İZZET ÇAPA YAZIYOR
Orson Welles’in çok sevdiğim bir hikayesi vardır. Orson baba, ününün doruklarında olduğu günlerde bir konferansa davet edilir. Konuşmak için sahneye çıkınca,. salonda kendisini dinlemeye gelen birkaç kişiden başkasını göremez. Boş salona şöyle bir bakar ve der ki; “Ben sinemacıyım, yönetmenim, tiyatro oyuncusuyum, karikatüristim, şairim, radyocuyum, oyun yazarıyım, ilüzyonistim… Ve benim bu kadar kalabalık, sizin bu kadar tenha olmanız ne acı!”
Mustafa Taviloğlu da Welles kadar olmasa bile böyle kalabalık bir insan. İş adamlığının yanı sıra doğuştan denizci, tescilli balıkçı, sanat uzmanı, koleksiyoncu… Biraz da filozofluğu var… Şimdi hem kendi koleksiyonunu hem dünyanın en büyük sanatçılarının eserlerini sergileyecek çok yönlü bir galeri açarak bir başka unvan daha ekleyecek portföyündeki kartların yanına…
Türkiye’nin en yenilikçi, en büyük iş adamlarından biri olmasına rağmen bir de sağa sola yetişmesi, insanlara yardım etme çabası var ki Mustafa ağabeyin, Orson Welles’e beş basar. Ama onun da kırmızı çizgileri var tabii… Röportaj için buluştuğumuz, müdavimi olduğu Lucca’da telefonu susmak bilmedi. Fatih Altaylı'dan bile hızlı konuşup konudan konuya geçen, nazardan çok korkan, dilinden muhabbetimiz boyunca dua ve Maşallah sözcüğü eksik olmayan, Mustafa Taviloğlu'nun istemeden kulak misafiri olduğum bu konuşmalarının içinde biri çok dikkatimi çekti. Bir arkadaşı arıyor, yakınlarından birini işe alması için 'torpil' rica ediyordu.
“Abi benim Mudo’yu kurarken bir hayalim vardı” dedi telefonda; “Öyle bir duruma geleyim ki, kendi kendime dahi torpil yapamayayım diye ahdetmiştim. İstisnaslar kaideyi bozmaz ama ben işe yaramayan birini almam. Sen yine de CV’sini gönder…”
Çünkü bir cümleden diğerine atlayan, sürekli nazardan korkan, dua üstüne dua okuyup öyle konuşan, hadi kendisi söylediği için yazmakta sakınca görmüyorum, olabildiğine 'evhamlı' bir isim o.
Telefonu kapattıktan sonra bana döndü ve “Karadeniz'de ‘Balık tutamadık ama birbirimizi anladık’ diye bir laf vardır” dedi. Biz bu söyleşide balık da tuttuk, birbirimizi de anladık… Darısı sizin başınıza…
Mustafa Taviloğlu’nun göbek adı nasıl Mudo oldu? Gel oradan başlayalım…
Macera küçük bir çantanın içinde başladı.
Nasıl sığdın o küçük çantaya?
(gülüyor) İçimde kazanmak arzusu vardı. Kimseye muhtaç olmamak, herkese, en başta babama karşı dik durmak istedim. Para kazanmayı seviyordum. Para kazanmak benim için özgürlük demekti. Kendim kazanınca başka kimsenin kontrolünde olmam gerekmiyor. Kendine yetebilmek en güzel duygu.
ÇANTAYLA JİLET VE FIRÇA SATARAK İŞE BAŞLADIM…
Bunların hepsi çok hoş, çok duygusal da biz çantaya gelsek…
Üniversiteye giderken Amerikan pazarları modaydı. Oralardan ya da gemicilerden aldığım ufak tefek malları çantaya doldurup satıyordum.
Neler mesela?
Ağırlıklı olarak biblolar, küllükler, eye-liner… O zaman bunların Türkiye’ye girmesi yasak… En iyi müşterilerimden biri de Ve-pa’nın sahibi rahmetli Vedat beydi. O benden eye-liner alırdı, ben de ondan fırça.
Eee ne anladım ben bu işten?
Fırçaları eczane eczane dolaşıp satıyordum canım.
Sermaye nereden geliyordu?
Sermaye filan yok…
İşler büyüyünce ne oldu Mustafa ağabey ? İki çantaya mı geçtin?
(gülüyor) Dur dinle… Aynı zamanda İktisadi ve Ticari Bilimlerde okuyorum. Okuldaki arkadaşlarımdan biri Doğan Gürün’dü. Çok zengin bir ailenin çocuğu. Gece kulüplerinden çıkmazdık. Ama öyle böyle değil, bir masaya 4 yüz lira hesap geldiğini hatırlarım… Ben de nerede o para? Hesabı Doğan öderdi ben de ayıp olmasın diye vestiyeri ve bahşişleri verirdim.
Eeeee...
Biraz elime para geçince de hesabı bölüşürdük. Vestiyer ve kapıyı hiç bir zaman bölüşemedik, o hep bana kaldı.
Eczaneye fırça satmak iyi para getiriyormuş meğer...
Yok canım sadece günü kurtarıyorduk. Cep harçlığımı çıkarıyordum. Neyse dönelim işe… Yeni Melek sinemasının sahipleri İpekçiler beni çok severdi. Bir gün damatları Nuri bey çağırdı; “Beyoğlu’nda bir pasaj açacağız, Üstte sinema altta dükkanlar olacak” diye anlatıyor… Bu dükkanlardan birini bana vermek istediklerini söyledi.
MİNİCİK DÜKKANI KİRALAYABİLMEK İÇİN TEYBİMİ BİLE SATTIM
Ne güzel işte…
Yaa o güne kadar Çiçek Pasajından başka pasaj duymamışım. “Bu dükkanlar çok iş yapacak mutlaka birine gir” diye ısrar ediyor.
Gir demesi kolay, para nerede?
Para yok. Ama işi yapmak da çok istiyorum. ‘Almam’dememe rağmen babam 15 bin lira, babaannem de bir Trabzon bileziği verdi. Grundig teybimi de satıp sermayeye kattım. Bizim Doğan’ı da ortak aldım…
Hayırlısı olsun…
(Gülüyor) Sağolasın… Sıra geldi isim faslına. İsimlerimizin ilk hecelerini aldım, DOMU yazdım. Baktım olacak gibi değil, MUDO’da karar kıldık. İşte bizim çanta da böylece 12 metrekarelik dükkana dönüştü.
Ne tip ürünler satıyordunuz?
Amerikan malı giyim kuşam, bir de plak… Arkadaşlarım yurt dışından en yeni plakları getirirlerdi. Zaten ilk başlarda öyle isim yaptık. Bir de babamdan kalma huyumla herkesin işini görüyordum…
Nasıl yani?
Günde iki saat babam birinin işini yapardı. Birine yardım edebilmek güzel bir şey.
PARİS’TE DE GAULLE’UN DÜŞÜRÜLMESİNE ŞAHİT OLDUM
Ne yapıyordun? Başkasının çantasını mı taşıyordun?
Yok canım. Mesela telefonum bilet gişesi gibi çalışıyordu. Eş dost telefon eder, “şu filme bilet var mı, şu konsere bilet al” diye…
Neydi Taviloğlu Mustafa beyi farklı kılan?
Her şeyin ilkini yapmaya çalıştım… 68 olaylarında gençliğin her şey olduğunu, dünyanın ancak öyle değişebileceğini keşfettim. Kaldırım taşlarını söküp De Gaulle’ü devirdi çocuklar…
Sanki oradaymışsın gibi anlatıyorsun…
Oradaydım tabii… Paris sokaklarında olanlara gözlerimle şahit oldum. 68 ruhu beni çok değiştirdi, başka ufuklara götürdü…
Tüccar olarak da mı değiştirdi?
Tüccarlık kanımda vardı da 68 olayları bana gençliğin önemini anlamaya ve onlara hitap eden işler yapmaya zorladı. 30 sene herkesin babalarını, bütün Türkiye’yi giydirdim.
Tam girişimci iş adamı…
Bırak adamı, çocukluğumdan beri ben böyleydim. Küçükken sergide karpuz satardım.
ARMATÖRÜN PARASI PUL, KARISI DUL…
Aileye yardım için mi?
Yok canım… Ailenin hali vakti yerinde… Türkiye’nin en iyi üç armatör ailesinden biriydik, Tavilzadeler… Ama ben yazları bile arkadaşlarım tatil yaparken Sarıyer’de, sinemalarda gazoz satardım. En fazla satışı da ben yapardım. Ertesi gün de kazandıklarımla misket alırdım.
Sen neden aile mesleğini seçmedin ?
Annemin “Armatörün parası pul, karısı dul” diye çok güzel bir lafı vardır. Ama armatörtlüğü seçmememin başka sebepleri vardı. Şişli Terakkiyi bitirdikten sonra Deniz Yüksek Ticaret’i okumak istedim. Bu arada aile dağıldı. Gemiler satıldı. Armatörlük şartları değişti, yatırım gerekti. Ama her zaman gıptayla baktığım, sevdiğim bir iş olmuştur.
BENDE FAKİRLİK EDEBİYATI YOK
Memleket nire Mustafa ağbi ?
Rize… Ama ben İstanbul’da doğmuşum. 1940 yılında ailenin bir kısmı buraya yerleşmiş. Yazları Büyükdere’de, kışları Fatih’te kalıyoruz. İstanbul’un en nezih yerlerinden biri o zaman Fatihte’ki Kıztaşı. Deniz gören müthiş bir yer…
Anlaşılan para pul gani…
Bunları neden anlatıyorum biliyor musun? Zengin pek çok kimse fakir edebiyatı yapar. Bende yok öyle bir edebiyat. Allaha şükür her türlü imkanımız vardı, en iyi okullarda okudum.
SATTIĞIM KARPUZLARI MEĞER DEDEM ALIYORMUŞ
Ailen ne diyordu küçük yaşta çalışmana?
İlk dedem beni teşvik etti zaten. Sergide çalışıp para kazandığımı sanıyorum, meğer o karpuzları dedem satın alırmış. Bir de bana tekne almışlar. Tekne dediğime bakma boyum kadar bir bot… Adını Tonton koydum… Onunla da aklımca balık tutup ticaretini yapacağım.
En büyük tutkularından biri de balıkçılık. Tüm balık türlerini tutmak gibi bir hırsın olduğu doğru mu?
Hiç böyle bir şey yok. Haşaaaa. Sadece çıktığımda balık yakalamalıyım.
Ya yakalayamazsan?
Olabilir ama yakalamak için her şeyi yaparım; bıkmam, sabrederim. Cem (Boyner) ile girdiğimiz son turnuvadaki başarımızın altında yatan ana fikir buydu.
Ne turnuvası bu?
Birlikte bir ekip kurduk, uluslararası balık tutma turnuvalarına katıyoruz.
CEM BOYNER KAPTAN, BEN REİSİM
Diğer takımları boş ver de Boyner ile aranızda çekişme oluyor mu?
Hiç yok. Ben onun ekibindeyim.Takım onun.
Kim daha başarılı?
Ben doğduğumdan beri balıkçıyım. O çok hevesli, büyük aşama yaptı. Çok iyi bir ekip olduk. 2 senedir üst üste kazanıyoruz turnuvayı. Beni reis diye idare ediyorlar ama ekibin kaptanı, patronu Cem.
En büyük rakibi kim Taviloğlu'nun balıkta?
Balığın ticaretini yapsam bu soruya bir cevabım olurdu. Ama bir balıkçı olarak herkesten eskiyim ve açık ara öndeyim.
Rakibim yok diyorsun yani?
Bu rakiplik bir iş değil. Ama Cem'in heveslenmesi beni çok mutlu ediyor. Asıl güzel olan ne biliyor musun?
Bilmiyorum?
Balık tutarken tek kelime bile iş konuşulmuyor.
CEM'İN EVİ EKONOMİYLE O KADAR DOLU Kİ...
Hadi canım, Türkiye’nin iki dev firmasının patronu günlerce bir araya geliyor ve ekonomiden, işten bahsetmiyor.
İnan doğruyu söylüyorum. Zaten Cem'in evi ekonomiyle o kadar dolu ki daha fazla konuşup onun üzerine gitmek doğru olmaz. (gülüyor)
Biraz da senin eve misafir olalım. Orda reis sen misin Lüset hanım mı?
Reis olmaya vaktim bile yok. Ama evin kazananı ben olduğum için ister istemez her şey bana sorulur.
Evlenmek için yengeyi çok kovaladın mı?
Evet. Ama kafama koyduğum her şeyi yaparım Allaha şükür. Aşağı yukarı 40 senedir birlikteyiz Allah nazardan saklasın. Yeni evlenmiştik, bir gün yatmak üzereyiz, baktım iki elini açmış dua ediyor.
EŞİM LÜSET ELLERİNİ AÇIP DUA EDİNCE…
Müslüman duası mı ediyor ?
Ne duası ettiğini bilmem, sormam da. Ama şimdi bizim duaları da ediyor. Asıl önemli olan itikat… İtikatı, inanmışlığı herkese öneriyorum. Bunların bana oylan katkısı tarif etmem bile mümkün değil.
İnancı kuvvetli bir insansın yani?
Yukarıda bizi yöneten bir gücün olduğuna şahsen inanıyorum. Bir de aile var tabii. Anamın babamın duasını almasaydım hiçbir işim rast gitmezdi. Her kapıdan dışarı adım attığımda ve her gece yastığa başımı koymadan önce mutlaka duamı ederim.
Ailenin aşıladığı değerler mi bunlar?
Vallahi babaannemden kalma. Ben de şimdi oğluma, kızıma her gece dua ettiniz mi diye soruyorum. Yalnız şunu unutmamak lazım, duayla itikatla peynir gemisi yürümez. Sen işini yapacaksın, yukarıdaki de sana yardım edecek. Oturduğun yerde duayla bir yere gelemezsin…
EVLİLİĞİN SIRRI GÜVEN, HİSSETMEK VE TEN UYUŞUMU.
Yahu ben şu 40 yıllık evliliğe takıldım. Bu devirde yadsınamayacak bir başarı…
Günü kiminle geçirdiğin öyle böyle belli ama yatağa girdiğin insan çok önemli. Güven, uyuşum, ten, aynı şeyleri hissetmek… İşin sırrı bunlarda.
Allah'ın sana verdiği en güzel hediyelerden biri bu mu?
Ailenin önemine çok inanıyorum. Her yönüyle bir yerlere geldiysem, evden gördüğüm desteği inkar edemem. Arkanda güç aldığın bir aile yoksa başarıyı yakalamak çok zordur.
Ama yine de bu işler yalnız duayla olmaz diyorsun…
Mucize yoktur… 20 yıl önce Erol Aksoy, bana hediye ettiği bir kitabı imzalayıp ilk sayfasına “İmkansızın ne olduğunu bilmem, başarırım” yazdı,onu hiç unutmam . Ben sıkıştırılmış bir hayat yaşıyorum…
Niye sıkıştırıyorsun hayatı?
Sıkıştırırım abi… Ben hayatı dolu dolu yaşamayı seviyorum
İZZET ÇAPA'NIN KEYİFLİ PAZAR SOHBETİNİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN