İzmit'te yaşayan gazeteci Yeliz Koray kocaelikoz.com sitesindeki köşesinde geçmişte bir belediye başkanı tarafından nasıl tacize uğradığını yazdı.
Yeliz Koray yaşadıklarını İtiraf ediyorum! başlıklı yazısında okuyucularıyla paylaştı.
İşte Koray’ın yazısı:
İtiraf ediyorum!
Mesleğe başlayalı 2-3 yıl olmuştu. Yaşım 24 bilemedin 25.
Gazetedeki amirim belediye başkanının programından bahsetmiş, beni orada görevlendirmişti.
Mesafe uzak olunca belediyenin tahsis ettiği araç gelip muhabirleri aldı.
Ben dahil dört kişiydik.
İki kız iki erkek.
Gittik haberi yaptık. Haber dediysem ciddi bir olay yok. Klasik bir belediye programı.
İşimizi bitirdikten sonra belediye başkanının masasındaydık.
Eşi, oğlu, kızı, gelini, damadı hatta torunları…
Yemekler yendi, çaylar içildi, belediye arabası bizi gazetelere bıraktı. Her şey olması gerektiği gibiydi yani.
Yarın yaşayacaklarımdan habersiz, haberi yazdım, evime gittim…
Sabah daha gazeteye bile girmemiştim ki telefonum çaldı. Arayan belediye başkanıydı. “Haber çok güzel olmuş, eline kalemine sağlık” dedi.
İnce bir davranıştı, rica ederim görevimiz diyerek kapattım.
Akşam yine aradı; bu kez hal hatır sorma…
“Nasılsın Yeliz, bugün nasıl geçti…”
Allah Allah diye içimden geçirmedim değil ama babamdan yaşlı, torun sahibi adam diye düşünerek hem kendi fesatlığıma kızdım hem de “Eşinize selam söyleyin” diyerek aklımca önlem aldım.
Ertesi gün akşama doğru yine bir haberdeyim. Telefonum çaldı. Arayan yine belediye başkanıydı. Açmadım..
O zaman da şimdiki gibi olumsuz şeyler yaratacak durumlardan kaçar, daha doğrusu ertelerdim.
Önce kendimi hazırlayayım sonra ne yaşayacaksam, ne diyeceksem diyeyim…
24 saat geçmemişti ki telefonum yine çaldı. Bu kez sabahın körü; daha işe gitmek için akşam kurduğum alarm bile çalmamış uyuyorum.
Telefonu açtım. Karşımdaki 18'lik delikanlının sabah sevgilisini aradığı mutlulukta.
“Günaydın Yeliz…”
-Günaydın hayırdır başkanım dedim.
“Yaptığın haberden dolayı sana yemek ısmarlamak istiyorum” dedi.
Sanki belediyeyi dolandıran birini yakalatmışım! Alt tarafı kıytırık bir programda birkaç fotoğraf iki satır yazı…
-Gerek yok teşekkür ederim başkanım diyerek savuştururken “eşinize selam söyleyin” demeyi de ihmal etmedim.
Moral bozuk, cinlerim tepemde işe gittim.
Bir daha ararsa şunu diyeceğim, bunu diyeceğim, o beni ne sanıyor, bu ne cesaret hem de bana ya bana… diye kurdum da kurdum…
Tahmin edeceğiniz gibi akşama doğru yeniden aradı. En yakın arkadaşıma İstanbul'a gitmek için gazeteden çıkmak üzereydim.
“Yeliz ne yapıyorsun, yerindeysen gazeteyi ziyarete geleceğim” dedi.
En sert ses tonumla “Ben İstanbul'a gidiyorum ama müdürümüz gazetede gidebilirsiniz” dedim.
“Keşke daha önce söyleseydin sana bir hediye alırdım” dedi.
-Anlamadım ne hediyesi dedim.
“Biz de yola gidene hediye alınır” dedi sanki temelli şehir değiştiriyormuşum gibi.
“Teşekkür ederim istemem” diyerek telefonu kapattım ama İstanbul'a nasıl gittiğimi bilmiyorum.
Bir tarafım “bu adamı rezil et” diyor, diğer tarafım “dur Yeliz”
Sanki kötü bir şey yapmış gibi utancımdan kimseye anlatamıyorum.
Kart horoz diye manşetten rezil etsem babam onu öldürür.
İnsanlar “O gün iki kız habere gitmiş. Neden ona değil de Yeliz'e asıldı” diyerek şu kuyruk sallama sözünü söyler.
Bu zamana kadar cevval gazeteci olarak bilinen adım ‘taciz'le bilinir ve üstüme yapışır.
Adam zengin, koskoca belediye başkanı; “Yeliz benden para istedi vermedim iftira atıyor” derse nasıl ispat ederim…
İşin acı tarafı kendimi bile sorgulamaya başlamıştım. O gün ne giydiğimi düşündüm, pislik heriften aldığımız demeci hem de kelimesi kelimesine…
Sahiden iki kız gitmiştik neden ona değil de bana?
Başkası anlatsa rezil et, tokadı yapıştır, küfür et falan derdim ama insan yaşamayınca bilmiyormuş. Saklasam kendimi yiyip bitireceğim. Saklamasam burası Türkiye ben rezil olacağım!
Neyse en yakın arkadaşıma bile anlatmadan bunları düşüne düşüne uyudum.
İzin günüm başlamadan mahvolmuştu. Ne izlediğimiz filmden ne de arkadaşımın benim için yaptığı yemekten bir şey anlamıştım.
Sabah uyanıp telefonumu açtım ki yine çaldı. Yaşadığım çaresizliğin patlaması mıdır bilmem hayatımda ilk kez titreyerek ağlamaya başladım. Telefonu açmayınca bu kez mesaj geldi.
“İstanbul'a geldim. Bir yemek yiyelim beraber İzmit'e döneriz.”
“Ne münasebet siz beni ne sanıyorsunuz?” dedim.
“Beni yanlış anlıyorsun” dedi.
Yan odadan sesime gelen arkadaşıma sonunda anlattım. Her iki durumda da yaşanacak olasılıkları düşündük, ne yapacağımıza karar vermeden İzmit'e döndüm.
Ertesi gün şimdiki ortağım olan dostum Gökhan ile haber çıkışı oturduk çay bahçesinde çay içiyoruz. O gün hiç aramadığı için “mesajı almıştır artık yüzüme bile bakamaz” rahatlığındaydım ki yine aradı.
Elim ayağım titreyerek yine ağlamaya başlayınca Gökhan'a her şeyi anlattım.
“Ne yapayım ben arkadaşım?” diye ağzından bir çözüm beklerken telefon yine çalmaya başladı.
Gökhan telefonu aldı, sert bir tonla “Efendim” diyerek açtı. “Ben Yeliz'in nişanlısıyım şu an burada değil bana söyleyin” dedi. Sıkı durun karşıdan gelen cevabı söylüyorum;
“Yeliz bacıma bir şey soracaktım…”
Bir haftalık kabusum daha doğrusu metreslikten bacılığa terfii edişim o gün bitti.
Bir daha ne aradı ne de yüzüme bakabildi…
***
Şimdi diyeceksiniz ki Yeliz bunu neden anlattı?
Bugün 8 yaşında öz amcasının cinsel tacizine uğrayan bir kız çocuğunun annesiyle röportaj yaptım. (Yarın okuyacaksınız)
Gördüm ki bu ülkede 8 yaşındaki bir çocuğun bile amcasını tahrik edip etmediği sorgulanıyor ve o küçük çocuk annesine ağlayarak “O gün tayt giydiğim için mi amcam bana bunu yaptı?”diyebiliyor.
Tıpkı benim kendimi sorguladığım gibi…
Çünkü tahrik bizim kafamızda; bende, sende, onda, hepimizde.
İtiraf ettim, anlattım. Bir kibrit çakarsam ne ala, çakmazsam dişi köpeğinin de… kendimizde tahrik aratan toplumun da…