27 Mayıs’a bağlayan gece saat 03.00’te İstanbul’da başlayan darbe, bir saat içinde önemli ve kilit mevkilerin ele geçirilmesi ile tamamlanarak Ankara’dan gelecek olan radyo yayınına gözler çevrildi.
Başbakan Adnan Menderes sabah saat 7.50’de, Kütahya’da Silahlı Kuvvetler tarafından tutuklanırken hareketin sembolik lideri Cemal Gürsel İzmir’den kalkan bir uçakla Ankara’ya getirildi.
Yüksek Adalet Divanın tarafından yapılan 14 Ekim1960 tarihinde başlayıp 15 Eylül 1961 tarihinde sona eren 11 ay 1 gün süren yargılamalar sonunda Celal Bayar’ın ölüm cezası, ilerlemiş yaşı ve sağlık durumu nedeniyle hafifletilirken Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve Adnan Menderes 16 Eylül 1961 günü asıldı.
Hülya Karabağlı / Medyafaresi.com özel haber
2 Nisan 1951 yılında Meclis’te hükümet programı müzakerelerinde “Muhterem arkadaşlar, Hükümet hatasız hareket ettiği iddiasında değildir. Hükümet insanlardan müteşekkildir, insanlar, hata ve sevap işleyebilirler” diyen dönemin Başbakanı, Demokrat Parti (DP) Genel Başkanı Adnan Menderes hükümetine yapılan darbenin üzerinden 60 yıl geçti; 27 Mayıs 1960 darbesini ‘devrim’ olarak da kabul edenler de oldu.
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı, TBMM’de kurulan 15 Temmuz FETÖ/PDY Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu Başkanvekili ve 2012 yılında Meclis Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu’nda görev yapan Selçuk Özdağ, “Hiçbir darbe de devrim değildir devrimi halk yapar. Devrimi bir cunta, bir kişi yapmaz, cemaat yapmaz, halk yapar Mustafa Kemal’in 1920’de yaptığı gibi” dedi.
27 Mayıs 1960’ı darbelerin anası olarak nitelendiren Özdağ, Türkiye’de bir daha haber olmaması için demokrasi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, şeffaflık ve insan haklarının olmazsa olmaz koşulu olduğunu belirterek, “Aksi takdirde yine aynı şekilde bu kapalılıkların ve karanlıkların sonucunda yine birileri durumdan vazife çıkarmak isteyebilir. Egemen güçler de bunları tetikleyebilir o nedenle hep beraber daha çok demokrasi ve daha çok insan hakları diyeceğiz” diyor.
Selçuk Özdağ, dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve iki bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı asılarak öldürülen 27 Mayıs 1960 darbesi ile 60 yıl sonra yapılan darbe konusunu medyafaresi.com’a değerlendirdi:
SÖZDE MİLLET ADINA YAPILAN DARBELER…
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu topraklarda tutunmak için eğitime, ekonomiye, cumhuriyete ve demokrasiye önem vermiş fakat iç ve dış egemen güçler Türkiye Cumhuriyeti devletini her alanda geliştirmemek için darbelere tevessül etmişler, kamplaştırmışlar, kutuplaştırmışlar, kin ve nefret tohumlarını ekmişlerdir; mezhepsel, etnik ve ideolojik olarak bizi farklılaştırmışlar ve bu şekilde orta ölçeğin altına düşürmek istemişlerdir.
Darbeler Türk demokrasisinin ve ülkemizin yakın tarihinin karanlıkta kalmış dönemleridir. Millet adına ve milletin huzuru adına yapıldığı iddiasıyla gerçekleştirilen darbeler sağ veya sol görüş fark etmeksizin binlerce insanımızın cezaevlerine kapatıldığı, idam edildiği, işkencelerin yapıldığı ve istikballerinin ellerinden alındığı zulüm dönemleridir. Sözde toplumsal huzuru tesis etmek amacıyla gerçekleştirilen darbeler aynı zamanda Edirne'den Ardahan'a kadar bütün olarak ülkenin açık hava hapishanesine dönüştürüldüğü, hiç kimsenin düşüncesini özgürce ifade edemediği, hatta düşüncenin, bilginin ve dahi gelişmenin evrensel unsurları olan kitapların suç unsuru sayılması nedeniyle darbecilerin korkusuyla yakıldığı karartma dönemleridir.
1960'da seçilmiş bir iradeye karşı bir avuç cuntacı darbe yapmış, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri cezaevlerine gönderilmiş, işkencelere maruz kalmışlardır. On yıl bu millete hizmet etmiş olan Başbakan Adnan Menderes, bakanlar Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan darağaçlarına gönderilmiş ve binlercesi de kör kuyulara atılıp merdivensiz bırakılmışlardır.
O kadar ki, on yıl bu devlete Başbakanlık yapmış Adnan Menderes cezaevindeyken millete hizmet aracı olan siyasetten nefret eder hale getirilmiş ve Yassıada'da şunu söylemiştir: "Bir çıksam buradan, bir çıksam. Çine Çayı'nın yanına gitsem, söğüt ağaçlarının altında bir uzansam, derin ve deliksiz bir uykuya yatsam." "Bir daha siyaset yapmayacağım." deme noktasına getirilmiştir. Hesabı sorulmayan her darbe bir sonraki darbenin tetikleyicisi olmuştur.
DARBELERE KARŞI HUKUK İŞLETİLEMEDİ
Darbelere karşı hukuk işletilebilse, siyaset kurumu şahsiyetli bir duruş ortaya koyabilse bugün Türkiye bulunduğu yerin çok ilerisinde olurdu. Türkiye 27 Mayıs’ı yapanları sanık sandalyesine çıkarabilme cesaretini gösterebilseydi, bugün milleti canından bezdiren darbeler dönemi çoktan kapatılmış olacaktı.
TÜRKİYE’DE PARTİLER VE LİDERLER ARAÇ OLMAKTAN ÇIKARILARAK AMAÇ HALİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ.
1946 yılında açık oy gizli tasnif gibi ayıplı bir seçim yapıldı. 4 yıl sürdü ardından da 1950 yılında gizli oy açık tasnifle bir seçim yapıldı Türkiye’de. Çok partili hayat Türkiye’ye geldikten sonra Menderes ve arkadaşları Demokrat Parti (DP)’yi kurmuştu. Partiler araçtır amaç değildir. Batı dünyasında demokrasinin işleyişine baktığımız zaman oradaki partiler ve liderler araçtırlar amaç demokrasi ülkelerinin zenginliği ve özgürlüğüdür. Türkiye’de ise maalesef partiler ve liderler araç olmaktan çıkarılarak amaç haline dönüştürüldüler.
Bunun sonucunda da CHP ile DP arasında acımasız büyük bir rekabet ve kavga başladı. Bu kava sonucunda DP’lilerle CHP’liler arasında cumhuriyeti kuran insanlar olmasına İstiklal Harbi’ni yapmalarına rağmen aynı camilere gitmediler, birbirlerinden kız alıp vermediler aynı zamanda da aynı mezarlıklara gömüldüler bu korkunç ve vahim bir tabloydu. Biz de önce lider sonra parti sonra ülke noktasına gidildi.
NE OLDUYSA 1957’DEN SONRA OLDU; MEDYAYA BASKILAR DOĞRU DEĞİLDİ.
1950 ile 57 arasında Menderes seçimler kazandı, kalkınma, demokratik hamleler yapıldı, Batı ile entegrasyonlar ama ne olduysa oldu 1957 sonrası oldu. Menderes ve arkadaşları DP iktidarı daha da sert tutum takındı. Tahkikat Komisyonları’nın kurulması, medyaya baskıların yapılmış olması gibi bunlar doğru değildi. O dönem içinde tutuklanan milletvekilleri oldu, Parlamentoda çok ciddi kavgalar oldu, dışarıda o kavgalar devam etti ve bir yandan Menderes’e aşırı sevgiler diğer yandan İnönü’ye aşırı sevgiler ve İnönü’nün yurt gezilerinde olayların başlamış olması kamplaşma ve kutuplaşmadır, iktidarın getirmiş olduğu denetim mekanizmasının zayıflığıdır.
KUVVETLER AYRILIĞI YOK EDİLEREK KUVVETLER BİRLİĞİ YAPILDI
Kuvvetler ayrılığı yok edilerek kuvvetler birliği olması da büyük bir hatadır. Eğer kuvvetler birliği olmasaydı iktidarın yapmış olduğu bazı yanlışları ve hukuk dışılıkları etik dışı davranışlarla ilgili denetim mekanizmaları buna dur diyebilirdi. En azından denetlenebilirdi bu keyfiliklere mani olabilirdi ama buna rağmen Türkiye’de bir darbe olmaması lazımdı. Geriye dönüp baktığımız zaman darbeyi yapanların bir kısmı buna devrim bir kısmı darbe bir kısmı ise keşke yapmasaydık diyor. Bu darbeyi yapanların bu darbelerin tamamının arkasında aynı zamanda içeride çalkantıları, keyfilikleri ve sıkıntıları kullanan egemen güçlerin ajanları olduğuna inanıyorum.
DARBE ORTAMINI KİM SAĞLADI DİYE SORMAMIZ GEREKİR
Her darbenin arkasında egemen güçler ve emperyalistler vardır. Ama onlara suç atmak yerine öncelikle bu ortamı kim sağladı diye sormamız gerekir. Bu nedenle iyi darbe yoktur bütün darbeler kötüdür. Hiçbir darbe de devrim değildir devrimi halk yapar. Devrimi bir cunta, bir kişi yapmaz, cemaat yapmaz, halk yapar, Mustafa Kemal’in 1920’de yaptığı gibi. Bir gün çıktılar Anadolu’yu gezdiler Kurtuluş Savaşı’nı inşa ettiler yukarıdan aşağıya doğru başlamış gibi görünse dahi aşağıdan yukarıya doğru bir devlet kurdular beraber, sonrasını yine tartışırız. Bu nedenle 1960 bir darbedir. Türkiye’de hiçbir aydın hiçbir kişi buraya iyiydi, kötüydü, iyiydi diyen yok. Bütün darbeler kötüdür noktasına geldi Türkiye ve kınanmalıdır bütün darbeler.
Burada Menderes ve arkadaşlarına yapılanları da kabul etmek mümkün değil, bir siyasetçi ancak sandıkla gelir ve sandıkla gider. Bunu Yüce Divan yapar, soruşturma komisyonları yapar, araştırma komisyonları yapar. Birileri gelip biz sizden daha iyi biliyoruz sari bir hastalık gibi her 10 senede bir darbe yapmazlar.
BUNDAN SONRA DARBE OLMAMASI İÇİN…
Bütün darbelerin anası da 1960 darbesidir. Oradan yürüdü ve ne zaman ki siyasetçiler kendi aralarında çatışma yapınca kurtarıcı rolüne büründü. 27 Mayıs 1960 darbelerin anasıdır ve 15 Temmuz darbe girişimi de bütün darbelerin hesabının sorulduğu gündür. Bundan sonra da darbenin olmaması içinde demokrasinin, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ve şeffaflığın çok kısa sürede tecelli etmesi lazımdır aksi takdirde yine aynı şekilde bu kapalılıkların ve karanlıkların sonucunda yine birileri durumdan vazife çıkarmak isteyebilir. Egemen güçler de bunları tetikleyebilir o nedenle hep beraber daha çok demokrasi ve daha çok insan hakları diyeceğiz.
Komisyon esnasında 14’lerden yaşayanlardan birisini komisyona davet etmiştik. Bu şahıs ‘Benim 14’lerle bir bağım yoktu ama onların içerisine koydular, sürgün gittim ve Türkiye’ye döndüğümde bir ev tuttum. Evimin kirasını ödeyemiyordum kiranın üçte birini verdim ve ev sahibine, ‘ben şerefli bir Türk subayıyım üçte birini ödüyorum ama merak etmeyin kiranız bende kalmaz ödeyeceğim’ demiş. Bir gün kapısı çalınmış beyaz beyaz fötr şapkalı, beyaz ayakkabısı, gömleği, ceketi olan biri içeri girmek istemiş. Eşya olmadığı için içeri almak istemediğini komisyonda anlatan bu darbecinin üç yıl sonra Türkiye’nin en zengini olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Yani 14’lerden olan kişi vergi rekortmeni oluyor, çok ilginç bence.
SİYASETÇİLER TÜRKİYE’Yİ DOĞRU OKUMUYOR
1960 darbesini herkesin kınaması gerekir ama tüm siyasetçilerin de Türkiye’yi doğru okumadıklarını ve partilerini ve liderlerini tabu haline getirdiklerini görmüş olmanın üzüntüsünü yaşıyorum. Bu darbelerin hepsi karanlıktır oysa demokrasi açıklık rejimini adıdır. Bütün darbeler ekonomimize zarar verdi ve ekonominin en iyi olduğu zamanda yapıldı. Enflasyonun en düşük kalkınma hamlesinin en yüksek olduğu dönemde yapıldı. İşsizliğin en az olduğu dönemde yapıldı. 1960’de böyleydi, 1971’de böyleydi,1980’de, 28 Şubat’ta hatta 15 Temmuz darbe girişim ide böyleydi. Hatta 15 Temmuz öncesi tarihinin en düşük faizini yaşadı Türkiye.
Her 10 yılda bir darbe olursa kimse demokrasiye içselleştiremez sermaye de, halk da siyasetçi, akademisyenler de kesinlikle bunu içselleştiremez burada her grup durumdan vazife çıkartmaya çalışır. Darbeler Türkiye’nin kültürel hayatını zarar verdi, milletleşme sürecine zarar verdi bu darbeler toplumu kamplaştırdı. Mustafa Kemal Atatürk döneminde Osmanlı yıkıldığı zaman buraya her ırktan her kavimden insan geldi. Boşnak, Arap, Çerkes, Kürt, Zaza buraya geldi. Osmanlı kavimiliyetçilik sonrası yıkıldı, yeni milliyetçilikle yıkıldı. Bir milliyetçilik Osmanlı’yı ayakta tutmak isterken yeni devlet kurdururken bir başka milliyetçilik de Osmanlı’yı yıktı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün milletleşme süreci devam ederken 1950 yılından başlayan kamplaşmalar, darbeler, sağ- sol olayları ve PKK olayı bunun sonucunda da insanlar birbirlerine, partiler birbirlerine karşı acaba demeye başlayınca bunun sorucunda da milletleşme süreci dumura uğradı ve bunun arkasında da yine egemen güçlerin olduğuna inanıyorum ve Türkiye milletleşme ortak kültüre sahip olmadığı süreci bu sıkıntıları yaşamaya devam eder.
Eğer o gün bir erken seçim olsaydı 1960 darbesi olmazdı, 1980 de de eğer seçim olsaydı yeni kurulmuş bir parlamentoya darbe yapılamazdı. 15 temmuz sonrasında da Türkiye’de ciddi bir kamplaşma meydana geldi, bu özellikle 2017 yılından itibaren başladı, devlet büyük bir travma yaşadı, her kurum travma yaşadı bunları anlarım. Ancak, bu kamplaşma ve kutuplaşma devam ediyor ve buluttan nem kapmaya yol açıyor, birileri darbe var çığırtkanlığı yapıyor. Darbe varsa gereğini yapın iktidarsınız darbe yoksa bu tür şeyleri gündeme getirmek demokrasiye bir ihanettir.
27 Mayıs 1960
27 Mayıs’a bağlayan gece saat 03.00’te İstanbul’da başlayan darbe, bir saat içinde önemli ve kilit mevkiler ele geçirildi ve Ankara’dan gelecek olan radyo yayınına odaklanıldı. Sabah saat 7.50’de, Menderes Kütahya’da Silahlı Kuvvetler tarafından tutuklandı. Mahkemenin idam kararı üzerine Amerikan, İngiliz, Alman, Fransız ve Pakistan hükümetleri infazların ertelenmesi çağrısında bulundu. Milli Birlik Komitesi (MBK)’ya ulaşan cezanın hafifletilmesi istekleri İnönü, Türkeş, Başkan Kennedy, Kraliçe Elizabeth, De Gaulle ve Eyüb Han’dan geldi. Eyüb Han, sürgüne gönderilmeleri durumunda Menderes ve Bayar’a sığınma teklif etti. 27 Mayıs 1960’da askerin yönetime el koymasıyla DP iktidarı sonlanmıştır.
Türkiye de, 1960 darbesini ‘devrim’ olarak kabul edenler de var. 27 Mayıs 1960 darbesinde 235 general, 4.171 subay, astsubay; 12 Martta 600'e yakın subay, astsubay ve askerî öğrenci; 12 Eylülde 347 subay, 176 astsubay, 447 askerî öğrenci; 28 Şubatta 900'ü aşkın subay ve astsubay şu veya bu şekilde ordudan uzaklaştırıldı. Türkiye, 27 Mayıs 1960 darbesinde 1 yıl 4 ay, 12 Mart (Muhtıra) darbesinde 2 yıl 8 ay, 12 Eylül darbesinde ise 3 yıl 2 ay süreyle askeri yönetimler tarafından idare edildi.
27 Mayıs 1960 darbesinde TBMM kapatılarak, darbecilerden oluşan Milli Birlik Komitesi idareyi ele aldı. Darbeciler tarafından yürürlüğe konulan 211 sayılı İç Hizmet Kanunuyla, orduya “Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi” verildi.
İlk bildiriyi okuyan Albay Alparslan Türkeş 27 Mayıs 1960 günü saat 15.00’de Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan basın toplantısında darbenin gerekçesini açıkladı. TBMM yayınlarından alınan bilgiye göre, Türkeş bir gazetecinin “Bu sabahki harekâtı nasıl tavsif edebilirsiniz? Bir darbe-i hükümet mi olmuştur, yoksa Anayasa’ya dönüş mü bahis konusudur?” sorusu üzerine, Alparslan Türkeş: Yürürlükteki Anayasa idare tarafından çiğnenirse o idarenin meşruiyeti şüpheye düşer. Onun için biz birkaç seneden beri memlekette Anayasa’nın ihlal edildiğine şahit olduk. Fakat sabırla bekledik ve içten temenni ettik ki bu yol parlamenter nizam içinde mecliste halledilsin. Son bir aylık hadiseler memlekette büyük üzüntüye sebep oldu ve demokrasi hayatımız bir çıkmaza girdi.
Fakat bütün ümit ve beklememize rağmen parlamentoda bunun düzelmesine gidilmedi. Diktatörlüğe gidileceğinden bütün memleket endişeye düştü ve bu hal ayrı partilere mensup vatandaşların münasebetlerini de güç hale soktu. Bu durum karşısında memleketin ve milletin iç ve dış tehlikelerden korunması sorumluluğunu üzerinde taşıyan Türk Silahlı Kuvvetleri, kötü şekilde yürütülen bu iç mücadelenin memleketin dış emniyetini de tehlikeye soktuğunu gördü.Bunun hem Ortadoğu bölgesinde sulh ve sükunu temin, hem de Anayasa’nın her türlü tesirden azade bir hale getirilmesi maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri kendi sorumluluğu dahilinde düzeltmeye karar verdi” yanıtı verdi.