İşte Cem Gürdeniz'in VeryansınTV'deki Yazısından bir bölüm:
Uzun süre karadan ayrı kalabilen denizciler, özgürlüğünden bilerek geçici olarak vazgeçmiştir. Artık o denizci doğanın ve kendi iradesinin rehinidir.
Her an boğulma tehlikesinin olduğu bir ortamda, yüksek güç gerektiren bedensel faaliyetler ve en önemlisi mutlak yalnızlıkla baş başadır. Önce kendisi ile giriştiği mücadeleyi daha sonra doğa ile mücadeleyi kazanmalıdır.
Kendi iradesine yenilen denizci hayatta kalamaz. İradesini yenerek özgürleşmelidir.
İşte bu nedenle bir şekilde tutsak edilen denizciler tutsaklık hayatını diğer meslekten gelenlere nazaran çok daha farklı değerlendirebilirler. Bahriyeli için tutsaklık fırtına ve ağır denizlerle mücadelenin bir başka şeklidir. Ancak bu mücadeleyi kazanmak için denizle ruhsal etkileşim ve bütünleşmek gerekir. Kısacası onu sevmeniz gerekir.
Deniz karşılıksız sevilir. Ben de onu karşılıksız sevdim. Çok şanslı idim. Hem denizci bir ailede hem de deniz kıyısında Boğaziçi’nde hayatla tanıştım.
8 yaşında sandalım 15 yaşında yelkenlim oldu. Yaşıtlarım çelik çomak oynarken, ilkokulda gemi maketleri yapmaya başladım.
Daha sonra meslek olarak denizciliği seçtim ve 2012 Ağustosuna kadar 40 yıl Cumhuriyet Donanmasının üniformasını şerefle taşıdım.
40 yılın sonunda gücünü yalan ve iftiralardan alan FETÖ kumpası ile iktidar, muhalefet ve parlamentonun sessizliği altında 4 Ağustos 2012 tarihinde Balyoz davası ile tasfiye edildim ve çok sevdiğim bahriyemden ve savaş gemilerinden ayrılmak zorunda kaldım.
11 Şubat 2011 ile 19 Haziran 2014 arasında 3,5 yıl boyunca tutsaklık günlerimi geçirdiğim Hasdal ve Silivri isimli beton gemilerde zorlu bir deniz seyrine katıldığım kabullenmesiyle hapishane günlerimi denizdeymiş gibi geçirdim. Bu beton gemilerin en önemli özellikleri hiç sallanmamaları ve varış limanının belirsizliğiydi.
Değişen tek şey zaman ve gök cisimlerinin hareketleri oldu.
Hasdal ve Silivri'de deniz özlemimi gidermek için 3,5 yıl üç şeyle uğraştım.
Birincisi kitap okumak ve yazmak, ikincisi gemi maketleri ve diyaromalar yapmak; Üçüncüsü de görebildiğim tüm gök cisimlerini incelemeye çalışarak, göksel, diğer adıyla astronomi seyrindeki kullanımlarına yönelik pratik uygulamalarda bulunmak.
Hasdal ve Silivri'de geçirdiğim 3,5 yıl içinde 2000 sayfaya yakın kitap yazdım. Bu şekilde 2013 sonrasında Kırmızıkedi ve Pankuş yayınlarından 7 kitabım okuyucu ile buluştu.
Kısaca, tutsaklık insanı gerçek kimliği ile buluşturan bir sınavdır. Bu süreçte denizi hayal etmek ve onunla buluşmak beden esaret altında olsa bile ruhu özgürleştirir. Hele hayal ettiğiniz deniz Mavi Vatanınız ise psikolojiniz daha da güçlenir. Karadeniz’i hırçın, heyecanlı ve şiddetli dalgaları arasında Kurtuluş Savaşı tarihimizdeki onurlu yeri ile; Atatürk’ün Gözüm Sakarya’da Kulağım İnebolu’da sözü ile hatırlarsınız. Sen olmasan olmazdık dersiniz.
Marmara Denizini hayal ederken 13 Kasım 1918 sabahı İstanbul’u işgale gelen 55 parçalık çirkin düşman donanmasını ve Mustafa Kemal’in aynı gün Kartal İstimbotu güvertesinde yaveri Cevad Abbas’a söylediği geldikleri gibi giderler sözü ile hatırlarsınız. Türk Boğazlarını Lozan’ın ikiz kardeşi Montreux Sözleşmesi ile hatırlar, bu abide sözleşmeye sadakatiniz ile kıvanç duyarsınız. Ege’yi, o birbirinden güzel, sakin, cennet koy ve bükleri ile düşler, donanmasız Osmanlının tek kurşun atmadan bağrımıza saplanmış, Anadolu yarımadasının ayrılmaz parçası ada adacık ve kayalıkları Yunanistan’a terk etmiş olmasının acısı ile kahrolursunuz.
Mevcut durumda Ege’nin açık deniz alanlarının ve hakkımız olan kıta sahanlığının bir santimetre karesinden bile vaz geçemeyeceğimizi haykırırsınız. Akdeniz’i ebedi başkomutan Atatürk’ün “Ordular İlk Hedefiniz” buyruğu; 20 Temmuz 1974 günü Girne’de tutulan kıyıbaşı ve Türkiye’nin 21. yüzyıl jeopolitiğindeki emsalsiz rolü ile hatırlarsınız.
Sonunda da “Evet yine hapisteyim. Yine ailemle ve sevdiklerimle birlikte acı çekiyorum. Ama Mavi Vatan ve Atatürk için buna değer” dersiniz.
5 Nisan – 13 Nisan 2021 tarihleri arasında Ankara’da yaşadığım son gözaltı döneminde en büyük desteği vatan ve mavi vatan sevdalısı, gerçeğin ve haklının yanında duran milyonlarca yurtseverden aldım. Ama hücremde dışarıdan tamamen ve her kapsamda soyutlanmış yalnızlık dehlizinde mavi vatanı, denizi, gemiyi hayal etmek, sevdiklerimle denizde buluşmayı kurgulamak iç dünyamın en büyük kurtarıcısı oldu. Denizi olmayan Ankara’da denizi düşünerek 8 karanlık günü şafakla bitirmek ve yeni doğan güneşle beraber yeniden doğmak…
Ünlü yazar Sabahattin Ali Aldırma Gönül şiirinde ne diyor? Görmesen bile denizi /Yukarıya çevir yüzü/Deniz gibidir gökyüzü/Aldırma gönül aldırma.
Zor zamanlarda, doğru, haklı ve tutarlı rotadan çıkmayanlar, döneklik göstermeyenler, gemisini ve mürettebatını her fırtınalı seyirden emniyetle limana döndüren kaptan gibi, geleceğe daha güçlü ve daha tecrübeli çıkarlar. Denizi hayal etmenin bile direniş gücünüze güç kattığı şartlar altında mücadeleci ruhunuz daha da olgunlaşır. Çeliğe su verilircesine yeni fırtınalara göğüs germeye her zamankinden daha hazır olursunuz.
Son olarak eklemeliyim ki, deniz ve gökyüzü mavidir. Karanlık bulutlar, yıldırım ve şimşekler, yüksek ve zorlu dalgalar illa ki geçer. Ve kara bulutların arasında en başta küçücük bir yırtılma ile mavi gökyüzü ortaya çıkmaya başlar. O küçücük mavi cep, büyür büyür ve sonunda mavi dünya karanlığı yener.
Unutmayın umudun rengi mavidir.