11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski başdanışmanı Ahmet Sever ile yaptığımız söyleşinin dün yayımlanan bölümünde Sever’in AK Parti’yi olağanüstü kurultay sürecine götüren gelişmelere dair analizi yer alıyordu. Söyleşiye kaldığımız yerden devam ediyoruz.
-“Kongre, yeni genel başkan, yeni başbakan, yeniden seçim, MHP’nin baraj altında kaldığı, HDP’lilerin bağımsız, AK Parti’li ve CHP’li üç partili bir Meclis sonucu ile başkanlığı referanduma götürmeden parlamentoda çözmek.” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın olası planı bu, diyenlere itibar ediyor musunuz?
Gül'ün danışmanından Erdoğan'ın danışmanına şok suçlama!
Bana biraz zor geliyor. Bir yılda üçüncü bir seçim nasıl izah edilecek? Son seçimde yüzde 49.5 gibi ezici bir çoğunluk elde eden bir parti neden tekrar seçime gider? Kaldı ki ülkede ciddi sorunlar var. Patlayan bombalar, Kilis’teki roketler, Güneydoğu’da yaşananlar, turizmdeki durum. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak var. Ayrıca 7 Haziran seçimleri Erdoğan’ın başkanlığı üzerine kurulmuştu. 1 Kasım seçimlerinde Erdoğan’ın başkanlığı kampanyada neredeyse dile getirilmedi. Meydanlara da inmedi, sonuç yüzde 49.5 oldu. Halkın başkanlık sistemine bakışı çok olumlu gözükmüyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın başkan olup olmamasına endeksli bir seçim riskli gözüküyor.
-Ahmet Davutoğlu’nun akıbetinin böyle sonuçlanması hakkında Gül ne düşünüyor?
AK Parti'yi karıştıran Pelikan Dosyası!
Artık Abdullah Gül’ün sözcüsü değilim. Ama işin bu noktaya geleceğini o da biliyordu. Biraz da bu nedenle çekilme kararı aldı zaten. Görevi devretmeden birkaç ay önce Kütahya’da “Mevcut şartlarda siyaset planım yok” derken aslında bunu kastediyordu. Siyasete girse benzer sıkıntıları kendisinin de yaşayacağını ve ciddi bir çatışma çıkacağını öngörüyordu. Dolayısıyla bugün gelinen noktaya şaşırmış görmedim kendisini.
AKP'ye küsenlerin öyküsü
-Buradan nasıl bir AK Parti çıkacağı konusundaki öngörüsü nedir?
O konuda konuşmuyor. İleriye dönük bir görüş beyan etmedi.
-Sizce sahiden reisçiler ile hocacılar diye bir ayrım var mı? Var ise reisçiler ve hocacılar arasında politik konularda farklı bir yaklaşım var mı?
Ayrıştıkları yerler daha tali konular ama o tali başlıklar bile Recep Tayyip Erdoğan’ın öfkesini kabartmaya yetiyor. Mesela Can’ların davasında ve akademisyenlerinkinde “tutuksuz yargılama” dedi Davutoğlu.
.-Saraycıların “Hoca, reise kılıç çekti, onu devirmek istedi” çıkışları?
Nerede çekmiş kılıcını, nasıl devirecekmiş? MKYK’de tek başına bir Davutoğlu, Erdoğan’a bağlı çalışan bakanların olduğu bir kabinede görev yapan bir Davutoğlu, Recep Tayyip Erdoğan’ın gözünün içine bakan bir teşkilat, Cumhurbaşkanı ne derse onu yapan bir medya, nerede çekmiş o kılıcı? Bunun ciddiye alınır bir tarafı yok.
-AK Parti’ye küsenler, AK Parti’yi desteklemeyi bırakan liberaller ile AK Parti arasındaki ilişkiyi anlatan en iyi hikâye sizce nedir?
Bu durumu çok iyi anlatan bir hikâye var. Adamın biri atına binmiş bir köyden başka bir köye gidiyor. Yolda bir garibana rastlıyor. “Ne olur beni de atın terkisine al, köye kadar götür” diyor. At sırtındaki “Hadi gel” diyor. Bir süre sonra adam onu atına alana bıçağını çekiyor. Parasını, ceketini alıyor, attan indiriyor ve atı sürmeye başlıyor. Adam da arkadan bağırıyor: “Sen benden sadece paramı, ceketimi, atımı almadın, benim merhamet duygumu da aldın götürüyorsun onlarla birlikte.” Aynı duyguyu bugün AK Parti iktidarının anlayışına da bağlayabiliriz. Sadece liberaller değil, parti içinden de gerçek mütedeyyin insanlar, hepsi tasfiye edildiler. Bu insanlar geçmişte haksızlıklara karşı direndiler, onların yanında oldular ve bugün uğradıkları tavır karşısında bence onlar da, “Siz sadece beni işimden etmediniz benim adalet duygumu, demokrasiye olan bağlılığımı da sorgulatır hale getirdiniz” duygusundalar. Pek çok insan “filmi geriye sarsak o döneme gitsek tekrar sizin yanınızda olur muyum acaba?” diye düşünüyor.
-Sadece şahsınız için sormayalım, AK Parti sizlerden en çok neyinizi aldı; birlikte yaşama umudunu mu, adalet duygusunu mu?
Birlikte barış ve hoşgörü içinde yaşama duygusunu, gerçek anlamda demokratik bir ülke olma arzusunu... Ve bu kayıplar sadece liberaller ya da içeride AK Parti’yi destekleyenlere özgü değil. Hatırlayın, dünya basını da Türkiye’yi yere göğe koyamıyordu. Batı basını, Türkiye sessiz devrim geçiriyor, diyordu. Avrupa’da politikacılar da, sosyal demokratlar, özellikle Yeşiller, Türkiye’ye övgü yağdırıyordu. Şimdi onlarda da hayal kırıklığı var. Kendini kandırılmış hissetme hali hem içeride hem dışarıda mevcut.
İki taraftan dayak yiyenler
-Bu, Erdoğan ve ekibinin söylemi; “Kandırılmışız.”
Sadece kanmıyor, kandırabiliyorlar da demek ki. Kendilerini kullanılmış, kandırılmış hissedenler hiç az değil.
-Bu duyguyu liberallerden duyuyoruz da böyle hisseden AK Parti’liler de var mı?
Olduğunu sanıyorum.
-Hasan Cemal’ler Altan kardeşler gibi Abdullah Gül ile 12 yıl kitabınızdan sonra siz de ulusalcısından AK Parti’lisine her grubun nefret objesi haline geldiniz.
Çok doğru. Sadece AK Parti çevrelerinden değil, ulusalcılardan da çok yoğun tepki gördüm. Kitabın sonunda da belirttiğim gibi Türkiye öyle bir kutuplaştı ki mahallelere ayrıldı. İnsanlar taraf seçmeye zorlanıyor. “Ya bendensin ya karşımdasın” anlayışı egemen olunca arada kalanlar iki tarafın da nefretini çekiyor. Ben ona “mahallesizler” dedim. “Senin mahallen yok farkında mısın” diyerek bunu Turgut Kazan söylemişti bana. İki tarafa da yüzde yüz biat etmeyen, iki tarafın da hatalarını hâlâ söylemeye çalışan, eleştiren bir kesim var. Bu grup iki taraftan da dayak yiyor.
Medyanın paralı askerleri
-“Sadece Ahmet Davutoğlu değil, Davutoğlu’nun basını da tasfiye edilecek” kabadayılıklarına ne diyorsunuz?
Belki Davutoğlu’ndan yana konumlanan bazı yazarlar olabilir ama bir Davutoğlu medyasından bahsetmek abartılı. O cenahta tek medya var; o da Erdoğan medyası. Ben bunlara gazeteci diyemiyorum. Bunlar paralı asker. Neyi nasıl yazacakları belli olan, talimatları harfiyen yerine getirenler. 28 Şubat sürecinde bile basın bu durumda değildi. Aydın Doğan’a Çevik Bir bir liste götürüp “Bunları işten atın” demişti. Aydın Doğan hiçbirini atmadı. Basın askere bile direnebiliyordu. Bugün gelinen noktaya bakar mısınız? Cumhurbaşkanı devletin tüm imkânlarını sindirme ve susturma aracı olarak kullanıyor. Medya da öyle, yargı da öyle, maliye bile öyle. Mutlak otoriterliğini kurabilmek için devletin tüm mekanizmalarını araç olarak kullanıyor.
Gül'ün Suriye uyarısı
-Bütün bunlar olurken sadece iktidar partisinin genel başkanı değil ülkenin başbakanı da değişecekken, Suriye’den roketler atılıyor Kilis’e...
Dış politika başlığında Suriye, Cumhuriyet tarihinin en büyük fiyaskosu. Böyle bir fiyasko yaşamadı bu ülke daha önce. Güya biz Suriye’ye girecektik. Suriye, milyonlarca mültecisi, roketleri ve canlı bombalarıyla Türkiye’ye girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyaya meydan okuyor ama Kilis’e hemen hemen her gün atılan roketleri engelleyemiyor. Bir ülkenin iç işlerine elinizi bu kadar sokarsanız onun size sıçramaması mümkün değil. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı iken defalarca uyardı. Hem Mısır hem Suriye konularında çok ileri gittiklerini Davutoğlu’nun yüzüne söyledi.
-Kitabınızdan “Sen Suriye ve Mısır’ın dışişleri bakanı mısın” dediğini öğrenmiştik.
Evet, Başbakan da Suriye’nin, Mısır’ın başbakanı mı, neden öyle davranıyor? Bu politikanız ülkenin menfaatlerine zarar veriyor, diye daha o zaman uyarmıştı. Şimdi gelinen noktada ülkemize roketler yağıyor, sizin uçağınız kalkıp oraları bombalayamıyor bile. Niye? Çünkü siz Rus uçağını düşürdünüz ve o sınırı geçemiyorsunuz. Geçtiğiniz anda uçağınız düşürülecek. Bu kadar vahim bir tabloyla karşı karşıyayız ve bunu bile başarı olarak sunan bir parti ve kişi ile karşı karşıyayız. Dehşet verici!
‘Erdoğan ve Erdoğan, başka biri yok
-Davutoğlu’nun gidişi Suriye politikasında anlamlı bir değişikliğe neden olur mu?
Sanmıyorum, o sadece Davutoğlu endeksli bir politika değildi. Birlikte oluşturdukları ve uyguladıkları bir politikaydı. Oradan dönüş biraz zor görünüyor. Bugünlerde Suriye’ye girmekten bahsediliyor. Bu nasıl olacak? Suriye’deki tüm taraflarla düşman bir Türkiye var. IŞİD ile düşman, PYD ile düşman, Esad ile düşman. Oraya girer ise Türkmenler dışında bir müttefiki yok. Bunlara ilave dış faktörler var. Rusya var, İran var, Çin var. Onlar da size karşı. Dolayısıyla tek başına Suriye’ye girmesi bana imkânsız gözüküyor.
-Rusya demişken Putin-Medvedev yakıştırması Gül ve Erdoğan için yapılıyordu. Geçen zaman bize Erdoğan’ın Putin gibi sabit bir “yol arkadaşı” olmadığını kanıtladı.
Putin-Medvedev benzetmesine Abdullah Gül o dönemde karşı çıkmıştı. Hiçbir benzerlik olmadığını dile getirmişti. Geçen zaman da onu haklı çıkardı. Erdoğan dışında başka biri yok. Erdoğan ve Erdoğan!
-Ve son olarak “sen yoluna biz yolumuza” diyerek AB’ye de rest çekti Erdoğan.
Avrupa Birliği de size dönüp, “uğurlar olsun” derse ne yapacaksınız? Ayrıca, Türkiye tek başına hangi yolda yürüyecek? Bu yol Türkiye’yi nereye götürecek? Bu rest çekme, meydan okuma ve tehdit etme yöntemiyle istenilen sonuç elde edilemez. Mülteci tehdidiyle AB’den para alabilirsiniz, Türkiye’deki insan hakları ihlallerine bazen göz yummasını sağlayabilirsiniz. Ancak üyelik yolunda bir adım mesafe alamazsınız.
-Can Dündar’a saldırı...
Siz bu ülkede bu kadar nefret tohumu ekerseniz, şiddet biçmemeniz mümkün mü? Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve ona bağlı yandaş kalemlerin kullandıkları öfke ve nefret dili, Can’ı zaten hedef haline getirmişti. Yaratılan bu ortamda, birileri durumdan vazife çıkarıyor işte.
SELİN ONGUN / CUMHURİYET