Ocaktan, dindar-muhafazakar çevreler hakkında yaptığı değerlendirmede "Hakka-hukuka, adalete riayet eden, herkesin özgürlüğünü savunan, şefkatli ve merhametli insanların yönetimi böyle olur" hayali kurduğunu söyledi. Ocaktan, "Ne yazık ki bugün o hayallerin çok uzağında bir fotoğrafla karşı karşıyalar" diyrek, "Çünkü dindarlar öylesine negatif örnekler ortaya koydular ki, uzun yıllar iktidar hayali kuran bizzat dindarlar bile adalete, hukuka, liyakate ve merhamete hasret kaldılar" ifadesini kullandı.
Ocaktan, "Dindarlar hiç böyle bir hayal kurmamıştı" başlığıyla yayımlanan yazısının devamında şunları yazdı:
Maalesef senelerce millet iradesine, sandığın üstünlüğüne inanan bir duruş sergileyen dindar-muhafazakar gelenek, tek parti CHP’sinin jakoben dayatmacı anlayışına sahip çıkan bir noktaya gelmiş bulunuyor. Kısacası, haklar ve özgürlükler konusunda tarihimizin negatif sembolü olarak anılan 1940’lar tek parti Türkiye’sine geri döndük.
Yıllarca yaşadıkları mağduriyetlere isyan eden dindar-muhafazakar gelenek, şimdi jakoben bir eda ile seçimi iptal ettirerek derin bir mağduriyet yükünün altına girmiş durumda. Bilelim ki hiçbir hukuki meşruiyet temeli bulunmayan iptal skandalının yarattığı mağduriyet ayıbı yıllar geçse de peşimizi bırakmayacaktır.
Özellikle dindar-muhafazakar kesimler olarak, YSK’nın yüzümüze bir kara leke olarak çaldığı iptal ayıbını çok iyi okumamız gerekiyor, çünkü bu sadece bir seçim yenilenmesi meselesi değildir. Bu aynı zamanda demokrasimizin en önemli meşruiyet kaynaklarından birisi olan sandık teminatının ve millet iradesinin zaafa uğratılmasıdır.
Biliyorum ki bazıları, bütün olup bitenlere rağmen hala AK Parti savunuculuğu yaptığımı söyleyerek beni eleştireceklerdir. Ama ben ısrar ediyorum; bugün AK Parti’yi seçimi iptal ettirmek için teşvik edenler yarın işler kötüye gittiğinde ortalarda olmayacaklardır. Çünkü onlar hayatlarının hiçbir döneminde dindar-muhafazakar insanların hakka-hukuka riayet etmek gibi ahlaki sorumlulukları olduğunu asla paylaşmadılar, bundan sonra da paylaşmayacaklardır.
Sadece iktidar nimetlerini paylaşmak üzere AK Parti’nin etrafını kuşatan, hatta içinde yer alan bu kesimlerin hak-hukuk, adalet ve merhamet gibi değerlerle bir akrabalıkları olmadığı için her türlü hukuksuzluğu, merhametsizliği alkışlamaları normaldir.
Düşünün ki bir AK Partili vekil çıkıyor, sanatçılar dahil geniş kesimlerin YSK kararını protesto için başlattıkları “Her şey çok güzel olacak” kampanyasını eleştirmek için “Adaletinizin terazisini sileyim paslanmasın” gibi seviyesiz ve utanç verici ifadeler kullanabiliyor. Peki kim bu vekil? AK Parti’nin aynı zamanda YSK’da görevli olan temsilcisi... Bu vekilin herkeste olmayan çok önemli bir özelliği daha var, halis muhlis FETÖ’cü olması. Anlayacağınız soyadı kadar “özel” bir vekil. FETÖ lideri Fetullah Gülen’in özel olarak “namaz takkesi hediye ettiği” ve de himmet dairesinin içinde yer alan şanslı(!) bir vekil. Vekilimiz gerçekten olağanüstü bir şansa sahip, zira Bank Asya’nın önünden geçenlerin bile yargılandığı bir Türkiye’de, o hala AK Parti’nin en cengaver FETÖ’cü temsilcisi olmaya devam ediyor.
İşte şimdi bu FETÖ’cü vekil çıkmış, YSK’nın hukuk cinayetini savunmak için güya aklınca herkese laf çakıyor, bunu yaparken de ‘siyasetin dili’ni seviyesizleştirmede hiçbir sınır tanımıyor.
Dindar-muhafazakar kesimlerin nasıl bir kirlilik denizinin etrafında dolaştığını gösteren bundan daha iyi bir örnek olabilir mi? En dramatik olanı da, 15 Temmuz ihanetine rağmen, AK Parti’nin hala bir FETÖ’cü tarafından savunuluyor olmasıdır.
Talihsizliğe bakın ki bugün iktidar adına öne çıkan yetkili ağızların adeta karikatürize hale dönüşen açıklamaları, söylemleri yüzünden AK Parti millet nezdinde güven kaybına uğramaya devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki partiyi yönetenler, bu gidişattan hiç de mutsuz değiller...