Sözcü gazetesi yazarı Emin Çölaşan, 1996 yılında Selçuk Parsadan'ın Tansu Çiller'i dolandırması olayının perde arkasını köşesine taşıdı.
Emin Çölaşan, "Evet, Selçuk örtülü ödenek parasını kumarda yemişti. Yargılandı, hapis yattı, cezaevinde vuruldu. Ama ona paraları kaptıran Tansu Çiller bu işin hesabını hiçbir zaman veremedi. Yüce Divan'da yargılanması gerekirdi, Meclis'teki oylamalarda DYP çoğunluğu tarafından reddedildi. Emin Özgönül'ün bizim gazetenin geçtiğimiz cuma günkü özel Ek'inde çıkan yazısını okumanızı isterim. Ben de bu eşine az rastlanan ilginç olayın perde arkasını sizlere bugün çok özetle anımsatmak istedim. Utanç verici bir hadisedir." ifadelerini kullandı.
Emin Çölaşan'ın "Selçuk Parsadan vakası ve Tansu Çiller" başlıklı yazısı şöyle oldu:
Sevgili okurlarım, bizim gazetenin bu cuma günü çıkan HaftaSonu ekinin manşetinde çok ilginç bir anımsatma var. Taa 1996 yılında gerçekleşen bir olay yeniden karşınızda.
Arşivden çıkarıp haberi yazan Ankara Haber Müdürümüz Emin Özgönül.
Konusu, Tansu Çiller'in başbakanlığı döneminde örtülü ödenek parasını dolandırıp cebe atan Selçuk Parsadan.
Emin'in de anlattığı gibi bu rezaleti o sırada ortaya çıkaran gazeteci bendim.
Şimdi size rezaletin perde arkasını ve sonrasında neler yaşandığını kısaca anlatayım.
★★★
Günün birinde, bir cumartesi günü odamdaki telefon çaldı. Karşımda bir erkek sesi…
“Emin Bey ben dolandırıcıyım. Tansu'nun örtülü ödenek parasını dolandırdım. Size o olayı anlatmak istiyorum. İstediğiniz gibi yazabilirsiniz ama ismim gizli kalsın.”
Böyleleri bazen arar, ciddiye alırsanız zaman yitirirsiniz. Adam ismini söylemiyor, telefon numarasını vermiyor ama ısrar ediyor.
Sonunda ikna oldu, telefon numarasını verdi. Ben onu aradım… Ve anlatmaya başladı:
“Ben örtülü ödenekten (o günün değerleriyle yaklaşık 100 bin dolar) tam 5.5 milyar dolandırdım… Yanınıza gelemem çünkü Ankara'da değilim… Altınoluk taraflarındayım… Derin devlet peşimde… Gizleniyorum… Buldukları anda beni öldürecekler…”
★★★
Sesi ikna edici ama yine de gizemli bir olayın ortasında olduğum anlaşılıyor. En sonunda, ısrarlarım üzerine ismini verdi:
“Abi benim adım Selçuk Parsadan. Galatasaray'da basketbol oynadım. Halkçı Parti Beyoğlu ilçe başkanlığında görev yaptım. Beni (Demirel'in Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri) Necdet Seçkinöz de iyi tanır, uzaktan akrabalığımız vardır. Necdet Bey'e de sorabilirsiniz.”
“Peki Selçuk, şimdi kapa telefonunu, ben seni birazdan ararım…”
O kısa arada hemen Seçkinöz'ü Çankaya Köşkü'nden aradım. Şansım varmış ki yerindeymiş, kendisine sordum:
“Efendim siz böyle birini tanır mısınız?”
“Tabii tanırım. Tam anlamıyla dolandırıcıdır. Babasını da tanırdım, o da dolandırıcı idi!”
★★★
Parsadan'ı yeniden aradım. Artık samimi olmaya başlamıştık! Olayı anlatmaya başladı…
“-Abi dedim ya, ben dolandırıcıyım. Tansu'nun özel kalemini emekli orgeneral Necdet Öztorun adına aradım. Seçimde İstanbul'da DYP'ye 30 bin oy devşireceğimi söyleyip para istedim. Kendisi de bana örtülü ödenekten vereceğini söyledi…
-İyi de Selçuk, örtülü ödenek parasının çok özel olduğunu, devletin çok gizli savunma ve güvenlik harcamaları dışında hiçbir yere ödeme yapılamayacağını Tansu bilmez mi?
-Herhalde bilir ama ben yutturmuş oldum. Yanımda çalışan bir kadın ortağım vardı. Onu Özel Kalem'e gönderip parayı aldık….”
★★★
İşi nasıl örgütlediğini sordum.
“-Ankara'da Kenedi Caddesi'nde bir büro kiraladım ve telefon numarasını Tansu'nun Özel Kalem Müdürü Akın İstanbullu'ya verdim. Telefon çalınca ‘Buyurun, Necdet Paşa'nın makamı. Ben emir subayı Selçuk albay” diye açıyordum… Tansu ile doğrudan konuşurken önce emir subayı oluyordum, sonra sesimi biraz değiştirip Necdet Paşa rolünü oynuyordum. Böylece parayı götürdüm.”
-Yakalanmaktan korkmadın mı?
-Hiçbir şey olmadı… Abi sana şunu da söylemek isterim, ben hem dolandırıcı, hem de kumarbazım. Tansu'nun örtülü ödenek parasını kumarda yedim. Helal etsin!”
★★★
Selçuk Parsadan adeta bülbül gibi şakıyor, yaşadığı olayı ince bir mizah gücüyle anlatıyordu.
İyi de ben bu olayı ertesi gün için gazeteye nasıl yazacaktım?
Ya yalansa, bu dolandırıcı ya beni de tezgaha düşürmeye kalkışmışsa?
Çünkü işin içinde gazetecilik yapmak uğruna rezil olmak da vardı.
Düşündüm, kendimce şöyle bir yol buldum:
Olayı kesinmiş gibi değil, sorular sorarak anlatacaktım. Örneğin “S.P. isimli bir şahıs örtülü ödenekten para dolandırdı mı, kim bu S.P.” gibi sorular…
Konu çok kritikti.
Hadise doğru değilse mahkemelik olur ve açılacak davaları yüzde yüz kaybederdik.
Günlerden 11 Mayıs 1996 cumartesi… Yazıyı bu ürkek doğrultuda yazıp İstanbul'a geçtim.
★★★
Ertesi gün pazar, evdeyim… Gazeteden arkadaşlar aradılar…
“Gözümüz aydın, Akın İstanbullu basın toplantısı yaptı ve olayı doğruladı.”
Rahat bir nefes almıştım.
İstanbullu aynen şöyle demişti:
“Öztorun ismiyle Sayın Çiller'i arayan bir kişiye örtülü ödenekten para verdiğimiz doğrudur. Ancak parayı seçimlerde DYP'ye oy getirmek için değil Atatürkçü çalışmalar için istemişti. Bir merkez binası alması için para verdik. Ben bunun dolandırıcı olduğunu Emin Çölaşan'ın yazısından öğrendim.”
★★★
Ertesi gün Selçuk'la yeniden konuştuk. Keyiflenmiştik ve işi artık gırgıra vuruyorduk. Kendisine sordum:
“-Çiller'in başbakanlığını nasıl değerlendiriyorsun?”
Yazımda da yer verdiğim yanıtı muhteşemdi:
“-Bizim dolandırıcılık mesleği açısından fevkalade ama Türkiye açısından tam bir felaket!”
★★★
Evet, Selçuk örtülü ödenek parasını kumarda yemişti.
Yargılandı, hapis yattı, cezaevinde vuruldu.
Ama ona paraları kaptıran Tansu Çiller bu işin hesabını hiçbir zaman veremedi.
Yüce Divan'da yargılanması gerekirdi, Meclis'teki oylamalarda DYP çoğunluğu tarafından reddedildi.
Emin Özgönül'ün bizim gazetenin geçtiğimiz cuma günkü özel Ek'inde çıkan yazısını okumanızı isterim.
Ben de bu eşine az rastlanan ilginç olayın perde arkasını sizlere bugün çok özetle anımsatmak istedim.
Utanç verici bir hadisedir.
Türkiye böyle nicelerini yaşadı ve yaşamaya devam ediyor.
Ama yıkılmadık, ayaktayız!