Ruşen Çakır, İslamcı hareketler konusundaki uzmanlığına medyada kulak verilen ilk birkaç isimden biri. Gülen cemaati ve Milli Görüş geleneğini ‘gazetecilik mensubiyeti’ ile uzun yıllardır izleyen Çakır, İslami hareketlerin dünyadaki gelişimini de kıdemle izleyen bir gazeteci. Çakır’a IŞİD saldırılarını, yeni selefiliğin Türkiye’deki olası ‘serpilme alanlarını’, Gülen cemaati ile hükümet arasındaki savaşın Türkiye’deki İslami hareket manzarasını nasıl değiştirebileceğini sorduk.
- IŞİD Suruç ve Ankara katliamını üstlenmedi, neden Fransa’yı üstlendi?
Oradaki temel fark şu: Fransa’da Cumhurbaşkanı Hollande çıkıp bunu açıkça IŞİD yaptı, dedi. Türkiye’de ise öyle olmadı. Bizde de ülkeyi yönetenler Hollande gibi açıkça bunu IŞİD yaptı deseydi, bunu tartışmayacaktık. IŞİD için Türkiye halen çok değerli. Türk devleti ile alenen bir savaş halinde olmak ve Türkiye kamuoyunun tümünü karşılarına almak istemiyorlar. O nedenle Türkiye’de tanımlı yerlere saldırıyorlar. Paris’te ise rastgele insanları ve gündelik hayatı hedefliyorlar. IŞİD’in Türkiye’deki saldırılarının ikisi de Kürt hareketi ve onun müttefiklerine yönelikti. Paris saldırıları ile Suruç ve Ankara arasındaki en önemli fark bu.
IŞİD ve El Kaide'nin farkı
- IŞİD ile El Kaide arasındaki en önemli fark nedir?
En önemli fark; bir kere boynuz kulağı geçti. El Kaide’nin devlet ilan etme gibi bir amacı yoktur, doğrudan küresel sisteme meydan okumayı tercih eder. El Kaide sempatizanlarına sürekli olarak, ümmetin intikamını önerdi. Ama ümmetin intikamını almanın sonucunun nereye varacağı kısmına bir cevabı yoktu.
- IŞİD, ümmetin intikamı nereye varacak, sorusuna ne cevap verdi?
Musul’u aldı, Rakka’da devlet ilan etti. Yayınlarında sürekli devlet vurgusu yaptı. Hilafeti de ilan ederek teritoryal bir noktaya ulaştı. Fakat sınırları ilan ettiği noktalarda saldırılara uğradı. Yerel olarak yaşadığı bu tıkanıklığı aşmak için de küresele yöneldi. Paris saldırısı da gösteriyor ki, Batı’da “Bize dokunmasınlar da Suriye ve Irak’ta ne yaparlarsa yapsınlar” diyen bir kamuoyu yaratmayı da hedefliyor.
Dikkat ederseniz, IŞİD’in Paris saldırısı El Kaide’nin saldırılarına benzemiyor. El Kaide Londra’da metro, Madrid’de trenlere bomba koymuştu. Paris’te ise IŞİD’in ellerinde silahlarla insanları katlettiğini gördük. Bu Irak’ın, Suriye’nin olduğu gibi Batı’ya da taşınmasıydı. Çok daha büyük bir meydan okuma ve dehşet var burada.
- Burada projeksiyonu Türkiye’ye çevirerek filmi biraz geriye saralım. 2014 yılında, 17 Aralık sonrası hükümet ve cemaat arasındaki savaşı analiz ettiğiniz bir yazıyı şöyle noktalamıştınız: “İslami hareketin yaşadığı bu büyük hayal kırıklığı ve bozgunun ardından Türkiye, tarihinde görmediği ölçüde sert bir İslamcı dalgaya tanık olabilir: Yeni selefilik.” Yeni selefilik ve Türkiye, diyerek devam edelim?
Alıntı yaptığınız bu yazıyı, Türkiye’de İslam denilince akla gelen iki temel yapı, Milli Görüş’ün devamı olan AK Parti ile Gülen cemaati arasındaki savaşın başlangıç günlerinde yazmıştım. Yeni selefilik, İslami hareketlerin içindeki krizlerden de çıkan bir akım. İslami hareketlerin tıkandığı yerlerde çaresizlikten, öfkeden de doğan bir hareket. Aynı zamanda içinden doğduğu İslami harekete de kini ve itirazı olan bir akım. Gülen cemaati ve AK Parti çatışmaya başladıkları andan itibaren Türkiye’deki “son İslami büyü” de bozuldu. Görüldü ki aslında İslam yok, ortada bir iktidar savaşı var. İslamcılık sahipsiz kaldı ve bu yeni dalganın önünde büyük bir alan açıldı. İşaret ettiğim buydu.
- Bu noktada size gelen itiraz şöyle idi: “Nakşibendilik, Kadirilik gibi tarikatların, Süleymancılık, Nurculuk gibi ekollerin ve devlete itaat geleneğinin güçlü olduğu Türkiye’de yeni selefilik marjinalliğin ötesine geçemez!”
Bu marjinal meselesi her seferinde öne sürülür. El Kaide Türkiye’de güçlü bir şekilde var, dediğimde de “ama marjinal” derler. Ben de şunu söylerim: 1) Türkiye 70 milyon ise ve o 70 milyonun bin kişisinden biri El Kaideci olsa, bu epey bir rakam eder. Hele bu yapılar küçük hücreler halinde çalışıyorsa, bunun marjinal olması tehdit algısını zaten ortadan kaldırmaz. 2) Kaldı ki radikalizmin tabanı Türkiye’de hep olmuştur. Bunun farkına varmak için statlardaki ıslıklamaları beklemek gerekmiyordu. Cumhuriyet’in başından bu yana inşa edilen sistemin ve ona alternatif olarak çıkan İslamcı hareketlerin hatalarından dolayı, radikalizmin burada tabanı hep oldu. Radikal İslam zamanla tüm dünyada yeni selefiliğe evrildi. İslami hareket, “AKP-cemaat iktidarının” sağladığı imkânlar sayesinde geliştikçe aynı zamanda sistemin hantal bir parçası haline de geldi. Bundan rahatsız olanların duraklardan biri de yeni selefilik.
Suriye’deki hilafet ilanı
- Bu tabanın filizlenme kısmında dindar orta sınıfın çocuklarına işaret ediyorsunuz.
Geçen 13 yılda Türkiye’de İslami hareket büyük bir meydan okuma ile iktidarı ele geçirdi. İslami hareket sonunda devlet oldu. Cemaat ile AK Parti savaşı ise İslami hareketin birikimlerini tamamen sıfırladı. Şu anda cemaat kaybediyor, hükümet kazanıyor gibi gözüküyor ama aslında her iki taraf da kaybediyor. Burada dikkat çektiğim meselenin temelinde şu var. Nihayetinde AK Parti’den ya da cemaatten, bu insanlar geçen 13 yıl boyunca bir kuşağı, yani çocuklarını sürekli belli bir İslami söylemle büyüttüler. Fakat yaşananlar bu söyleme denk gelmedi. AK Parti iktidarı bu gençlere geniş maddi imkânlar sundu ama onları manevi açıdan büyük ölçüde yoksun da bıraktı. Bu gençlerin bir kısmı Gezi’de de alenileştiği gibi İslamcılığın solcu yorumlarına yöneldi, bir kısmı İslami tüketim toplumuna dahil oldu, bir kısmı ise “yok kardeşim İslam bu değil” diyerek annelerinin-babalarının dininden uzaklaşıp kendine başka bir “yer” aradı, arıyor.
Zaten İslamcılık bir yanıyla hep budur; atalarının dinine karşı çıkmaktır. Bu esnada hemen yanı başımızda Irak’ta, Suriye’de ve dünyanın dört bir tarafında İslam adına birtakım hadiseler oldu, oluyor. Çok ihmal ediliyor ama altını özellikle çizmek lazım. Suriye’ye sadece savaşçılar gitmiyor. Orada bir hilafet ilanı var. IŞİD aynı zamanda bir yaşam tarzı öneriyor ve insanları “buraya gelin” diye çağırıyor. Kendi ülkesinde İslamı gerektiği gibi yaşayamadığını düşünen birtakım insanlar da oraya sadece savaşmaya değil aynı zamanda yaşamaya gidiyor.
- Bütün bunların ortasında AK Parti’nin iktidarda olması mı, iktidarı kaybetmesi mi Türkiye’deki yeni selefilik dalgasını büyütür?
AK Parti’nin iktidarı kaybetmesi yeni selefilik dalgasını büyütür. 1 Kasım sonuçları da gösterdi ki, toplumdaki dindarların büyük kısmı AK Parti’yi ciddi biçimde sahipleniyor. Şu anda selefilik adına örgütlenen ya da eylem yapmak isteyenler, AK Parti’ye halel gelmesini istemeyen dindarlar arasında barınamazlar. Örnek verecek olursak, cihat isteyene rahatlıkla “Ne cihadı! Tayyip Erdoğan zaten mücahit” yanıtı gelebilir.
- Bu yoruma “AK Parti’yi selefi anlayışla aynı kefeye koyamazsınız” algısıyla karşı çıkanlar olursa?
Tayyip Erdoğan’ın ya da AK Parti’nin IŞİD ile özdeşleştirilmesi kadar saçma bir şey olamaz. Söylediğim belli: Normal şartlarda IŞİD’e bir şekilde empatik bakan insanlar, Tayyip Erdoğan’a sempatik bakıyorlar. Dolayısıyla o insanlar Tayyip Erdoğan’a ya da AK Parti’ye zarar geleceğini düşündükleri bir şeye izin vermezler. Sonuç olarak, AK Parti iktidarı Türkiye’nin cihat alanına dönüşmesinin koşullarını bir anlamda zorlaştırıyor. AK Parti’nin iktidarı kaybetmesi ya da yeni gelecek iktidarın dindarları rahatsız edebilecek bir pozisyon benimsemesi durumunda ise Türkiye hızla bir cihat alanına dönüşebilir.
- AK Parti ve cemaat arasındaki iktidar savaşının o kısmını da soralım. Cemaatin tasfiyesine diğer İslami gruplardan yükselen bir itiraz neredeyse yok. Cemaat için bu bir “hayatta kalma” süreci ise buradan ne çıkar?
Cemaat hemen çözülmez. Şimdi öncelikli olarak “var kalma” derdindeler. Diğer İslami cemaatlerin Gülen cemaatine destek vermemesi ise çok anlaşılır. Çünkü cemaat yıllar boyunca kendisi dışındaki cemaatlere tepeden bakarken, onlar da cemaate imrenerek baktı. Dolayısıyla diğer cemaatler, hükümetin Gülen cemaatini tasfiye etme sürecinden şikâyetçi değiller. Şunu da hayal ediyor olabilirler: Onların boşaltacağı alanı acaba biz doldurur muyuz?
İslamcılığın altı oyuluyor
- Mümkün mü?
Sanmıyorum. Sosyal alandaki Gülen cemaatinin tasfiye edilerek onun yerine sosyal alandaki başka cemaatlerin konumlanmasından ziyade siyasi olanın, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sosyal alanı da ele geçirmesi gibi çok acayip bir durum söz konusu. Bu da Türkiye’deki İslami hareket için uzun vadede beter bir sonuç yaratacak.
- Gülen cemaatinden boşalan yerlere diğer İslami cemaatlerin değil Erdoğan’ların geçtiği resim, Türkiye’de nasıl bir İslami hareket fotoğrafı çıkarır?
Bu tamamen resmi bir İslam olur. O selefi grupların dışında pek bir şey kalmamış olur. Türkiye’de özellikle son üç yılda yaşananların orta ve uzun vadede İslami harekete etkisi son derece olumsuz olacak. Kısa vadeli iktidar tutkusu ve iktidar savaşları Türkiye’deki İslamcılığın altını oyuyor aslında.
- Nasıl oyuyor?
Çünkü ortada bir dava ve İslami bir dinamik bırakmıyor. Devletle beraber gelip devletle beraber gidecek bir akım yaratıyor. Şu anda bu süreç Tayyip Erdoğan’la gidebilir ama yarın Erdoğan ve AK Parti kaybederse ne olacak? Bu devletin finansmanı ve promosyonuyla var olan İslami vakıflar, devletin başındakiler değişip, o musluklar kapanınca ne olacak? Mesele aslında çok sorunlu bir yere gidiyor. Normalde bu cemaat yapılarının hepsi insanların katkılarıyla vardı. İnsanlar verirdi. Şimdi insanlar alıyor, devlet veriyor. Zaten AK Parti’nin geçmişten farkı ve en önemli sorunu da bu. Mesela Refah Partisi yıllarında insanlar partisi için zamanını, parasını, her şeyini verirdi. Ve sadece partinin başarısını beklerdi. O seçim olmadı, diğerinde beklerdi. Ama şimdi insanlar bir şey vermiyor, alıyor. İktidarın nimetlerinden yararlanmaya başlıyor. Hâlâ İslamcı olma iddiasındalar. Ama davada önemli olan vermektir. Oysa verilen bir şey yok. Almanın öne çıktığı bir dava da dava olmaktan çıkıyor.
‘Hükümetin cemaat stratejisinde yeni bir akıl ve kumanda merkezi var
- “Erdoğan’ın cemaat stratejisinde bir yenilik var” diyorsunuz. Nedir o yeni olan?
Bundan önce cemaate yönelik operasyonların büyük bir kısmı can havliyle yapılan, vaziyeti kurtarmaya yönelik adımlardı. Sistematik değildi. Elimde somut bir veri yok. Ancak şunu söyleyebilirim; şu anda hükümetin cemaate yönelik stratejisinde yeni bir akıl var sanki. Özellikle Koza-İpek Grubu’na yapılan baskın, kayyum atamasına bakıldığında yeni bir strateji hayata geçiriliyor, cemaatle mücadele stratejisinde birileri olaya müdahil olmuş gibi. Bir kumanda merkezi gibi bir şey var ve buraya da etkili birileri dahil olmuş sanki. Onların yönlendirmesi ile birtakım işler yapılıyor gibi.
- Cemaati iyi bilen birileri mi?
Olabilir ya da savaşmayı iyi bilen birileri. Cemaatle ilgili akla ne geliyor ise teker teker ellerinden alıyorlar. Gazeteler, televizyonlar alındı. Şimdi sıra üniversitelerde, yarın belki kolejlerde.
- “Olay hükümet-cemaat savaşı değil hukuk mücadelesi” kısmı için görüşünüz?
Cemaat, demokrasi, basın özgürlüğü, temel hak ve özgürlükler için mücadele etmiş bir yapı değil. Şimdi kendileri zora düşünce bu değerleri öne çıkarıyor olabilirler. Meseleye dışarıdan bakan insanlar olarak, bu yapılanların hukuka aykırı olduğunu söyleyebiliriz. Ama bizim bunu söylememiz cemaatin demokrasi ve hukuk mücadelesi verdiği anlamına gelmiyor. Hiç kimse bana Zekeriya Öz’lerin hukuk mücadelesi veren savcılar olduğunu söylemesin. Zira kaçış biçimleri de nasıl bir yapılanma içinde olduklarının tezahürü.
- “Amerika cemaatin arkasında mı” faslına nereden bakıyorsunuz?
Karşısında olmadığını biliyoruz. Ama arkasında durmaya daha ne kadar devam edecek, bu şüpheli. Kâr-zarar hesabında bir yerden sonra cemaati eskisi kadar destekleme yoluna gitmeyeceklerdir.
- Gülen’in Türkiye’ye iadesi?
Gülen’in Türkiye’ye iade edileceğini sanmıyorum ama ABD’yi terk etmeleri ya da başka bir ülkeye gitmeleri telkin edilebilir. Ve bu artık hiç de uzak bir ihtimal değil.