Osman Sınav'ın Türkiye'deki uyuşturucu trafiğini anlattığı filminde Pelin Batu bir rehberlik hocasını canlandırıyor: Genellikle benden, iyi ya da masum roller beklenir. Mesela bir seri katili oynamak benden beklenmeyecek bir roldür ve benim için bu zevkli olabilir..
Mini minnacık bir kadın Pelin Batu... Osman Sınav'ın tabiriyle 'çocuk-kadın'... Morları, yeşilleri, kırmızıları birbirine uydurmuş, rengarenk giyinmiş, yılın rüküşü olmaya aday! 'Komser Şekspir'in Pamuk Prensesi, dün vizyona giren 'Pars: Kiraz Operasyonu' filminin İnci Öğretmeni... Büyükelçi İnal Batu'nun kızı... Hem oyuncu, hem yazar. İngilizce yazdığı şiir kitapları var, yakında Musevi tarihiyle ilgili bir araştırma kitabı çıkacak. Ve son olarak doktorasını yapmaya hazırlanan bir akademisyen... Tıpkı kıyafetleri gibi, kendisi de çok yönlü ve çok renkli...
'Pars: Kiraz Operasyonu'nun yönetmeni Osman Sınav, sizin için 'Filmin en naif karakteri, tam bir çocuk-kadın' demiş...
Rehberlik öğretmeni olan İnci, naif mi bilmiyorum ama filmin içindeki en idealist ve temiz -bu kelimeyi kullanmaktan pek hoşlanmam ama- bir karakter. Çünkü onların anlattığı dünya o kadar hızlı, sert ve can yakıcı ki! Uyuşturucu meselesine değiniliyor, çocukların nasıl bu duruma maruz kaldığının altı çiziliyor, diğer tarafta polis operasyonunda derin devlete varan bir sürü gönderme ve rahatsız edici bir dünya portresi var. Benim karakterim onlara nazaran daha masum.
SINAV, BU ROLE UYGUN GÖRMÜŞ
Film aslında aksiyon dozu yüksek, pek kadın karakterin olmadığı bir yapım. Türkiye'de ilk kez böyle bir film yapılıyor.
Evet... Nida'nın (Şafak) oynadığı bir polis rolü var, bir de öğretmen... Osman Sınav bana rehberlik öğretmeni İnci rolünü uygun görmüş, diğer rolün bana biraz sert geldiğini düşünmüş...
Bu kalıptan sıkılmıyor musunuz?
Aslında çok kıskanıyorum o tarz aksiyon dozu yüksek rolleri... (gülüyor) Bence oyunculuğun en keyifli yanı, farklı şeyler yapmaktır. Ben mesela ata binmeyi bu oyunculuk sayesinde öğrendim, tangoyu böyle öğrendim. Ben bir öğretmeni oynadım ama diğer oyuncular helikopterlerden atladılar, motora bindiler. Bu filmin devamı olursa ümit ederim, bana da aksiyonlu bir rol verirler!
Ama şu da bir gerçek; sizin genel bir Pamuk Prenses havanız var. Hiç, 'keşke duru ve masum bir yüzüm olmasaydı da farklı roller teklif edilseydi' dediğiniz olmuyor mu?
Aslında bunun bir avantajı da şaşırtıcı bir rolün gelmesidir. Çünkü genellikle benden; iyi ve masum tarzda roller beklenir. Bir seri katili oynamak mesela, benden beklenmeyecek bir roldür ve benim için çok zevkli olabilir.
HOLLYWOOD'A GİTMEK SAÇMA!
Bir röportajınızda, 'Türkiye'de rolünüze uzun uzun hazırlanma lüksünüz yok. Çekimlere 1-2 hafta kala bir senaryo geliyor önünüze' diyorsunuz. Peki bu filmde yeteri kadar zamanınız oldu mu hazırlık için?
Çok rahat oldu. Sanıyorum Türkiye rekoru kırdık! Hem metraj olarak hem de zaman olarak 'en uzun çekilen film' oldu. Bana rol teklif edildi ve iki ay sonra çekimler başladı. Ve bu süre de benim için iyi bir zamandı. İki rehberlik hocasıyla görüştüm, onlardan vücut dilini öğrendim. Mesela ben ellerimi çok kullanırım ama onlar sürekli dinledikleri için ellerini fazla kullanmazlar. Bir de ben rolüme hazırlanırken burçları kullanıyorum, çünkü karakter oluştururken burçların genellemeleri bana çok yardımcı oluyor. Mesela bu karakteri Koç yaptım. Koç burçlarıyla hiç anlaşamam, bana çok ihtiraslı hırslı ateşli gelir. Ama bu İnci karakteri istediğini koparan bir karakter.
Pars'ın Hollywood standartlarında çekilen bir film olduğu yazıldı. Öyle miydi gerçekten?
Benim şimdiye kadar Türkiye'de çalıştığım en ferah setti. Karavanımızdan tutun, her türlü lüksümüz tamdı. Çekim süreci anlamında da... Normalde mesela bir filmde 1-2 sayfa çalışırsınız ortalama, burada ise günde yarım sayfa çekildi. Bu ne demek? Bütün gün o sahneyi prova yapmak, o ruhun içine girmek demek. Ayrıca işin aksiyon kısmı çok profesyonelce ve dört dörtlük olmuş.
Sizin hiç Hollywood hayaliniz oldu mu? Mesela 'Ölümle Dans' filminde Tamer Karadağlı ve Deniz Akkaya ufak bir rol de olsa böyle bir çalışmanın içinde yer aldılar.
"Hollywood'a gitmek istiyorum" demeyi çok saçma buluyorum! Hollywood'da bir Türk oyuncunun çok büyük dezavantajları var. Çünkü özellikle son yıllarda ABD'de yabancı düşmanlığı çok. Ben orada uzun yıllar yaşadım; 'Sizin ülkenizde develer mi var, orası çöl mü filan?' diyorlardı. Dolayısıyla oraya gidip bu önyargıları yıkmak için savaşmak gerekiyor. Los Angeles'ta mesela her şey o kadar yapay ki... Her şey ilişkiler üzerine, onun menajerini tanımak, prodüktörlerle iyi ilişkiler falan... Orada kendimi sürekli yarış atı gibi hissederdim mesela... Yüzlerce oyuncu oradaki bir dakikalık rol için bile savaşıyor. Ben 30 yaşıma geliyorum ve 'sıfırdan mı başlayacağım' diyorum.
Ünlü oyuncu Udo Kier de rol alıyor 'Pars'ta... Karşılıklı sahneniz yoktu ama onunla ilgili gözleminiz nasıldı?
Benim oyuncularda en sevdiğim şey, tevazudur. Udo Kier çok kötü filmlerde de çok başarılı filmlerde de yer almış. Ünlü yönetmen Lars Von Trier'in asal oyuncusu gibi biri... 'Ben Türkiye'yi çok beğendim, yine film teklifi yapılsın yine geleyim' diyor. Yani oyunculuğa hem iş olarak hem de hayat olarak bakıyor. Ayrıca 'değişik yerlere gittim, değişik insanları öğrendim, değişik yemekler yedim' tarzında da bakıyor. Çok da profesyonel. Mesela bir sahnede sadece elinin görünmesi gerekiyordu ama başka birini istemedi. 'Sonuçta kimse benim elimi benim gibi kullanamaz' diye düşünüyor. Çok doğru.
Rüküş ilan edilmekten gurur duyuyorum
Zaman zaman Beyaz Türk olduğunuza dair yakıştırmalar yapılıyor... Ne düşünüyorsunuz?
Ben bu kavramı anlamış değilim. Büyükelçi kızı olmak ve farklı ülkelerde yaşamak; insanların gözünde çok zengin, çok burjuva olduğum yönünde bir izlenim bırakıyor olabilir. Benim ailem, çok okumuş yazmış insanlar ama babam sonuçta bir devlet memuru.
Kendinize özgü bir giyim tarzınız var...
Evet. Gala dönemlerinde 'haftanın rüküşü' ilan ediliyorum ve bundan da gurur duyuyorum. Moda kavramını da hiç anlamam. İnsan nasıl hissediyorsa öyle giymeli. Mor en sevdiğim renk. Bugün canım yeşil giymek istiyordu yeşil giydim, yeşile de kırmızıyı uydurdum. Hiçbir zaman marka takıntım olmadı.
'Dün Gece Bir Rüya Gördüm' filminden sonra, çıplak fotoğraflarınız basına sızdı. Kullanıldığınızı düşünüyor musunuz?
Kesinlikle! Şu iki sorudan çok sıkıldım; 'Sanat için soyunur musunuz, Türkan Şoray kanunlarınız var mı?' Hayatın içinde ne varsa filmde de olması ve bunun da olabildiğince doğal yapılması lazım. Ben kendimi o filmden sonra porno filminde oynamış gibi hissettim! Ciddi bir konu işliyoruz, vermek istediğimiz mesajı veremiyoruz.
Peki artık böyle sahneler geldiği zaman temkinli mi yaklaşıyorsunuz?
Evet! Çünkü ardından çekilen o sahneyi açıklamakla kalıyorsun ve neredeyse 'affedin beni' durumuna düşüyorsun. Bu da tamamen toplumun sorunu... Sadece prodüktörü, yönetmeni ya da görüntüleri sızdıranı suçlamamak lazım. Halk da cinsellik konusunda çok ikiyüzlü.
Magazinel olmaktan kaçınıyorsunuz ama bir dergiye oldukça dekolte pozlar vermiştiniz... Biraz çelişmiyor musunuz?
Ferzan Özpetek'le birlikte çektiğimiz 'Harem Suare' filminde çıplak görüntü vermek istemeyen bir oyuncumuz vardı, şöyle demişti: "Şu anda gençsin, 50 yıl sonra kendini seyredeceksin, ah ben ne kadar güzelmişim diyeceksin..." Ben de bu fotoğrafları aynı mantıkta çektirdim. Nicole Kidman yapınca 'Aa ne kadar güzel fotoğraf, ne kadar estetik deniyor ama ben çektirince 'Nasıl böyle bir poz verir?' deniyor. Tabii benden beklenmedik bir şeydi, farkındayım ama işin zevkli tarafı da insanın kafasına estiği gibi bir şeyler yapması...