İşte o yazı:
Bir süredir bulunduğum her ortamda yazılarımda da kullandığım bir tezi dile getirdiğimde “Olur mu öyle şey?” tepkisi verenler çıkıyor. İlk başlarda tezime çokça tepki alıyorken son zamanlarda tekrarladığımda kös dinleyenler fazlalaştı.
Tezimi biliyorsunuz: AK Parti’nin şu sıralarda attığı her adımın yanlış olduğu, bundan böyle artık hiç doğru adım atamayacağı, yanlışlarına sürekli yeni yanlışlar ekleyeceği tezim…
Son örneği bu hafta yaşandı: AK Parti yönetimi daha önce başbakanlık başdanışmanlığı, dışişleri bakanlığı, AK Parti genel başkanlığı ve başbakanlık görevlerini üstlenmiş olan Ahmet Davutoğlu’nu ihraç süreci başlattı; dün de Davutoğlu ve kendisiyle birlikte hareket eden eski milletvekili ve il başkanı arkadaşları partilerinden istifa ettiler.
Her partide yollar ayrılır, istifalar olur, tasfiyeler yapılır; ancak sadece birkaç yıl önce (2014’te) genel başkan ve başbakanlığa getirilmiş birinin partisinden tasfiyesi herhalde ülkemizde -muhtemelen dünyada da- ilk kez yaşanıyor…
Davutoğlu’nu böyle bir davranışa mecbur bırakmayı yanlış buluyorum.
Eleştirilerine kulak verilir, parti içerisinde kalması sağlanabilirdi. Herhangi bir sebeple yollar ayrılması gerekseydi bile, bu, bundan sonra verebileceği zararın sınırlı kalmasını sağlamak amacıyla, ihraç mekanizması çalıştırılmayarak suhuletle gerçekleştirilebilirdi.
Evet, ihraç edilmek istenen Davutoğlu’nun AK Parti’ye verebileceği büyük bir zarar var.
Siyaset ve siyaset matematiği
Siyaset bir yönüyle matematik işidir. Bütün siyasi kadrolar ve partiler iktidar olmak için yola çıkarken matematik hesabı yapmak zorundadırlar. Yüzde 10 barajının bulunduğu eski sistemde, matematik, varlığını ispat etmek için her partinin asgari yüzde 10 oy almasını gerektiriyordu. İttifaklara izin verilen ve barajın önem taşımadığı yeni benimsenen ‘cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’nde ise, iktidar olabilmek için, cumhurbaşkanı çıkarabilecek bir matematik gerçekliğe ihtiyaç bulunuyor.
O da yüzde 50+1 oranıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte yapılan son genel seçimde sandıktan AK Parti yeniden iktidar olarak çıktıysa, bu, MHP ile ittifakı ve cumhurbaşkanı adayını yüzde 52 ile seçtirmesi sayesinde gerçekleşebildi.
Bir sonraki seçim randevusu 2023’te. Daha önceye alınmazsa 2023 yılında yapılacak seçimde de AK Parti’nin cumhurbaşkanlığına aday göstereceği kişinin -herhalde Tayyip Erdoğan olacaktır o kişi- yine yüzde 50’nin üzerinde oy alması şart.
AK Parti’den tasfiye edilen Ahmet Davutoğlu dün yaptığı basın toplantısında arkadaşlarıyla yeni bir parti kuracağını belli etti. Hatta basın toplantısının metni dikkatle okunduğunda, bunun, bir süre önce deklare ettiği ‘manifesto’ ile birlikte yeni partinin kuruluş beyannamesi olarak değerlendirilebileceği anlaşılacaktır.
Peki Davutoğlu’nun kuracağı parti seçime katıldığında daha çok hangi tabandan oy alabilecek?
Matematik burada devreye giriyor işte. Yüzde 1’in bile olağanüstü önem taşıdığı bir seçimde tabanından bir başka partiye oy kayması AK Parti’nin 2023 hesaplarını bozabilecek bir gelişme olacaktır.
Davutoğlu için AK Parti’nin yapması gereken, ne yapıp edip onun parti içerisinde kalabileceği bir yol izlemek iken, kendisini yeni bir partiyle karşısına rakip olarak çıkmaya zorlamak, hiç kuşkusuz yanlış bir yöntemdir.
Seçim matematiği açısından vahim bir yanlışlıktır hem de.
Siyaset tarihimizden bir yanlış örnek
‘Yeni parti’ ihtimali ufukta belirdiği her ortamda, AK Parti çevreleri, bu tür girişimlerin geçmişte başarısızlığa uğradığı, bugün de sonuç alamayacağı –‘boş çuval’ deyimi kullanılıyor- görüşünü dillendirirken, Adalet Partisi (AP) içerisinden çıkan Demokratik Parti (DP) örneğini veriyorlar.
AP’den ayrılanların oluşturduğu DP’nin uzun ömürlü olamadığı, günün sonunda siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kaldığı doğrudur.
Fakat bir başka doğru daha var: AP de içinden çıkanların kurduğu DP olayından sonra bir daha tek başına iktidar yüzü göremedi.
Süleyman Demirel’in “Siyasi hayatımın en büyük yanlışı” dediği olaydır o.
Bir darbe (27 Mayıs 1960) sonrasında yeniden sivil siyasete dönüldüğünde kapatılan Demokrat Parti yerine kurulan AP, girdiği ikinci seçimde (1965), oyların yüzde 52,9’unu alarak Meclis’te çoğunluğa ve iktidara sahip oldu. DP’nin kurulması (1970) sonrasında yapılan seçimlerde ise, AP, bir daha tek başına iktidar yüzü göremedi.
Matematik yüzünden.
DP yanında, AP’ye milletvekili adaylığı reddedilen Prof. Necmettin Erbakan da, Milli Nizam Partisi’ni (MNP) -kapatılması sonrasında Milli Selamet Partisi (MSP)- kurmuştu.
Bu iki partinin tabanından çektiği oylar yüzünden AP’nin oyu ilk girdiği seçimde (1973) yüzde 29,76’ya düştü. Yuvarlak hesapla, yüzde 53’ten yüzde 30’a.
Hükümeti CHP ile MSP kurdu.
Çünkü matematik bu iki partinin koalisyonunu gerektiriyordu.
İktidar körleştiriyor
Şimdiye kadar anlattıklarımdan bir gerçeği keşfetmiş olmalısınız: Demirel’e yanlış yaptıran iktidarın onu körleştirmesiydi. O körleşme yüzünden DP’nin kurulmasına geçit verdi, yine aynı körlük pekala adaylığını kabul edip partisi saflarına katabileceği Erbakan’ı kendi partisini oluşturmaya sevk etti.
Kendi eliyle iktidarını zorlayan ve kaybettiren yanlışlar yaptı Demirel…
Bana kalırsa, benzer bir yanlışı, bu hafta, Davutoğlu’nu istifaya sürüklemekle, AK Parti yapmış oldu.
Korkarım, bu, AK Parti’nin yaptığı son yanlış da olmayacak.
“Bundan böyle hep yanlış bekleyin” tezimi “Olur mu hiç?” tepkisiyle karşılayanlara “Olur, hem de bal gibi olur” diyorum.
*Bu yazı fehmikoru.com'dan alınmıştır.