Bestelerini Fazıl Say’ın yaptığı, Ece Dağıstan’ın piyanoda olduğu Güz Şarkıları albümünün solisti tenor Güvenç Dağüstün, Renkli BirGün programına katıldı. Birgün gazetesinden Derya Aydoğan, Dağüstün ile Güz Şarkıları albümü ve opera hakkında konuştu. İşte o röportaj:
»2017 nasıl geçti senin için
İçinde yaşadığımız ülkenin durumu gibi geçiyor bizim için de hayat. Dolayısıyla kötü geçiyor. Gazeteci dostlarımız içerdeyken, insanlar özgürlük, hak arayışlarındayken ‘en basit haklarını’ ararlarken ve bundan dolayı da cezalandırılırken nefes almak ve mutlu olmak, tadını çıkarmak maalesef mümkün olmuyor. 2018’de, her yıl değişiminde olduğu gibi bu kötülüklerin bitmesini ve özgürlüğün, hakkın, hukuğun ve gerçekleştiği bir yıl olmasını temenni ediyorum.
»Eskiden bireysel dilekler dilerken artık toplum için, halkımız için, daha çok dilekler dilemeye mi başladık sence?
Birkaç sene önce bir yazı yazmıştım ODATV’de. “Aşık oldum. Sevgilime sarılmaktan utanıyorum” diye. Yani insan aşık olmaktan bile yeri geliyor utanıyor. Mutluyum demekten bile utanıyor. İnsanların bir sürü dala vere ile özgürlüklerinin kısıtlandığı bir ülkede kendi kişisel hazlarından mutlu olamıyorsun.
»Daha önce Fazıl Say’ın ‘İlk Şarkılar’ albümünde de vardın. Şimdi ‘Güz Şarkıları’nın tamamında varsın.
Evet ‘İlk Şarkılar’daki son şarkıda ‘İnsan İnsan’da vardım. Ben, Cem Adrian, Burcu Uyar ve Selva Erdener ile birlikte vardık. İlk iki şarkı albümü Fazıl Say’ın. Serenad Bağcan’ın solist olduğu albümlerdi. Aslında 2002 yılında Fazıl’ın şarkılarının ilk seslendirilişinin yine Fazıl’ın eşliğinde yine ben yapmıştım. Rumeli Hisarı’nda beraber çalmıştık. Fazıl hep “Ben bu şarkıları yazdım, çok güzel konser de yaptık ama albümü seninle yapmayacağım çünkü hep kadın sesi düşünerek yazdım bu şarkıları” derdi. Sonra gerçekten şarkılar solistini buldu. Serenad Bağcan harika söyledi o şarkıları. Ve muhteşem iki albüm oldu. Bu sene şöyle bir şey oldu, bir sürpriz yaptı Fazıl. Bir gün uyandığımda bir mesaj gördüm: “Ne işin varsa ne projen varsa bırakıyorsun, sekiz şarkı besteledim ve şarkıları sen söylüyorsun. Ece Dağıstan da piyanoyu çalıyor. Stüdyo tarihleriniz şunlar.” Aşağı yukarı bir hafta sonra notaları verdi ve biz Ece ile provalara başladık.
»Çok yakın arkadaşsınız, öncesinde gerçekten hiç konuşmadınız mı?
Hiç konuşmadık. Biz beraber başka projeler de yapıyorduk. Nâzım Oratoryosu yaptık. Şimdi onun DVD’si de çıktı. İlla bir gün böyle bir şey yapacağımızı biliyordum ama gerçekten tam anlattığım gibi gelişti her şey. Öncesinde en ufak uyandırmaz mı insan? Yok uyandırmadı.
»Biz uyanmıştık aslında. ‘İnsan İnsan’ ile bu mesajı almıştık, resmen “geliyorum” diyordun.
İnşallah öyledir. Biz Ece ile bütün bir yaz prova yaptık evde ve Fazıl bunların çoğunda yoktu, hep yurtdışında konserleri vardı. 15 değerli müzisyen var albümde ve onlarla yaptığımız genel prova, Fazıl’ın katıldığı tek prova oldu. Genel provanın ardından Fazıl, Çin’e gitti ve biz de stüdyoya girdik. O yokken kaydedildi albüm. Bu tabii çok büyük bir gerilimdi. Sonra o da geldi, dinledi ve çok beğendi.
»Şiirleri, albüm için baştan okumaya başladığında ne oldu?
Ece Ayhan’ın şiirini çok iyi bilmiyordum. Ece Ayhan çok iyi tanıdığım bir şair olmasına rağmen ‘Zambaklı Padişah’ı çok iyi bilmiyordum. Hâlâ söylerken onu her seferinde başka başka şeyler çıkıyor. Bir de şöyle bir şey var, bu albümdeki ‘Akrep gibisin’ ve Nâzım Oratoryosu’ndaki ‘Bugün Pazar’, ikisi de benim söylediğim şiirler. Ve bu iki şiirle ilgili şöyle bir durum var. 1977 yılında babamın yaptığı bir ‘long play’ var. Bir yüzü türkülerden öbür yüzü bestelerden oluşuyor ve iki yüzünde de birer şiir okuyor. Bunlardan birisi ‘Bugün Pazar’ diğeri ise ‘Akrep Gibisin.’ Tesadüf ama böylelikle babama da bir selam çakmış gibi hissediyorum kendimi.
»İlk Şarkılar da çok sevilmişti, bu da çok sevildi. Bir şeyi sevince çok mu arkasında duruyoruz? Defalarca dinliyoruz. Çevremizde çok fazla iyi işlere rastlayamıyor muyuz? Bu mudur sence sebebi?
Kendi yaptığımız işi övüp de başka şeyleri yermek olmasın ama yerilmesi gerektiği yerde de yermek lazım. O kadar çok kötü şey var ki, çerez gibi, hemen tüketilecek şeyler yapılıyor ki, hazımsızlığa da yol açıyor, iyi şeyler de dikkat çekiyor diye düşünüyorum.
»Bir opera sanatçısı olarak operada yaşanan sıkıntıyı nerde aramak lazım?
Devlet sanat kurumlarının içi maalesef o kadar boşaltılıyor ki, sadece bu hükümete de bunu yıkmıyorum ben açıkçası. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun, sanatı ve sanatçıyı gerçekten bitiren, öldüren aynı zamanda kurumları da bitiren bir kanun olduğunu düşünüyorum. Bu iktidar yokken de yıllar önce ben o zaman operadaydım ve diyordum ki, biz operadakiler bu 657 sayılı Kanun’un eleştirisini kendimiz yapmalıyız. Bir çözüm bulmamız lazım. Tabii biz bunu beceremeyince, başkası geldi ve oranın içini boşaltmaya çalıştı. Devlet nerdeyse desteğini tamamen çekiyor tiyatrolardan ve operalardan. Dünyanın her yerinde bu kurumlar devlet desteğiyle yaşar. Arkadaşlarımız yine de direniyorlar ve çok güzel eserler çıkartıyorlar. Operayı daha popüler hale getirmek için -mesela dünyada bir örneği var- üç tenor ‘napoliten aryalar’ söylediler. ‘My Way’i söylediler, ve onu dinleyen, sonra geldi operayı izledi. Burada da çok güzel şeyler oldu. İçinde kendi eleştirimizi vermemiz lazım. O kurumlardaki arkadaşların şapkayı önlerine koyup düşünmeleri lazım.
»Geçen günlerde Murat Karahan, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü oldu. Ne düşünüyorsun bu konuyla ilgili?
Ben bu habere çok üzüldüm. Murat Karahan çok başarılı bir tenor. Gencecik bir arkadaşımız. Kariyerinin zirvesinde. Çok güzel işler yaparken yönetici olması üzücü. Hadi bunu sana teklif ettiler de, sen niye kabul ediyorsun. Aslan gibi şarkı söylüyorsun zaten, git şarkını söyle. Şimdi Fazıl Say’a gelip Kültür Bakanı ol deseler, demezler de zaten, ona da derim, ‘Sen çal çalabildiğin kadar.’ Murat’a o açıdan üzüldüm. Kuruma faydalı olacağını düşünüyorum ama kendine zararı olur bence.