Can Dündar'ın o yazısı şöyle;
Unutamadığım bir an var:
“Nâzım” belgeselinin montajındaydık.
Stüdyoda Genco Erkal, Usta’nın Paris’te yazdığı şiirini okuyor, Fazıl Say, piyanosu başında ona eşlik ediyordu:
“Gördüm şükür, gördüm şükür/
Bugünü de gördüm şükür...”
Nâzım’ın gördüğü, Paris sokaklarına coşkun sular gibi akan 200 bin işçiydi. Ülkesinde özlediği manzaraya Paris’te tanık olmuş, heyecanla bu şiiri yazmıştı.
Moskova’da, Bakü’de, Sofya’da Nâzım’ın izini sürmüştük Tarık Akan’la... Rusya’dan getirdiğimiz bir filmin içinden Şair’in Paris’te çekilmiş görüntüleri de çıkmıştı. Evet, o yürüyüşü izlerken çekilmişti. Gözleri parlıyordu mutluluktan...
Genco Erkal’ın sesi, Fazıl Say’ın müziğiyle birleşip görüntülerle eşleştiğinde öyle bir manzara çıktı ki ortaya, Tarık Akan gözyaşlarını tutamadı yanımda...
Şiir sürüyordu:
“Ah bu yürek, ah bu yürek, ah bu yürek/
Bu enfaktlı, bu mendebur, ah bu yürek/
Koymadı ki aralarına girek...”
***
Tarık Akan’ı günde 4 paket sigara öldürmedi; Tarık Akan’ı “o gün”ü görememenin kahrı öldürdü.
Sigaradan, o kahrı emiyordu.
“Anne Kafamda Bit Var”ı baskıdan önce okutmuştu bana... Okuduklarıma inanamamıştım:
Beyazperdenin yakışıklı jönü, “Komünizm masası”nın sorgu odasında çırılçıplak soyuluyor, sorgulanıyor, dövülüyordu.
12 Eylül’dü.
Almanya’da Türkiye aleyhine konuşmakla, Yılmaz Güney’e yardım yataklıkla, barışa sahip çıkmakla suçlanıyordu.
“Seni ezeriz” demişti sorgudaki polis...
Sonra da diğer tutsaklara şöyle seslenmişti.
“Çıkarın çöplerinizi, bu vatan haini artist toplayacak.”
Bu zulümdü, müebbet kahrının bir nedeni...
O kahır sürüklemişti onu, Silivri’de barikatın en önüne...
Soma’ya, Tekel’e, Gazi’ye, sonra bizim tutuklandığımızda protesto yürüyüşüne, mahkemeye...
Essen’deki dayanışma gecesinde Dilek’in yanıbaşındaydı.
Fotoğrafını gördüm gazetede; kahır, yine sol omzundaydı.
***
Hapisten çıktıktan sonra gittim ziyaretine...
Ömrünü verdiği Taş Mektep’te kocaman kucaklayarak karşıladı beni... Okulunu gururla gezdirdi.
Sonra köşedeki balıkçıda birer kadeh rakı içtik.
Öksürüklerle bölünen sohbetimiz boyunca, eski dostu sigaraya, “Beni bu hale getirdi” diye sitem etti. Tedavinin ağırlığından söz etti. Öğleden sonra uyumadan günü tamamlayamadığını söyledi.
Ama pes etmemişti. Son yaptığı belgeselin DVD’sini getirtti. “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı belgesel yapma hayalinden söz etti.
Okulun önünde öğrencilerinin oluşturduğu muhabbet yumağıyla fotoğraf çektirdik.
Meğer son fotoğrafmış o.
Ardından Ceren Çıplak’la röportaja girdiler.
Orada söylemiş işte; “İçimde bir ağrı var” diye...
“Şehit haberleri perişan ediyor beni... Bu ülkede hiçbir şeyin değişmemesi acı veriyor. Ülkemin günden güne daha kötüye gittiğini, yokuş aşağı yuvarlandığımızı görüyorum. Feci bir mutsuzluk yaşıyorum.”
Sigara, akciğer filan değil, “ah o yürek” ağrısıydı Tarık Akan’ı öldüren...
12 Eylül’deki polis ezememişti de, uçuruma giden ülkesinin kronik sancısı ezmişti onu...
“Gördüm şükür” diyemeden giden bir kuşağın onulmaz acısını çekti.
Göremeden gitti. Ama nasıl görebileceğimizi, filmleriyle, belgeselleriyle, “Yol”uyla öğretti.
Giderayak dediği gibi “mücadele hiç bitmeyecek” ve mücadelede o, her daim yüreğimizin başrolünde olacak.
cumhuriyet