işte o yazı:
Ne zamandan beri görmüyorum Cüneyt Arkın’ı. Son olarak Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün sanatçılara verdiği kokteylde karşılaşmıştık. En az on iki yıl eder. Ama ondan önce de uzun süre görüşememiştik. Ayrı dünyaların insanlarıydık da ondan mı?
Cüneyt Arkın'ı adı henüz Fahrettin Cüreklibatur’ken tanımıştım. 1957'de Eskişehir'de vergi dairesini teftiş ediyordum. Edebiyat ve şiir meraklısı arkadaşlarıyla beni bulmuşlardı.
Dostluğumuz daha sonra İstanbul'da sürdü. O zaman tıp öğrencisiydi. Öyküler yazıyordu. Bunlardan birkaçını Ankara'ya, Muzaffer Erdost'a yollamıştım Pazar Postası'nda yayınlanması için.
Evin önünde kız kuyruğu vardı. Öylesine yakışıklı bir delikanlı bizim Fahrettin! Hepsi onun eve girip çıkışını kolluyor... Fatih'te şair Cengiz ı Çelikten ile (şimdi dişçi) bir ev tutmuşlardı. Bir iki kez gitmiştim o eve. Yanımda Muzaffer Buyrukçu da vardı. Ama asıl şunu unutmam:
Cüneyt Arkın 1937 doğumlu. Hekim. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde numarası: 1172. Tıp öğrencisi albümünde şöyle yazıyor:
"60-61 stajyeri. Uzunca boylu, esmerce, yeşil gözlü, yüzünde üzgün, alaycı bir gülümsemeyle etrafında çekingenlik yaratan ve bu yüzden kadını dövenden çok nefret eden dostumuz, aşkı çirkin, bilgisiz, küçük, kötü bile olsa, insan denen canlının büyük güzelliği, hayatın tek cevabı diye tarif ediyor."
Cümle dolaşık, ama bir şeyler anlatıyor. Öyküler yazan ve tiyatroyla ilgilenmek isteyen bir delikanlı. Ama yazgısı sinemaya götürdü onu. Tıptan da kopardı.
Hava Kuvvetleri'nde yedeksubaylığını yaparken Halit Refiğ'in dikkatini çekti. Halif Refiğ, Şafak Bekçileri'ni çevirirken bu yakışıklı asteğmenden de yararlanmak istedi. Ancak yönetmelikler izin vermiyordu buna. Bir süre sonra, yani Fahrettin terhis olduktan sonra gidip Halit Refiğ'i bulacak ve Onun Gurbet Kuşları adlı yapıtında rol alacak. Baylan'da rastlamıştım. Sanki daha incelmiş, boyu da sanki daha uzamış...
Fahrettin adının Cüneyt'e nasıl dönüştüğünü de dostum Halit Refiğ' den öğrendim. Gazeteci Vecdi Benderli bulmuş bu adı. 'Cüneyt', Cüneyt Gökçer'in adından, Arkın' da Ramazan Arkın'ınkinden alınmış.' Böylece genç Fahrettin'deki tiyatro ve edebiyat tutkusu sinemada biraraya getirilmek istenmiş. Önce duygusal filmlerde boy gösterdi. Tango duygusu...
60'lı yılların sonlarında vurdulu kırdılı kurdelelerde, serüven filmlerinde görünmeye başladı. Malkoçoğlu dizisi, sözgelimi... Tango duygusallığı içinde yetiştirilmek istenen gençteki değişimi nasıl tanımlayabiliriz? Önce tam anlayamamıştım. Sonra öğrendim.
Cüneyt Arkın bir ara Medrano Sirki'ne girmiş. Bedava çalışmış bir süre orda. Ağları, ipleri kaldırma işini üstlenmiş. Bu arada parende atmayı, hareket olayını öğrenmiş ve geliştirmiş.
Ben Jean Marais'nin Fantoma dizisindeki ortada görünüşüne benzetiyorum. Halit ise başka şey diyor: "İlk filmlerinde Alain Delon'a benziyordu; ama vurdulu kırdılılardan sonra onu Avrupalılar Burt Lancester'a benzettiler." Galiba bunların hepsi doğru.
İşaret dile yöneldi.
İpek Yolu'ndaki süpermen. Böyle diyorum.
Jean Marais dedim, ne var ki öykünmeci bir sanatçı değil Arkın. Benzer ama taklit etmez.
Yineleme kötü. Ama zorunluysa, yinelernede iyi yanlar da vardır. Yineliyorum. Ulysseus'un doğudaki karşılığı Denizci Sinbad'dır. Ya da Denizci Sinbad'ın Akdenizdeki karşılığı Ulysseus. Sinbad'ın daha çok akrobasi planında varolduğunu belirlemek istemiştim. Bir çeşit karacı Sinbad oldu Cüneyt Arkın.
Evet, Medrano Sirki'nde bir yaz bedava çalıştı. Ata da en iyi binen, binmesini bilen sinema oyuncusu. O karateyi, o hareket niteliğini öyle kolay bulmadı. Öz olmadan o iş olmaz. Sağ'a kaymış gibi göründü. Biraz öyle. Ama tam da öyle değil. Atilla Dorsay'ın da belirttiği gibi, Maden gibi filmlerde toplumsal eleştiriye de girdi. Son yıllarda yönetmenliği de denedi. Reklam filmlerinde göründüğü için eleştiriliyor. Bence bir sinema sanatçısı için büyük bir kusur değil bu.
Gök Bayrak adlı romanda bir Can Bey vardır. Bence o kitabın bir ikinci cildi yazılmış olsaydı Cüneyt Can Bey'i kimbilir nerelere götürürdü?
Cemal Süreya