Abone Ol

Hadsiz Sabah yazarından teğmenlere ve tiyatronun dev ismine hakaret: İsmail Dümbüllü'nün askerleri

Sabah yazarı Salih Tuna, Kara Harp Okulu mezuniyet töreninin ardından kılıçlarını havaya kaldırıp "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı atan ve yemin metni okuyan teğmenleri eleştirerek, "Böylesi bir disiplinsizlikle malul olduktan sonra dilleriniz matine-suare 'Mustafa Kemal'in askeriyiz' dese de, pratikte tuluat ustası İsmail Dümbüllü'nün askeri olmaktan öteye geçemezsiniz" dedi.

Hadsiz Sabah yazarından teğmenlere ve tiyatronun dev ismine hakaret: İsmail Dümbüllü'nün askerleri

İktidarın yayın organında çalışmanın konforuyla, meydanı boş bulup kalem sallayan sözde gazeteci Salih Tuna bu eleştirisiyle orta oyununun dev ismi İsmail Dümbüllü üzerinden genç teğmenleri hedef aldı. Hem efsane sanatçıya hem askerlere hakaret etti.

Salih Tuna, "İsmail Dümbüllü'nün askerleriyiz" başlıklı yazısında, "Mezun olan teğmenlerin bir kısmının iki farklı ant içmesinden daha fecaat olanı ayrımcılıktır" diyerek, şöyle devam etti:

"Yani, söz konusu teğmenlerin kendilerini diğer teğmen arkadaşlarından adeta ayrıştırmalarıdır.
Bu da lafın düzünü edeceksek, ayrımcılıktan başka bir şey değildir."

"Hangi askerlik bu kadar başıbozukluğu kaldırır?" diye soran Tuna, "Böylesi bir disiplinsizlikle malul olduktan sonra dilleriniz matine-suare 'Mustafa Kemal'in askeriyiz' dese de, pratikte tuluat ustası İsmail Dümbüllü'nün askeri olmaktan öteye geçemezsiniz" ifadelerini kullandı. 

Salih Tuna, şunları yazdı:

"Hayır yani, bu fitne ameliyesi neyin veya kimlerin uğruna gerçekleştirilmiştir? Gencecik teğmenlerimizi kimler taklaya getirmiş, gaflete düşürmüştür. Şayet gaflet değilse ihanet çapında dalalettir."

İSMAİL DÜMBÜLLÜ KİMDİR?

Halk komiği adıyla da tanınan, orta oyunu ve tuluat sanatçısı Dümbüllü, 2. Abdülhamid'in silahşörlerinden Zeynel Abidin Efendi ile Fatma Azize Hanım'ın oğlu olarak 1897'de Üsküdar Süleymanağa Mahallesi'nde doğdu.

Sanatçı, Üsküdar İttihat-ı Terakki Mektebi'ni bitirdikten sonra askeri ortaokula başladı ancak tiyatro merakı yüzünden üçüncü sınıfta ayrıldı.

Önceleri amatör olarak Karagöz Hüseyin'in sahnesinde oynayan Dümbüllü, profesyonel oyunculuğa ise Kel Hasan'ın tiyatrosunda sahneye çıkarak başladı.

Özgün ses tonu, saf görünüşü ve sevimli mimikleriyle izleyicilerin gönlünde yer edinen sanatçı, 30 yaşına kadar Kel Hasan'ın yanında çalışarak tuluat geleneğini öğrendi.

Başarılı oyuncu, Kavuklu Hamdi, Naşid, Abdi, Küçük İsmail ve Abdürrezak gibi dönemin ünlü orta oyuncularıyla çalıştı.

"Dümbüllü" ismini Dümbüllü adlı kantodan alan sanatçı, yaptığı bir açıklamada şunları söylemişti:

"Peruz Hanım vardı kantocu, Samran'dan evvel. Bu Peruz Hanım o zamanın en birinci kantocusuydu. Beste yapar, güftesini de kendisi yazardı. Dümbüllü diye bir kanto söylerdi. Buna bir gazel ilave ederek söylemeye başladım. 'Dümbüllü, Dümbüllü, Gabarala, mabarala Dümbüllü' diye oynardık. Böylece Dümbüllü adı üzerimde kaldı."

Soy isimlerinin tescil edildiği tarihte Üsküdar Kaymakamlığına gittiğinden bahseden Dümbüllü, kendilerinin "Meral" soyadını aldıklarını aktararak, "Kaymakam Bey şöyle bir baktı; 'Hayır' dedi. 'Baban ve annenin soyadı kalabilir ama sen bunu alamazsın. Seni bu halk Dümbüllü diye biliyor. Sana Dümbüllü soyadı verilecek ve öyle kalacaksın' dedi ve öyle de tescil ettik." ifadelerini kullanmıştı.

Orta oyunu geleneğini tek başına sürdürdü

İsmail Hakkı Dümbüllü, Tevfik İnce ile kendi topluluğunu kurarak, 1928'de Direklerarası'ndaki Hilal Tiyatrosu'nda perde açtı, 1933'ten sonra ise Anadolu turnelerine çıktı.

"Ayşem", "Cebe Gitti", "Bülbül" adlı operetlerde de oynayan sanatçı, Naşid Özcan'ın ölümünün ardından geleneksel tiyatronun en ünlü adı oldu ve orta oyunu geleneğini tek başına sürdürdü.

Usta sanatçı, 1967'de verdiği bir röportajda, orta oyununun zorluklarına ilişkin, "Bakmayın siz zamane züppelerinin orta oyununa dudak bükmelerine. Orta oyunu, insanı sahne oyunundan çok hem de pek çok yorar. Perdesi yoktur, kapanmaz, dinlenemezsin. Dekoru yoktur, arkasına saklanamazsın. Üstelik sahne oyununda sıra öyle habire dönüp dolaşıp sana gelmez. Zaman zaman sahnede hiçbir şey söylemeden uzun uzadıya oturduğun olur." demişti.

Yaşadığı dönemde halk tiyatrosuna yönelik ciddi eleştirilerde de bulunan Dümbüllü, "Şimdi halk tiyatrosu dedikleri şeyi görmek için ihtiyarlık, hastalık demem, yollara düşerim. Aman efendim nerede bizim zamanın halk tiyatrosu, nerede bu. Şimdikilerin işi gücü hükumete taş atmak, o kadar. Bir evvelkiler için söylediklerini, isim değişikliği yapıp tekrarlıyorlar. Sonra da buna halk tiyatrosu diyorlar." değerlendirmesinde bulunmuştu.

Usta yazar Haldun Taner de bir röportajında Dümbüllü ile ilgili şunları söylemişti:

"Dümbüllü bir kere tam bir halk çocuğudur, İstanbul kenar mahallesinin pek seveceği, pek benimseyeceği, özdeşleşebileceği bir halk çocuğudur. İstanbullu olmamasına rağmen. Onun devamlı partneri Tevfik İnce ise halis bir İstanbulludur. Dili de Aksaray-Beyazıt çevresinin tipik İstanbul Türkçesidir. Dümbüllü'nün fizik yapısının da sahnedeki sempatisine büyük faydası olmuştur. Bizim halkımız Dümbüllü'nün kaşlarını oynatmasına, kaşlarıyla gülmesine, kızmasına, şaşırmasına alışmıştır. Dümbüllü'nün sesi, konuşma tarzı taklit edilemezdi. Bunlar dışında ustalarından da birtakım kolpalar öğrenmiştir ve bunları meczederek bildiğimiz haline getirmiştir."

1968'de kavuğunu Münir Özkul'a devretti

İsmail Dümbüllü, 1947'de sinemaya adım attı. Sanatçı, 1947'de "Dümbüllü Memiş", 1948'de "Dümbüllü Macera Peşinde" ve "Keloğlan" filmlerinde başrol oynadı, 1950'de "Harman Sonu", 1952'de "İncili Çavuş", 1951'de "Ne Sihirdir Ne Keramet" ve "Sihirli Define" adlı filmlerde ününü pekiştirdi.

Kel Hasan'dan orta oyunu konusunda öğrendiklerini kendi kişiliğiyle sentezleyerek oluşturduğu "Dümbüllü tarzı"nı hem sahnede hem de perdede sergilemeyi sürdüren İsmail Dümbüllü, 1953'te "Kırk Gün Kırk Gece", 1954'te "Mihrimah Sultan", 1956'da "Dümbüllü Tarzan" filmlerinde oynadı.

Dümbüllü, filmlerinde, ustalarına saygı niteliğinde; "Kavuklu Hamdi'den Kel Hasan'a, Manakyan'dan Naşit'e, Peruz Hanım'dan Samran'a kadar, işte geldik gidiyoruz. Bundan sonra gülüp eğlenirken bizi de arada bir hatırlayın. Haydi Allah'a ısmarladık." repliğine yer verdi.

Hocası Kel Hasan Efendi'nin orta oyununu temsil eden kavuğunu ve tuluat sanatının simgesi kabul edilen fes ve kavuğunu ustasından devralan Dümbüllü, 1968'de kavuğunu tiyatro ve sinemada canlandırdığı başarılı karakterlerle büyük beğeni kazanan Münir Özkul'a devretti. Jübilesini yaparak tiyatroyu bırakan sanatçı, sanattan kopmayarak zaman zaman sahneye çıkmayı ve radyo oyunlarında yer almayı sürdürdü.

Kavuğun son sahibi Şevket Çoruh oldu

Tiyatro oyuncuları arasında geleneksel bir törenle devredilmeye devam eden kavuğu, 1989'da Ferhan Şensoy, 2016'da Rasim Öztekin, 2020'de ise Şevket Çoruh devraldı.

Tuluata dayanan orta oyununun son önemli temsilcisi sayılan Dümbüllü adına, Karagözcüler ve Ortaoyuncular Derneğinin 1980'de verdiği "En Başarılı Güldürü Sanatçısı" ödülünü ilk kez Münir Özkul, 1987'de ise Suna Pekuysal aldı.

Geçirdiği trafik kazasından bir ay sonra 5 Kasım 1973'te hayatını kaybeden sanatçının cenazesi, Üsküdar'da Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

İsmail Hakkı Dümbüllü'nün oynadığı filmler ise şöyle:

"Kızılırmak-Karakoyun", "Kılıbıklar", "Dümbüllü Macera Peşinde", "Keloğlan", "Sihirli Define", "Harman Sonu Dönüşü", "Ne Sihirdir Ne Keramet", "İncili Çavuş", "Dümbüllü Sporcu", "Vur Patlasın Çal Oynasın", "Yıldızlar Revüsü", "Kırk Gün Kırk Gece", "Canlı Karagöz", "Nasreddin Hoca ve Timurlenk", "Dümbüllü Tarzan", "Bayram Gecesi", "Fındıkçı Gelin", "Şeytan Mayası", "Gol Kralı Cafer", "Ekmek Parası", "Temem Bilakis", "Nasreddin Hoca", "Serseri Aşık", "İstanbul Kazan Ben Kepçe", "Kanlı Nigar", "Afacan Küçük Serseri", "Nasreddin Hoca"