İşte Buket Aydın'ın o röportajı;
Oyuncu Deniz Uğur zarafetiyle ve açıkçası yaşamıyla hep dikkatimi çeken bir isim oldu.
Şimdi de Kanal D’de yarın başlayacak olan ve Antakya’dan İstanbul’a uzanan bir varolma mücadelesinin ekrana geleceği “Zalim İstanbul”da üç çocuğu ile Antakya’dan İstanbul’a göç eden Seher’e hayat verecek.
Biz de bu vesile ile buluştuk. Sadece diziyi değil hayatı da konuştuk. Deniz Uğur’un seneler içerisinde yaşadıkları onu çok başka bir noktaya getirmiş; öyle olgun bir sohbeti var ki kendisine doyum olmuyor.
- “Zalim İstanbul”da; üç çocuğu ile Antakya’da yaşayan ve İstanbul’a göç eden Seher’in hikayesini izleyeceğiz anladığım. Sizin varoluş mücadelenizle canlandırdığınız karakterin varoluş mücadelesinin ne gibi benzer yanları var?
Okula gitmesine izin verilmemiş, çocuk yaşta evlendirilmiş, şiddet görmüş, çocuğunu savaşa göndermiş, yerinden yurdundan olmuş kadınlar var... Onlar dururken benim “Varoluş mücadelem” diye destan yazacak halim yok. Ama bu dünyada, bu toplumda kadın olmanın güçlüklerini elbette ben de yaşadım. Biz ataerkil düzene uygarlığı öğrettik, öğretiyoruz.
Üzerimizde baskı kurmaya çalışanlara boyun eğmiyoruz. Bugün bir kızı taciz etmeye kalkan olursa sözlerimizle linç ediyoruz. Eskiden böyle değildi. “Kim bilir ne yaptı da adamı baştan çıkardı?” denirdi.
Otobüsten çimdiklenmeden inemezdik, sesimizi yükselttiğimizde de ayıplanırdık. Şimdi sıkıyorsa yapsınlar. Bir kız arkadaşıma metroda sarkıntılık eden biri geçen hafta 5 yıl hapis cezası aldı ve indirim uygulanmayacak. Okullarda çocuklarımıza cinsellik konusunda ders veriliyor, kendilerini nasıl koruyacakları öğretiliyor.
Yani devir değişti. Artık vicdan, eril güce baskın geliyor. İnsanların yaşam tarzındaki farklılıklara bakış yaygın bir şekilde normalleşiyor. Bunda hepimizin, bütün kadınların katkısı var. Sancıları olsa da değişimden kaçamazsınız. Kadının gücü bana en çok umut veren şey günümüzün toplumu için. Seher de bu güçlü kadınlardan biri. Anadolu kadınının bilgeliği, onun aydınlanmış cümlelerinde gizli.
- Sizi arka arkaya talihsiz olaylarla duysak ve görsek de hep dimdik duruşunuzu korudunuz? Asla güzelliğinizden, ışıltınızdan bir şey kaybetmediniz. Bir sırrınız var mı?
Teşekkür ederim. Hiçbir olaya talihsiz diyerek olumsuz anlam yüklememeyi tercih ediyorum ben. Başımızdan geçen her şeyin bize verdiği bir mesaj, alınacak bir ders vardır. Dersimizi aldığımızda hayatımız giderek kolaylaşır. Bu, eğer inanıyorsanız, yaratıcının bize sevgisini gösterme biçimidir. Yaşamın amacı acılarla yoğrularak da olsa, ruhun olgunlaşması. Gönül gözünüz açıldığında hayatınıza girmiş olan herkese ve yaşadığınız her şeye müteşekkir oluyorsunuz size öğrettikleri için. Öfke kalmıyor. Bu pozitif enerji sizi parlatıyor. Yol giderek kolaylaşıyor. Sevgiyi ve aydınlığı seçenler için bu böyle. Bana ailemden aşılanan öğreti, her koşulda dik durmak üzerineydi. Özgüveni yüksek insanlar umut etmekten vazgeçmez. Hele bir de inançlıysa, sırtı yere gelmez.
- Hayatın savaşçı tarafındaymış gibisiniz, çünkü meme kanserini de yendiniz. Maşallah. Nasıl bir süreçti? Ne kadar sürdü? Ne zamandan beri kanserden arınmış durumdasınız?
Bu çağda meme kanseri kadınları sık ziyaret ediyor. Atlatalı neredeyse 8 yıl oldu. Günümüzde bu rahatsızlık korkulacak bir şey olmaktan çıktı, erken teşhis ve doğru tedaviyle hayatınız olumsuz etkilenmeden yola devam edebiliyorsunuz. Ben tüm rahatsızlıkların bilinçaltı bir sebepten kaynaklandığına inananlardanım. Başınıza geldiyse bir bakacaksınız “Bedenim bana ne demek istiyor” diye. Aşırı verici mi davrandınız, bir haksızlık karşısında susup, üzüntünüzü içinize mi attınız, yoksa öfkenizi ifade edemeyip, kendinize mi yansıttınız? O rahatsızlık dönemi kendimle ilgili çok ışık tutmuştur bana. Ve kendimi ifade etmeyi, mücadeleden kaçınmamayı, hakkımı aramayı getirmiştir. Her tecrübeme olduğu gibi, kendisine de müteşekkirim. Onun sayesinde hayatım değişti ve eskisinden çok daha mutluyum şimdi.
- Bu kadar büyük bir hastalığı yendikten sonra içinize döndünüz mü? Bu dünyada benden, sağlığımdan daha önemli bir şey yok aydınlanması yaşadınız mı?
Aydınlanmış bir insan “Ben her şeyden önemliyim” demez. Kendinin ve bütünün en yüksek hayrını amaçlar. Yani kendini bütünden soyutlamaz. Kişisel gelişimi herkesin diline doladığı bu çağda yüzeysel yaklaşımları bırakıp biraz ruha, öze ulaşmaya çalışmalıyız. Karanlık taraftaysanız, salt egoyla hareket ediyorsanız sınavlarınız zor olacaktır. Kaygılar, kompleksler, öfke, rahatsızlıklar size huzur vermez orada. Oysa aydınlıkta her şey yolunda.
- Son yılların en büyük modası ve de bilinçle aydınlanmayla paralel görünen temiz beslenmeye geçiş yaptınız mı? Yediğinize içtiğinize siz de dikkat eder misiniz?
Açıkçası benim için beslenme, canımın çektiğidir. Çocukken nasıl besleniyorsam şimdi de öyle. Ve litrelerce su içerim, çok severim suyu. En önemlisinin bu olduğunu biliyorum. Fiziksel sağlığı ruhsal olandan ayırt etmeden ele alıyorum ben. Sağlık konusunda sihirli kelime “denge”. Her şeyi dengeli yapıyorsan, bedeninde kendini arındıracak ve iyileştirecek güç vardır zaten. Aşırı titizlenmek de kaygı enerjisi. İnsan yediğinin içtiğinin tadına varmalı, şükrederek beslenmeli. Kaygıyla değil.
“Dizideki çocuklarım bana çekim dışında da anne diyor”
- “Zalim İstanbul” yeni dizinizin adı. İstanbul Seher karakterine ne gibi zalimlikler yapacak?
Seher çocuklarıyla sınanıyor. Kalbinin en hassas yerinden. Antakya’nın bir köyünden, hiç istemediği halde büyük şehire geliyor. Çocukları üzerindeki hakimiyetini kaybedeceğinden korka korka. Hayat da böyle değil midir zaten? Korktuğunuz başınıza gelir. Demek ki Seher’in de öğrenmesi gereken dersleri var. Çocuklarımızın kendimizden bağımsız bireyler olduğunu kabullenemeyiz ya! Onları oldukları gibi değil kendi istediğimiz şekilde görmek isteriz, kontrol altında tutmaya çalışırız. En büyük hatalara da bu yüzden düşeriz. Bir noktada kabullenmek ve anlayış göstermek şarttır halbuki. Esnekliğin yoksa koparırsın bağları. Seher’in ve ailesinin bir sınavı da fakirlik. Ekonominin tüketime kilitlendiği bir dünyada parasızlıkla sınanmanın nasıl bir duygu olduğunu anlamayacak kimse yoktur sanırım. Kimse bu sistemin dışında değil çünkü. Dokunaklı bir hikaye bu.
“İstanbul’un olanakları vazgeçilecek gibi değil”
- İstanbul sizce de zalim mi?
Büyük şehir. Yaşam pahalı, kalabalık... Ayrıca sürekli zamana karşı yarışır haldesin. Bu yüzden, yapabilenler küçük yerlerde alternatif hayatlar kurma yoluna gidiyor. Stresten kaçıyorlar. Benim tutumum kaçmak yerine içinde kalıp, çözüm üretmek. Kendimi varolan koşullara uydurmak ve manevi kalkanımla kendimi huzurlu kılmak. Sonuçta, İstanbul dünyanın en güzel şehri. Üstelik dünyadaki birçok metropole kıyasla suç oranı düşük, nispeten daha güvenli. Ve bize sunduğu olanaklar vazgeçilecek gibi değil.
- “Zalim İstanbul”un sizce diğer dizilerden farkı nedir?
Çekirdek kadrodaki yetişkinlerin aynı konservatuvardan mezun olması. Ben, Fikret, Mine, Ayşen aynı ekolden geliyoruz. Bu kimyanın olumlu etkisi tartışılmaz. Ayrıca genç kadromuzun birbirinden güzel, yakışıklı ve yetenekli olması. Ve Avşar’ın tecrübesi, Cevdet Mercan’ın yönetmenliği, başarılı ekibi, senaryonun işleyişi büyük artılarımız. Boş sahne yok bizde. Sonraki bölümde acaba neler olacak diye yeni senaryoların sette dört gözle beklenmesi ilk kez yaşadığım bir şey.
- “Zalim İstanbul”un çekimleri nasıl gidiyor?
Çok çalışıyoruz. Gerçekten büyük emek. Bu işe inandığımız için, motivasyonumuz yüksek. Samimi olduğumuz için yorulduğumuz anlarda bile eğleniyoruz aslında. İdris, Sera ve Bahar bana çekim dışında da bazen “Anne” diye sesleniyor. Aramızda gerçekten farklı bir bağ oluştu. Onlara baktığımda o gençlikleri, duygularının tazeliği, heyecanlı veya kırılgan oldukları durumlar bende şefkat uyandırıyor. Bu sevginin izleyiciye yansıyacağına da kesinlikle inanıyorum çünkü sahici.
Röportajın tamamı için tıklayınız
Buket Aydın/Milliyet