Film çekmek zor iş. Oyuncu olarak hazır bir sete girmek varken bu kez elinizi taşın altına sokuyorsunuz. Filmin hem yönetmeni hem oyuncusu, hem de senaryo ve yapım ortaklarından birisisiniz. Nasıl bir cesaret geldi? Kendi filminizi çekmek düşüncesi hep var mıydı?
Oynadığım dizilerde ve tiyatro prodüksiyonlarında hazır yapımlara girdiğim doğru. Sinemadaysa şanslı olduğum için daha çok işin mutfağında olup birlikte yaratımın heyecanını yaşadığım projelere denk geldim. Yönetmenlerimle senaryoyu birlikte yazmak ya da yazılan draftları düzeltmek, izinleri almak gibi projenin detaylarını şekillendirmek, bunlardan hiçbiri olmadıysa setin olmazsa olmaz çay, kahve ihtiyacını karşılamak, servisini yapmak benzeri görevlerde bulundum oyunculuk görevimin yanı sıra. Bu nedenle “hazır bir sete girmek” fikri bir yandan kulağıma çok hoş geliyor ve beni gülümsetiyor bir yandan da bunu duyduğumda özendiğimi hissediyorum. Karışık bir duygu benim için. Projeleri bu biçimde hayata geçirmemiş olsaydık bugüne hazır olmayacak, “elimi taşın altına koymak” ya da “cesaret etmek” biçiminde tanımlanan kalıplara böylesine farkında olmadan giremeyecektim sanırım. Yaşadığım uzun yıllar beni filme fazlasıyla hazırlamıştı zaten. Bugün olmasa ileride yapacağımı bildiğim, uygun koşulu, yılı, ortamı beklediğim bir oluşumdu diyebilirim kısaca.
İlk filminiz olmasına karşın son derece olgun, kendinden emin bir film ‘Yemekteydik ve Karar Verdim’. Yönetmenlik konusunda kimseye akıl danıştınız mı yoksa hisleriniz üzerinden mi yürüdünüz?
“Yemekteydik ve Karar Verdim” için sizden bu sözleri duymak benim için çok özel. Daha önce Adana’da denk geldiğimiz jüri döneminde gördüğüm titizliğiniz ve sanat severliğiniz göz önüne alındığında bir o kadar da önemli. Yaptığım işleri düşündüğümde çocuk kitabı, şarkı sözü, senaryo, gazetelerde makaleleri yazmak, oyunculuk, resim alanında ortaya koyduğum işlerde her zaman danışmanlarım olmuştur. Ve bu danışmanlar beş yaşında bir çocuk da olabilirler, o alanda inandığım, güvendiğim bana hocalık etmiş birileri de. Bu projede de yönetmenlik alanında elbette danışmanlarım vardı ancak senaryo alanında ve diğer tüm alanlarda pek çok danışmanla, pek çok uzmanla yola çıktığım ve kendimin sağlamasını yaptığım da muhakkak. “Yemekteydik ve Karar Verdim” için özel olarak danıştığım, bana yardımcı olan, destek olan tüm isimler, ki bunlar hayatımın merkezindeki isimlerdir, künyede mevcut.
Senaryo nasıl çıktı ortaya? Bir aile hesaplaşması üzerinden gitmeye nasıl karar verdiniz?
Başlangıçta altı, yedi hikayeyi masanın üzerine yatırdık. Bu hikayelerden birkaç tanesi benim sıcaklık duyduğum ve sırasıyla hayata geçirmeyi planladığım hikayelerdir. Tıpkı kitap yazarken olduğu gibi o dönem içimizi en çok ısıtan hikayeyi tercih ettik.
Aile hesaplaşmasına gelince yönetmenliğini yapmak istediğim filmin festival çizgisine yatkınlığı tartışılmaz bir varoluş taşıyordu. Gerek içinde bulunduğum gerekse izleme fırsatı bulduğum filmlerimizde, özellikle bağımsız sinemaürünlerinde gidişat az karaktere yönelmekti. İtalyan sineması ve Fransız sinemasının benim için majör isimlerinin yaratımı olan aile temaları fazlasıyla ilgimi çekiyordu. Bizdeyse aileyi odaklanan filmlere yönelim bir hayli kısıtlıydı. Sanıyorum bu nedenle çok karakterin olduğu bir aile filminin hayata geçirilme isteği iştah kabartıcı bir seçim çizgisine oturdu. Öte yandan biz dört senarist, aile içini kurcalamak isteyen meraklılarız gibi de geliyor bana.
Bir hesaplaşma filmi olmasına karşın diyaloglara boğulmuyoruz. Bunu özellikle tercih etmiş olmalısınız?..
Kimi filmlerde, romanlarda ve tekstlerde diyalog olmazsa olmaz bir unsurdur. Bazen de hikaye kendini sözsüz, daha az konuşan bir dille ortaya koyabileceğini sezdirir. Bizim kaleme almayı tercih ettiğimiz hikaye rotasını bu yöne çeviren bir hikayeydi. Genel anlamda sözsüzlüğe yatkınlığa yönelmekten çok karakterlerin gerektiği kadar konuşmasını ilk başta tercih ettik. Çalıştığımız süreç, bu kararın ne kadar doğru bir karar olduğunu ortaya koydu. Yanıldığımızı düşünseydik sözü de tercih edebilirdik. Benim yönetmen olarak anlatmak istediğim dünya, yazım sürecinden itibaren kendini doğruladı. Kurgu sürecinde bile yani filmi bağlarken hesaplanmış bir biçimde kendini var etti.
Aslında baba karakteri ‘astığım astık kestiğim kestik’ şeklinde katıksız otorite bir baba değil. Sonuçta kendi evlatlarını iyi bir şekilde yetiştirmiş, aslında bir yere kadar da özgür bırakmış. Fakat kendi ayakları üzerine durmaları konusunda onları cesaretlendirmiyor, alttan alta sürekli kendisine muhtaç olduklarını hissettiriyor. Otorite değil, gizli otorite... Ne dersiniz? Bize biraz baba’yı anlatır mısınız?
Evlatların iyi yetişmesi göreceli bir kavram. Babaysa pasif agresif bir karakter. Merkez baba gibi gözükse de her şey istediği gibi gelişiyor kanısına kapılsa da aile kadının patlamasına da olanak sağlayabilecek, karakterlerin kendi yaşamlarını seçecekleri bir gerçekçilikle örülü. Aile trenine binerseniz, rolünüz belli değildir. Kendinizi kondüktör zannedersiniz. Bir de bakmışsınız ki trenden aşağı inmiş istasyonda diğer treni bekliyorsunuz. Yataklı vagonda rahat ettiğinizi düşünürken yüzünüz gözünüz kömürlere bulanmış trenin gitmesi için çabalıyorsunuz. Bir aksiyon sahnesinin içinde trenin üstünde tutunmaya çalıştığınızı zannederken restoranda kahvenizi yudumlayıp etrafı seyrediyorsunuz. Aile her an değişen kuralları varmış gibi gözükürken, kuralsızlığa meyleden ya da kuralsızken hayatımızı yaşanılmaz, kurallı bir yolculuğa çeviren, sevgiyi önemserken önemsizleştiren, önemsiz olduğunu düşünürken kolaylıkla merkeze atıveren çok güçlü bir yapı. Trenle mi yolculuğa çıkacaksınız yoksa o trene hiç binmemeyi mi tercih ediyorsunuz, uçak ya da atla aheste aheste gezinmeyi mi istiyorsunuz? Karar sizin! “Yemekteydik ve Karar Verdim” karakterlerin karar süreçlerine odaklanıyor. Bir ailenin içindeyseniz karar verseniz dahi kararınızı uygulayamayabilir, karar verdiğinizin farkına varmadan karar veren konumuna düşebilirsiniz.
Hikayeyi bir kişi üzerinden değil tüm aile bireyleri üzerinden anlatmayı tercih etmenizin sebebi nedir?
Odak noktası tek karakter olan, o karakterin bilinen örgüde giriş, gelişme, sonuç çizelgesiyle yazılmış bir senaryo düşünülebilirdi. Çekmek istediğim filmi kendi içinde üç bölüme ayırıp ilk bölümün giriş, ikinci bölümün giriş, gelişme üçüncü bölümünse giriş, gelişme, sonuç bölümleriyle ifade edilmesini düşleyerek baştan tasarlamıştım. Senaryo grubumuzda bu tasarının desteklenmesi işimi, anlatımı ortaya koymak noktasında bir hayli kolaylaştırdı.
Bir oyuncu olarak oyuncularla nasıl bir iletişim kurmaya dikkat ettiniz?
Oyuncu olan herkes benim yakınım, kardeşim, dostum, hesapsız kitapsız benim hayal dünyamı gerçekleştirmek üzere sete gelen yakınlarım. Hayatımda hep var oldular ve var olacaklar. Bana güvenmeleri, beni destekleme istekleri onlarla sanki bir iş yapıyormuş gibi değil de evimin salonunda onlarla herhangi bir sıkıntımı, mutluluğumu paylaşıyormuşum duygusunu yarattı bende. Her birine ömür boyu müteşekkirim.
30 küsur yıldır ilk kez bir filmde izlediğimiz Arzu Okay’ı nasıl ikna ettiniz?
Arzu Okay annem kadar yakındır bana. İkna etmekten çok kızının hayalini, isteğini hayata geçirmek isteyen biridir Arzu. Yalnızca bu filmde değil. Bu durum bizim için hep böyle geldi ve hep böyle gidecek. Ben bunun değerini biliyor ve bu kadar özel bir güzelliğin yok olmayacağından emin ve bunun verdiği güçle yaşıyor, aklıma geldiği her an mutluluk kıyafetini üzerime giyiyorum.
Bu film sayesinde ablanız Ayçıl Yeltan’ın da oyuncu olduğunu öğrendik. O nasıl dahil oldu? Amerika’da oyunculuk yapıyor galiba, değil mi?
Ablam ailemdeki pek çok insan gibi çok yönlü bir sanatçıdır. Viyolonsel eğitimden sonra bir üst sınıfım olarak aynı konservatuvarda tiyatro bölümüne girdi, Dormen Tiyatrosu’nun kapanmasıyla Amerika’ya gitmeyi tercih etti ve ilk yıllarda genellikle yurtdışına çıkmış oyuncularımızın yaptığı gibi atölyelerde eğitim alarak sonrasında önemli bir üniversiteden, CalArts’tan mezun oldu ve yurtdışındaki projelerde oyunculuk, modellik, müzisyenlik, programcılık, seslendirme gibi işlerinin yanı sıra eğitmenlik de yaptı. Son yıllarda yaptığı resimlerle de kalbimi kazanmış bir sanatçı. Bu projede yer alan tüm oyuncular ve cameo’larımız gibi benim izlemeye doyamadığım, monitörün arkasında nefesimi tutarak bir şeyler öğrenebilirim ümidiyle takibe koyulduğum aktör ve aktrislerden biridir. Dahil olma süreciyse benim kendime yaptığım kardeşlik torpili diyebilirim kolaylıkla!
Filminiz şu sıralar Adana Altın Koza’da yarışıyor. İlk kez orada seyirciyle buluştu. Fakat festival yönetimi galaları iptal ettiği için film ekiplerini Adana’ya davet etmedi. Filminiz ilk kez orada gösteriliyor ve siz yoksunuz. Tuhaf bir durum değil mi?
Benim isteğim, içinde bulunduğumuz zor dönemi atlatıp -ki kayıplar atlatılmaz- festivalimizin her zaman olduğu çizgide devam etmesiydi. Jürinin filmi izlemesi, yarışma bölümünün atlatılması ve uygun bir dönemde onur ödüllerinin verildiği, biz yaşı daha küçük sinemacıların geçmişteki ustalarımızla kurulan köprüler sayesinde öğrenmeye devam ettiğimiz, konserlerin yaratıcı herkesi beslediği, filmlerimizi izleyenlerin yorumlarıyla farklı kapıları aralayabildiğimiz bir sanat olayıydı. Ne yazık ki buna yaklaşamadık. Sürdürülebilirliğin önemine inanan biri olarak festivalin iptalindense yıl atlamamasını en baştan beri önemsiyorum. Adana Altın Koza Film Festivali üst üste yıllar boyunca bana mutluluklar yaşatmış bir festivaldir. Bundan sonraki yıllarda çizgisinde devam edeceğini ve gelecek nesillere ülkemizin en önemli festivallerinden biri olan bu festivali önemine yakışan bir miras olarak bırakabileceğimizi ümit ediyorum. Bunu sanatın içindeki kimliğimden çok çocuk edebiyatı şapkasını kafama oturtarak canı gönülden diliyorum. Bir gün çocuk filmlerimizin de yer alacağı festivallerimizin olmasını ve bu filmlerin dünyadaki festivallerde bizi temsil edeceğini düşündükçe heyecanlanıyorum.
Arzu Okay 37 yıl sonra Görkem Yeltan'ın filmiyle dönüyor
Film bir Kurban Bayramı sırasında bir araya toplanan bir aile etrafında geçiyor. Önümüz Kurban Bayramı, birçok aile bu vesileyle bir araya gelecek! Onlara ne söylersiniz?
Kurban, dolayısıyla akla gelen ilk canlı olan koyun ve tarihsel izlekteki kimlik beni çok etkiliyor. Koyunun bana yıllarca “Kaborüko” yani “Karnı Boş Rüya Koyunu” isimli köşemi yazdırması da aynı nedenlerle. Ailelerin bir arada olduğu zamanlar kadar aileye ihtiyaç duyulan, ailenin içinde var olunan, olunamayan zamanlar da, ailesiz olmak da insanı şekillendiren, gündelik yaşam gibi görünse de büyük iç geçişlere, fırtınalara, sıcak kumsallara taşıyan yolculuklar. Üstelik bu yolculuklar tıpkı hayat gibi hiç bitmeyecekler. “Yemekteydik ve Karar Verdim” pek çok alt metninin yanında “Kurban”a da odaklanıyor. Her iki konudaki bakış açımı da, diğerleriyle birlikte, “Yemekteydik ve Karar Verdim”de ortaya koymaya gayret gösterdim.
RADİKAL