Sözcü HaftaSonu’na çarpıcı açıklamalarda bulunan Cem Davran, ''Sanat sofrasına siyaset ve ticaret oturdu mu her türlü mikrop bulaşır yemeklere. Bu iki arkadaşla mesafeyi dikkatli ayarlamalı. Siyaset de ticaret de doğası gereği sanatın yanıbaşında dolanır elbette, tamamen lanetliyor da değilim ama dedim ya mesafe'' ifadesini kullandı
İşte o söyleşi...
11 yıldır sahnelediğiniz oyununuz “Alevli Günler” pandemi kısıtlamalarından sonra açık hava tiyatrosu olarak yeniden sahneleniyor. Salgının hızlandığı bu dönemde tiyatro için nasıl bir gelecek var?
Neredeyse yedi ay sonra perde açtık Alevli Günler oyunumuzla, iki oyun üst üste oynadık. Çok kaliteli ve özenli bir organizasyonda harika bir seyirciyle buluştuk. Bu zor zamanda tiyatrolara bana göre en kıymetli desteği veren KüçükÇiftlik ailesine sonsuz teşekkürler.
Bahçe Tiyatrosu adında çok güzel bir mekân oluşturuldu kısa zamanda, dönemin bütün kurallarına, önlemlerine uygun bir ortamda seyircilerimizle buluştuk.
ÖZEL TİYATROLAR VURGUN YEDİ
Genelde tüm dünyada tiyatrolar büyük darbe aldı pandemi sürecinde. Ülkemizde özel tiyatrolar vurgun yedi resmen. Panikle bir şeyler yapılmaya çalışıldı, hâlâ çalışılıyor ama henüz yaşamsal karşılığı yok. Çok bariz bir gerçekle baş başa kaldı özel tiyatrolar; seyirciden başka dostları yok.
Devlet, belediyeler vb. süslü sözlerle topa girip, ıskalayarak gittiler. Salgının hızlanması için her türlü özensizlik mevcut esasen, böyle bir durumda tiyatrolar ne hale gelir kim bilir? Bu kötü günlerden yarınlara dair olumlu kazanımlarla çıkmak mümkün elbette.
– Pandemi demişken, bir sanatçı olarak salgın karşısında dünyanın tutumunu nasıl görüyorsunuz?
Dünya yine bildiğimiz dünya, güçlüler güçlü, zayıflar zayıf. Virüs eşitliyor, eşitleyecek görüşü ütopya bence. Hatta ezenlerin daha da gaddarlaşacağı, insani hasletlerin köreleceği bir gelecek çok daha kuvvetli bir ihtimal. Dünyanın, insanlığın tek şansı doğa yine de. Pandemi süreci henüz bitmiş değil ve uzun bir süre bitmeyecek bence.
Olan biteni, gelişmeleri, ülkelerin, toplumların reaksiyonlarını mümkün olduğu kadar dikkatli izledim. Almanya'nın bakışını, yönetimsel yaklaşımlarını, toplumuna tavrını çok başarılı buldum. Sürü bağışıklığı diye sözlüğümüze giren yaklaşımın da aslında çaktırmadan dünyanın çeşitli yerlerinde uygulandığını düşünüyorum.
Salgın sürecini tüm yönleri ile ele aldığınızda bana şunu öğretti diyebileceğiniz ne var?
Salgın süreci kocaman bir roman oldu bile ruhumda. Dost meclislerinde sıkça dile getiriyorum; şimdi temize çekmezsek hayatı, ne zaman? Hüzünlü ama aynı zamanda heyecan verici bir fırsat bu.
Benim için değerli olan şeylerin daha da değerli olduğunu görmek, gündelik hayatın çapaklarını ayıklamak gibi insani serüvenleri yaşadım elbette. Esasen kötü de olsa böyle bir döneme tahminimden de çok hazırmışım meğer. Yeni bir zaman dilimi başladı bana kalırsa ve ben buna da hazırım. Olumlu bakıyorum gelecek günlere.
Genel görüş yeni dünya düzeninin kurulmaya başladığı yönünde. Örneğin kısa zaman önce insan beynine çip takma projesi olan “neuralink” kabul gördü. Bilimsel ve teknolojik devrim sizde nasıl hisseler uyandırıyor?
Bu devrim ilk zamanlar ürkütüyordu beni, şimdilerde tam tersi, yakınlık bile duyuyorum. Klasiğin, gelenekselin izlerini de görüyorum artık bu hızlı dönüşümde. İnsan beynine çip takma projesi gibi projelerin yakın gelecekte çoğalacağını ve en önemlisi hayata katılacağını söylemek mümkün.
SANAT NEFES ARACIDIR
Unutmayın; her ne olursa olsun, ezen ve ezilen dengesi var olacak hatta bu denge ezenlerin lehine gelişecek. İnsanlık bunu aşamaz. Yeni dünya düzeni daha da katı oluyor, olacak. Aynı evin içinde ses çıkarmadan birkaç kişi akıllı cep telefonlarıyla oynaşıyoruz, muhabbet tükeniyor, kararları, düşünceleri sosyal platformlar şekillendiriyor. Ruhuma sorarsan, renkli ışıkları olan yazlık sinemada oturuyor hâlâ ve teknolojiden habersiz uçurtma uçuruyor çocukluğum. O sırada bir drone çıkarsa karşısına ne yaparım bilmem.
Yönetimsel, sosyolojik, kültürel ve teknolojik olarak dünya nasıl bir düzene geçiş yapacak, dünyada sanat nerede olacak?
Otoriter yaklaşımlar artacak. Demokrasi kendi açmazını yaşıyor epeydir tüm dünyada. Kendi olanaklarıyla var ettiği mekanizmalar doğrudan kendini yok etmeye çalışıyor. Bu demek oluyor ki insanlığın vazgeçilemez alternatifi zorlanıyor. Yine de tek şansımız demokrasi. İşin içinden yine onunla çıkacak toplumlar, şimdilik ciddi şekilde tıkanmış görünüyor.
İşte bu yeni dünya tarifinde, sosyolojik, kültürel, teknolojik değişimler yaşanırken sanat kendi öğretisiyle ve elbette geleneğiyle en kıymetli uyum, dönüşüm ve nefes aracı. Yepyeni bir dünyada yine ne güzelleşecekse, bu sanat marifetiyle olacak hem de klasik sanat.
TOPLUMUN EN AYDINLIK YOLUDUR
Bir söyleşide, Türkiye'de var olan kutuplaşmanın sanatta da oluştuğunu ve bundan üzüntü duyduğunuzu belirtiyorsunuz. Sanatta neden kutuplaşma olur?
Sanat sofrasına siyaset ve ticaret oturdu mu her türlü mikrop bulaşır yemeklere. Bu iki arkadaşla mesafeyi dikkatli ayarlamalı. Siyaset de ticaret de doğası gereği sanatın yanıbaşında dolanır elbette, tamamen lanetliyor da değilim ama dedim ya mesafe. Bazı dönemler-ki sanki öyle bir dönemdeyiz-bu ilişkinin ayarı kaçar, mesafe hak getire bazen yapış yapış bile olunuyor, bunu sakıncalı buluyorum. Sanatın bizzat kendisi başka bir damara ihtiyaç duymayacak kadar politiktir zaten. Sanat binlerce yıllık zamanlardan beslenir, gündelik esintiler onu da üreteni de kirletir. İşte kutuplaşma da böyle başlar.
Sanat neden olmalı? Bir topluma ne kazandırır sanat?
‘Hayat damarlarından biri kopmuş demektir' diyeceğim ama sonsuz liderimizin bu sözünü de yeteri kadar hırpaladık sanırım.
Aristoteles, sanatın amacı varlıkların dış görünümlerini değil, içsel önemlerini yansıtmaktır diyor. Hiç durmayan, her şeyden etkilenen ve hep değişen bir olgu sanat. Bir toplumun varlık ve yokluk arasındaki tercihidir, en aydınlık yolculuğudur, yoludur.
YÜZLERCE HAYALİM VAR
Peki, son olarak “Alevli Günler” isimli tiyatro oyununuz dışında başka hangi projeleriniz var? Biraz bahseder misiniz okuyucularımız için?
Alevli Günler dışında Üçü Bir Arada isimli yeni sayılabilecek bir oyunumuz var. Aylar sonra ilk kez 25 Eylül'de Küçük Çiftlik Bahçe Tiyatrosu'nda oynayacağız. Çok önemli ve çok sevdiğim bir oyun Üçü Bir Arada. Hayatı, ilişkileri, sistemi en derin yerinden sorgulayan ve bunu eğlendirerek yapan bir oyun.
BluTv için Tims&B yapımcılığında çok keyifli bir dizi çektik, Yarım Kalan Aşklar, 10 Eylül'de seyirciyle buluşacak. Neredeyse her gün bir dizi ya da sinema projesi okuyorum, yüreğim elbet birinin peşinden koşacak. Kafa Dergisi'nde yazmaya devam ediyorum yıllardır. En önemlisi daha yüzlerce hâyâlim var, hepsi bende saklı.