Tutuklu eski HDP milletvekili Aysel Tuğluk’un vefat eden annesi Hatun Tuğluk’un cenazesinin defnedilmesi esnasında yaşananlara münferit bir olay olarak bakabilir miyiz?
Bakamayız.
“Buraya teröristler, Ermeniler, Aleviler gömülemez. Gömerseniz de çıkartır parçalarız” diye bağıranların öfkeli bir grup olduğunu söyleyip geçebilir miyiz?
Geçemeyiz.
Kanımızı donduran, hepimizi ürperten bu vahşet karşısında şimdi soruyoruz: “Biz bu hale nasıl geldik?” diye.
Çünkü, utanç verilecek o kadar şey yaşanmasına rağmen bir cenazeyi mezarından çıkarttıracak bir utanç bu topraklarda yaşanmamıştı. Bu topraklarda, bu toprakların geleneğinde cenazeye saygı vardır. Ölüm karşısında sükunet vardır. Çünkü bütün hesapların bittiği andır ölüm.
Bu utanç taşınacak gibi değil. Bu artık çürüyen insanlığımızın, gittikçe kaybettiğimiz merhametimizin, yitirdiğimiz akıl sağlığının bir göstergesidir.
Ve maalesef biz bu sürece adım adım geldik.
***
Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesini defnettirmeyen o kalabalıkta, o başımızı önümüze eğdiren utançta hiçbirimiz kusura bakmasın, hepimizin payı var. An, başımızı ellerimizin arasına alıp düşünmenin, muhasebe etmenin anıdır.
Farkında değiliz ama bu yaşanan insanlıkdışı saldırıda, maalesef kutuplaşmayı yaratan, nefreti körükleyen söylemlerin etkisi büyük. Zira bir yandan söylemlerimizle, özellikle toplumda örnek teşkil eden, toplumu yönlendiren, siyasetçilerimiz sorumluluklarının bilincinde olmalıdır. En çok siyasetçilerimiz şapkalarını alıp düşünmelidir ve şu soruyu cevaplamadır: Bu toplum nereye gidiyor? Nasıl bir toplum haline geliyoruz?
Tuğluk’a, annesinin cenazesine katılabilmesi için cezaevinden 48 saatliğine izin verildi.
PKK’nın “Çözüm” sürecini sona erdiren kanlı eylemlerine ses çıkarmayan hatta destek veren HDP’nin bu günahını hiç kimse hoş göremez ancak toplumun birliğini ve barışını tehlikeye atacak gelişmeler ayrımcılığı besler. Yani PKK’nın ekmeğine yağ sürer. Demek ki devletin ve milli birlikten yana olan toplum çoğunluğunun hassasiyetini gerektiren bir tablo var karşımızda.
Bu hassasiyeti gösteremezsek toplumsal uzlaşmadan, kardeşlikten, birlikte yaşamaktan bahsetmenin bir anlamı kalmaz.
Kutuplaşmanın yaratacağı daha vahim sorunların ülkeyi götüreceği nihai uçurumu görmemiz ve ülkemizin selameti, bu toprakların selameti için siyasi ve sosyolojik önlemleri hızla almamız gerekiyor.
O yüzden, taze acısına rağmen, gözyaşları içerisinde “Annemin cenazesine yapılan saldırı, bu utanç verici hadise umarım bir şeyleri sorgulamamıza sebebiyet versin” diyen Aysel Tuğluk gibi ben de bu yaşanan vahşetin bir şeyleri sorgulamamıza sebebiyet vermesini umut ediyorum.
***
Evvelsi gün HDP’li siyasetçi Sırrı Sakık’ı aradım. İki sebeple. Sırrı Sakık cenazedeydi ve yaşananlara şahit olan bir isimdi.
Cenazenin neden akşam vaktine bırakıldığını ve defin esnasında neler yaşandığını sordum.
Şunları söyledi:
“Biz cenazeyi defin için gerekli bütün hazırlıklarımızı tamamladık ancak Aysel Hanım’ın cezaevinden çıkış izin işlemleri gecikti. Defin işlemi mecburen akşam saatine kaldı. Hatun Ana uzunca zamandır hastanede yatıyordu. Hastaydı. Bir oğlunu cezaevinde kaybetmiş, derin acılar yaşamış bir anne. Ve kızı daha sık ziyaret edebilsin diye İncek’e gömülmeyi vasiyet etmiş.”
“Bakın benim eşim vefat ettiğinde belediyeden mezarlık izni alamamıştım. Belediye gömdürmemişti. Oğlumu kaybettim, aynı acıları yaşadım. Ancak bu şekilde bir saldırı, bir öfke ilk kez yaşanıyor. Bir cenaze gömüldüğü yerden çıkartılmamıştı.”
“Biz tam defnederken önce 15-20 kişilik bir grup geldi. Cenazenin başında bağırdılar ‘Buraya Kürdü, Aleviyi, Ermeniyi gömdürmeyiz’ diye. Sonra gittikçe saldırganların sayısı fazlalaştı. O sırada ben ve arkadaşlarım İçişleri Bakanına ulaşmaya çalıştık. Durumun vahametini anlattık. Uzunca bir süre takviye polis gelmedi. Bakın, bir buçuk saat süren korkunç bir linçe maruz kaldık. Bakın ben Hûda’dan başka kimseye övgüler yağdıran birisi değilim. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakanlığı döneminde çözüm sürecini başlattığında, Meclis kürsüsünde ‘Bu topraklarda akan kanı durduracaksınız, barışı getireceksiniz. Allah sizden razı olsun’ diye seslendim kendisine. Şimdi geldiğimiz sürece bakın. Toprağın altında bile buluşmayı beceremiyorsak, cenazelerimiz topraktan çıkartılma eşiğine getirilmişse bu iklim nasıl oluştu. Bu iklimi yaratan siyasetçilerin günahı yok mu? Bu topraklar hepimizin değil mi? Hepimizin oturup bu iklimin nasıl oluştuğunu sorgulaması gerekiyor.”
***
Sırrı Sakık’la görüştüğümde Aysel Tuğluk’a başsağlığı dileğimi iletmesini de istedim. Dün Aysel Hanım aradı. Yaşadıklarından dolayı kendisine hem geçmiş olsun diledim hem de başsağlığı.
Aysel Tuğluk’un söylediklerini önemsedim. Sizlerle de paylaşma gereği hissettim:
“Keşke annemi tanımış olsaydınız. Çok büyük acılar yaşamış ve her daim barıştan yana olmuş bir anneydi. Askerlerin şehit cenazeleri geldiğinde gözyaşları dökerdi. En büyük temennisi bu ülkede yaşanan acıların bitmesi, bu ülkeye barışın, uzlaşının gelmesiydi. Bunu görmek istedi.”
“Annemin cenazesine yapılan saldırı büyük bir vahşet. Ancak bu saldırıya karşı toplumdan tek ses halinde gelen lanetleme, kınama beni umutlandırdı. Annemin cenazesi umut ederim ki bazı şeyleri sorgulamamıza gözden geçirmemize sebebiyet versin. Barışa karşı umudumuzu kaybetmememiz gerektiğini bir kez daha anladım. Çözüm süreci bitmemiş olsaydı bunu yaşamamış olabilirdik. Nasıl bu hale geldik. Biz de tabii ki barış sürecinin sekteye uğramasında büyük hatalar yaptık. İki tarafın da hataları oldu. Umarım annemin cenazesinde yaşanan bu hadise başka umutların kapısını açsın. Çünkü toplumsal uzlaşmadan başka, barıştan başka çıkış yolumuz yok.”
Hükümet yetkilileri saldırganlar için “Bunun hesabını verecekler” diyor. Hesabı sorulsun. Çünkü mesele Aysel Tuğluk’un annesi meselesi değil. Bugün bunun hesabı sorulmazsa yarın daha büyük vahşetler yaşanmasının yolunu açar. Madımak, 6-7 Eylül’ler bu ülkede yaşandı çünkü.