptım. Başkan ya da Bakan değiştiğinde gidip istifa dilekçemizi verirdik. Beceriksizlik işte. Keşke koltuğa yapışsaymışım. Daha kıymetli olunuyor.
Gazetecilikte gıpta ettiklerim
Meslekte benim için duayen olan ve aynı zamanda heykeli dikilecek gazeteciler var bir de. Mesela 15 yıl önce 28 Şubat’ı neden desteklediğini açıklayan yazıları enfestir. Aynı kişinin 10 yıl önce AK Parti’nin neden umut olduğu yazılarındaki mantık örgüsü muhteşemdir. Son yazılarında ise ülke nasıl ‘diktatörlüğe kaydı’ analizleri sizi ikna edebilir.
Mesela Kenan Evren’e yazdığı mektuplar, Özal’ı göklere çıkartan makaleler, Mesut Yılmaz güzellemeleri ve ‘sarışın güzel’ diye başlayan Çiller tahlilleri bir köşe yazarı için kılavuz olabilecek türdedir.
Cemaatin tüm toplantılarında baş köşede oturup, FETÖ övgüleri Nobel’e aday olduktan sonra, birden keskin bir viraj alıp, cemaate düşman olmalarını da gıptayla izliyorum. Nasıl bir ön takım varsa arabada, hiçbir virajda zorlanmıyor.
17-25 Aralık’ta hükümet düşer gibi olduğunda, en hakiki yargı destekçisi; sonra bu yargının kumpas kurduğu anlaşılınca, siyaseti ezdirmeyen şahsiyet ve ardından hem nalına hem mıhına vuran usta bir zanaatkar oluyorlar ya, ben buna gerçekten hayran oluyorum. Bir kalem nasıl bu kadar kıvrak oluyor, araştırma halindeyim.
Gazetelerin manşetlerine bu sıralar dikkat kesildim. Öylesine zeka ürünü manşet atılıyor ki, 25 yıllık gazeteciyim, 40 yıl daha yapsam öyle manşet atamam. FETÖ’cü mahkumların tişörtlerinin markalarını bir araya getirip, oradan darbenin arkasında ABD olduğunu çıkarmak, hangi faninin zekasına nasip olur? Daha çok ekmek yemem lazım, biliyorum.
Mesela bu gazetelerin köşe yazılarında her daim konunun "Reis"e gelmesi de son derece büyük maharet isteyen şeylerdendir. Bir konu yoktur ki, söz dönüp dolaşıp "Reis"e gelmesin ve övgüyle bitmesin. Siz şimdi rüya tabirlerinden bahsederken konuyu üç defa "Reis"e getirecek maharete sahip misiniz? Değilsiniz. Oturun oturduğunuz yerde o zaman.
Gıpta ettiğim aydınlar
Çok merak ettiğim, gıptayla andığım bir şey daha var: Hem solcu, hem liberal, hem milliyetçi, hem Kürtçü, hem muhafazakar, hem İslamcı olmak acaba nasıl bir duygu? Eğlenceli olduğu kesin. Yani aydınlarımızın bu geçişken ruh halleri, acaba boşalan kaplar teorisiyle mi açıklanmalı?
Düşünün, Erdoğan’ın en güçlü olduğu zamanlarda muhafazakar, AB ile balayı yaşadığımız zamanlarda liberal, Gezi olaylarında anarşist, Suriye olaylarında kızıl komünist, Kobani olaylarında Kürtçü, darbe girişiminde arazi, FETÖ yargılamalarında ‘adil bir hümanist’ olmayı sıradan bir yetenek mi sayıyorsunuz? Değil, cidden değil.
Ben bir, iki liberal falan takılayım dedim. Daha ilk günde mevzu terör ve fikir özgürlüğü olunca topu attım. ‘Başlarım sizin fikir özgürlüğünüze, terör örgütüne güzelleme nedir?’ diyerek, aslıma döndüm. Olmuyor. Beceremiyorum. Zaten aydın, entelektüel de değilim. Koyverdim gitti.
Şunu biliyorum tabii. Bürokraside, siyasette, gazetecilikte (ki hepsinin tokadını yemiş biri olarak, gerçekten iyi biliyorum) bir rüzgar gülü etkisi vardır. Kınamıyorum. Trend kime yönelik yükselişteyse oraya meyletmek insanın doğasında var. Ne yani rüzgara karşı direnmenin mantığı olabilir mi? Ha, ‘yok ben rüzgar ne yandan eserse essin, bildiğimi okuyacağım’ derseniz, o zaman tokadı yemeği de göze alacaksınız. Örnek vermeyeyim artık.
Sözün kısası gıpta ettiğim insanlar var. Aslında isim versem daha iyi olur. Acayip bir polemik başlar. Medya siteleri her gün yazılarımı alıntılar. Polemiğin kralı olurum. Benim de şöhretim artar, takipçim artar. Sonra daha çok ekrana çıkar, bir de orada isim verip tartışmaları kızıştırırım. Sonra… Sonrasını düşünmedim. Ama meyletmiyorum değil. Görmüyor musunuz, gıpta ettiğim insanların keyfi yerinde. Baksanıza, konferanslardan, attıkları tivitlerden bile para alıyorlar artık.
Yani, ya onlar doğrusunu yapıyorsa? Kaybımızı hesap edin.
NOT: Ünlü bir televizyoncumuz mesaj attı. ‘Bir gün de, meslektaşlarını şikayet ederek kariyer yapan gazetecileri yaz’ dedi. Beni meslekten soğuttu bunlar. Ama yazacağım.