Romanın kahramanı Yavuz, akşam evde otururken öylesine, sanki bir bardak su ister gibi "Başkasını seviyorum" diyor.
Belli ki uzundur içinde biriktirdiği "Nasıl söylerim, nasıl terk ederim" dediği bir sürecin sonucu bu... Ama işte birden söyleyiveriyor. NTV Yayın Yönetmeni Ömer Özgüner'in Çarşamba günü piyasada olacak kitabı "Başkasını Seviyorum" işte böylesi gerilimli açılış yapıyor. Ve hemen ardından kadınların çok da tanımadığı bir erkek tipiyle karşılaşıyoruz. Ya da tanıtılmayan, gizlenen, kamufle edilen bir erkek tipiyle... Bu aldattığı kadar aldatılan, acı verdiği kadar acı çeken ama asla duyarsız olmayan bir erkek tipi... "Issız adam" değil. Mutluluğu başka karşı cinste arıyor tıpkı kadınlar gibi... Ama bunu da hep gelecekte sanıyor. "Geçmiş güzeldi" diyor, "Gelecekten umutluyum ama ya şimdi?" sorusuna "Mutsuzum" diyerek yanıt veren bir erkek bu...
"Başkasını Seviyorum" kadın-erkek ilişkileri, mutluluk üzerine bir roman. Ama aynı zamanda bir dönemin insanlarının romanı. Kimdir bu insanlar?
Bizim kuşak dediğim, bugün belli yerleri edinmiş ya da edinmemiş bir kuşak daha var. 1965'le 70 arası doğanlar. Hem talihli hem talihsiz bir kuşak bu... Yoksuldan ziyade yoksun bir dönemin kuşağıydılar. Adidas yok, Levis yok, bilgisayar yok, kadın erkek ilişkileri yok; her şey pastanelere sıkışmış... Türkiye'nin baskıcı döneminden özgürlük dönemine geçişin olduğu, tam bir geçiş zamanı... Bu da onların hayatlarını, kadın erkek ilişkilerini, okuma kültürünü bile şekillendirip benzer bir insan topluluğu üretti.
Bu yoksunluk bu insanları nasıl etkiledi?
Karneyle ekmek alan kuşak, yokluğu gördüğü için olanla yetinmeyi, idare etmeyi bildi. Ama yoksunluk dönemi bir mutsuzluk dönemini de getirdi. Bir türlü mutlu olamama hâlini... Hep geçmişi hatırlıyoruz. Eski Ramazan pidesi daha güzeldir, ilişkiler daha güzeldir, yemekler daha güzeldir... Gelecekten de hep umutluyuz. Şimdi ise mutsuzuz.
Peki 90'larda büyük moda olan "carpe diem", anı yaşa sözü nereye gitti?
Tam da buna gelecektim. "Anı yaşa"yıcılar için her şey daha kolaydı. Çünkü benim anlattığım erkek tipi, kronik mutsuzluğun içinde umutlu geleceği düşleyen biri... Yani anı yaşamayan... Ama o gelecek hiç gelmiyor.
Nasıl bir erkek tipi bu? Romandaki Yavuz her ne kadar karısını aldatsa da bence çok dişil bir erkek. Skor tutkunu ya da ıssız adam değil...
Evet. Sorgulayan bir erkek bu... İki perdeli bir oyun gibi... İlk perdesinde o yoksunluklarla kadın erkek ilişkilerine özlem duyan, ulaşmak isteyen ikinci perdede ise bunlara ulaşan ancak üzerindeki sorguyu atamayan... Yani "yaparım, geçerim" diyen biri değil. Aslında bu kitap bir kadının, ortalama erkeği anlaması için bir kılavuz.
Romanımdaki karakterden Nişantaşı ve Cihangir'de çok var
Kahramanınız ortalama bir erkek mi?
Çok ortalama değil, ama giderek sayısı artan bir erkek tipinden bahsediyorum. Çünkü başkasını arama ihtiyacı sadece bir kadına duyulan arzu değildir. Aynı zamanda arabasını, saatini değiştirmeye de duyulan bir arzu... Yani bir eksiklik duygusunu tamamlama çabası. Bunu da Türkiye'nin geçirdiği değişim sürecinde arıyorum.
Kahramanınız Yavuz kadınların sürekli dert yandığı "ıssız adam"lardan değil. Hatta tam tersi. O zaman kadınlar niye sürekli ıssız adamlardan bahsediyor?
Yavuz ıssız adam değil. Zaten romanı yazmaya başladığımda ortada "Issız Adam" filmi de yoktu. Geçenlerde Hamdi Koç'un "Bir Eski Kocanın Öğleden Sonrası" romanını okudum... O romanda da benim ele aldığım benzer meseleler üzerinde durulmuş. Demek ki bu dönemde de böyle ortak bir duygu yaşanıyor ki bu tür romanlar, filmler ortaya çıkıyor. O zaman şunu hissediyorsunuz; demek ki günümüz kadın-erkek ilişkilerinde, güvensiz bir erkek modeli yaygın.
Bu yeni erkek tipine nerede rastlarız? Çünkü memlekete baktığımızda ya akşam evine ekmeği ile giden, erkek arkadaşları ile sosyalleşen, ama yalnızken ne yaptığını hiç bilmediğimiz ya da ıssız adam türü erkekler tarif ediliyor bugün. Yavuz ve onun gibiler hangi mahallede oturuyor?
Benim tarif ettiğim erkek tipi Ümraniye'de çok yok yaygın değil, ama Cihangir'de, Nişantaşı'nda çok yaygın. Bence sayıları hızla artıyor. Az değiller, ama şu an baskın da değiller. Evet, hâlâ evine ekmek alıp giden evin reisi erkek çok. Ama bahsettiğim kişilerin etkin güçleri var, bu nedenle onlara sık rastlıyoruz aslında.
Erkekler aldatırken değil ayrılırken rahatsız olur
Roman çok gerilimli başlıyor. Adam karısına birden, bardağı uzatır mısın der gibi "Başkasını seviyorum" diyor. Belli ki uzundur içinde birikmiş, bir türlü söylememiş. Bu da akla şu soruyu getiriyor. Hep terk edilenler konuşur, acısını anlatır. Ama terk etmek daha mı zor?
Evlilik ya da uzun süreli ilişki olsun fark etmez, bir ilişkiyi bitirmek bence de daha zor. Bu yüzden erkekler bir ilişkiyi bir cesedi taşır gibi taşır, böyle bir alışkanlıkları var. Kadınlar ise daha net ve cesur. İlişkiyi kafalarında bittiğinde çok daha çabuk bitiriyorlar ve bunu da daha net belli ediyorlar. Erkek ise öyle değil.
Neden?
Erkek birden fazla sevgili ile olup tensel rahatsızlık duymayabilir, ama yine de ilişkiyi bitirirken çok zorlanır. Kadınlar ise tensel olarak o kadar rahat değildir. Hele bir başkasına aşık olduysa on yıllık kocası için "Sen benim kardeşimsin" diyebilir. Erkekse o cesedi gittiği yere kadar sürükler.
Bu erkekleri korkutuyor mu? Çünkü kadınlar cesur ve ne istediklerini biliyor. Dahası erkekler ne istediğini bilmiyor ve bilse de iradesini ortaya koyamıyor?
Bahsettiğim özgüven sorununu yaratan da bence bu: Erkeklerin terk edilme korkusu. Bu korku onları arayışlara yöneltiyor. Çünkü bir gün terk edilme ihtimali var ve bu da onu başka tarafa yönlendiriyor. İleride başıma bir şey gelirse diye...
Güçlü kadın tipi erkeklere tam olarak ne yapıyor? Sizler bir anda topuklu ayakkabıları ile koşan, kendi cinsel özgürlüklerini ifade eden kadınlarla karşılaştınız.
Erkekler bu eşitler arası ilişkiyi hâlâ sindiremedi. Hatta burada kadınların birinciliği söz konusu. Kadınlar reflekslerinde daha samimi, birinden vazgeçebilme özelliği daha yüksek... Eskiden erkeğin sosyal hayatı vardı, şimdi ise kadın da orada ve üstelik çok da iyi bir yerinde. Kadınlar artık son ütücü değil. Sosyal pozisyonlar değişti. Tüm bunlar da erkeklerde "Ya bir gün benden vazgeçerse" duygusunu pekiştiriyor. Mesela ABD'de her yıl bir kamp düzenleniyor; eşlerinden ayrılan erkeklerin buluştuğu... Orada birbirlerine deneyimlerini anlatıyorlar. Bakıyorlar ki yaşadıkları birbirine çok benziyor. "Aaa, beni aldattı" diyorlar.
Balayımda bile çalıştım
Türkiye'nin en önemli haber kanallarından NTV'nin Yayın Yönetmenisiniz. Kadın-erkek ilişkileri gibi çoğu kişinin pek hafif bulabileceği bir alana girdiniz. Tedirgin misiniz?
NTV bu anlamda çok modern bir kurum. Buradaki ilişkiler de öyle. O yüzden hiç böyle bir tedirginliğe kapılmadım. Sadece kitabı çok dar bir zamanda yazmış olmak beni tedirgin etti. Hatta Genel Müdür Cem Aydın, "Ne zaman yazdın bu kitabı, balayında mı?" diye sordu. Çünkü en bol vaktimin olduğu zaman balayıydı. İşten çıktıktan sonra eve gidince yazıyordum ki böylece iş trafiğinden de uzaklaşabildim. Yani beni tedirgin eden buydu, yoksa kurum değil. Zaten kurum da bende politik bir kitap beklemiyordu.
İslami ya da muhafazakâr medyanın merkezileşmesinde sorun görmüyorum
Bu dönemde yayın yönetmeliği yapmak nasıl bir psikoloji?
NTV'nin şansı, her şeyin birbirine girdiği bu kaos döneminde kendisini sağ duyunun, aklın merkezinde tutuyor olması... Beni de rahatlatan o. Böylece o tarafa ya da bu tarafa savrulmayı sağlıyor. Üstelik bunu "tarafsız olup hiçbir şeye dokunmadan" değil, doğru olanlara dokunarak başarıyor.
Türkiye'nin geçirdiği bu değişimi nasıl yorumluyorsunuz?
Türk medyası son on yılda büyük bir değişim yaşıyor. Sadece sermayenin el değişmesinden kaynaklanmıyor. Azınlıkta olan muhafazakâr olan medya artık daha çok nüfuz ediyor. Sorun herkesin birbirini birbirine benzetmesi. Bunun dışında İslami ya da muhafazakâr medyanın merkezileşmesinde sorun görmüyorum.
Ben de aldatıldım bunu yaşamak gerçekten çok acı
İnsanlar galiba başlarına ne geldiğini bilmek istiyor. "O adam ya da kadın geldi, hayatıma girdi ve bana ne yaptı?" sorusuna yanıt aramak...
Tabii yaa, böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyorsanız bu çok acı. Allah kimseye göstermesin. Benim de başımdan geçti. Aldatılma hikâyelerim oldu, çok acı bir şey.
Ne hissettiniz?
Eziklik duygusu... Ama bu kendinizle ilgili oluyor. Karşı tarafla değil. Etrafımda da bu tür hikâyeler yaşamış, aynı yalnızlık duygusunu yaşayan ve bir süre sonra maktul-katil ilişkisindeki rolleri değiştiren insanlar çok gördüm. Bir süre sonra aldatılanların aldatma yoluna gittiğini.
Aldatılan biri acısını sarmak için en çok neye sığınır?
Erkekler erkek arkadaşlarına, kadınlar da kadın arkadaşlarına.
Erkekler artık bu tür sorunlarını açık açık konuşuyor mu?
Bir araya gelip maç seyredip sorunlarını konuşmayan erkek tipi hâlâ var. Ama diğer türlüsü de var. Başına gelen her şeyi konuşan, paylaşan erkekler... Onların bu konuşmaları da genelde bir terapi gibi oluyor. "Aaa bu benim de başıma geldi" gibi.
Heyooo! İşte eşitlik bu! Yani artık erkekler de acılarını dışa vurabiliyor. Kimbilir böylece yakın bir gelecekte kadınlar ve erkekler iletişime bile geçebilir ne dersiniz?
Değil mi? Tabii yine tüm konuşmalar erkekliğin aşamadığı sınırları da barındırıyor. Erkekler hâlâ kadınlar kadar çıplak konuşamıyor. Ama konuşma sürecindeler.
Evimde başı bağlı karım kalsın, ben de çıkayım çapkınlık yapayım devri bitti
Hep kadınlar aldatılır diye okuduk. Sizse "Her erkek aldatılır" diyorsunuz.
Evet. Artık erkekler de risk haritasında geziniyor. Aldatmak artık erkeğin tekelinde değil. O metresim olsun, evimde başı bağlı karım kalsın, ben de çıkayım çapkınlık yapayım modeli belki Türkiye'de, başka bir yerde devam ediyor, ama bu eşitler arası kesimde artık her iki taraf için de bir risk haritası var. Bu da giderek erkeklerin bir zırh oluşturmasına neden oluyor. Şunu görüyorum: Evli ya da uzun süreli ilişki yaşayan arkadaşlarımın ilişkilerinin bitme nedeni üçüncü kişiler. "İlişki bitti, ömrünü tamamladı" diyene çok az rastlıyorum. "Artık abi- kardeş olduk" diyenler de var, ama onlar istisnai... Üçüncü şahıslara mikrop dediğim falan sanılmasın, bunu şöyle açıklıyorum: Vücudun en zayıf olduğu anlarda ortaya başka enstrümanlar giriyor, yani üçüncü kişiler.
Peki, ne olacak bu ilişkiler? Sanki kıdem tazminatından bahsedilir gibi... Süre uzadıkça içerideki haklarınız da artıyor ama "atılmadığınız" için bunu alamıyorsunuz. Bunu yakmayı göze alıp yeni "fırsatları" da kabul edemiyorsunuz.
Değil mi? Çünkü alıştığın bir hayat var. İşte üçüncü kişiler burada çok belirleyici oluyor, turnusol kağıdı gibi... Onlarla hayat bir anda daha hızlanıyor, karar alınabiliyor. Kitabın adı da bu yüzden "Başkasını seviyorum". Çünkü hep bir başkasının özlemi vardır. Gidilecek başka bir yer, sevilecek başka biri, hayal edilecek başka biri...
Neden kadın-erkek ilişkileri üzerine bir roman yazmak istediniz?
Bizim Genel Müdür (Cem Aydın) sık sık "Türkiye'nin kadın-erkek ilişkilerini rayına oturtamamak gerek" der. Biz hatta bunu bir televizyon programı olarak da düşünmüştük. Doğru insanlarla, doğru tarzda kadın-erkek ilişkilerini masaya yatırmayı... Çünkü çok ihtiyaç var. Politik, ekonomik sorunlar çözülebiliyor ama kadın-erkek ilişkileri böyle değil. İnsanlar kendileri ile aynı durumunda olanları görmek istiyor. Terapi gibi... Aldatmak, aldatılmak o zaman çok acı gelmeyebiliyor.
Buket Aşçı - Vatan