11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün son KHK ile ilgili muğlaklık eleştirisine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümet kanadından tepki gelirken, Karar yazarı Hakan Albayrak, Gül’ün "risk almayan bir siyasetçi olduğunu" söyleyen AKP Sözcüsü Mahir Ünal’a köşesinden cevap verdi.
Albayrak, “AKP iktidarına giden yolun kilometre taşlarından birini diken Gül’e ne büyük vefasızlık!” dedi. Albayrak, “Gül’ün o süreçte Erdoğan’la alenen zıtlaşmayı ve ABD ile alenen restleşmeyi tercih etmeyip daha ‘diplomatik’ bir yola tevessül etmesini eleştirmek isteyen varsa buyursun, ama Erdoğan’a ve dahî uluslararası sisteme rağmen doğru bildiğini yapan Gül için ‘Risk almadı’ demesin kimse.” yorumunda bulundu.
Albayrak'ın "Abdullah Gül ve Risk" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Bazı AK Parti milletvekillerinin dediklerine bakılırsa, Abdullah Gül, konforlu alanı terk etmeyip steril yaşayan, pamuklar içinde el bebek gül bebek büyütülen, hep kavgadan kaçan ve asla risk almayan bir siyasetçi.
13 Mayıs 2000’deki Fazilet Partisi Kongresi’nde, tekfire varan tepkileri ve siyasi kariyerinin bitmesi riskini göze alarak, Millî Görüş hareketinin tartışmasız lideri Necmeddin Erbakan’a rağmen genel başkanlığa adaylığını koyan, bu hamlesiyle “Yenilikçi Hareket”in ilk büyük çıkışına imza atan ve AK Parti iktidarına giden yolun kilometre taşlarından birini diken Gül’e ne büyük vefasızlık!
Bilmeden mi konuşuyor yoksa hakikati bile isteye mi çarpıtıyor bu dostlarımız?
Bilmeden konuşuyorlarsa öğrensinler, hakikati bile isteye çarpıtıyorlarsa o gayretleri boşa çıksın diye, aşağıdaki hususlara da dikkat çekmek isterim.
Birinci AK Parti hükümeti kurulduğunda (18 Kasım 2002), Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklıydı. Seçimlere katılamamış, milletvekili seçilememişti. Onun için başbakanlığı geçici olarak Abdullah Gül üstlenmişti. Bununla beraber, Erdoğan, doğal lider olarak, hükümete dışarıdan nüfuz ediyordu tabii.
Irak’ı işgale hazırlanan ABD’nin Türkiye topraklarını ve hava sahasını kullanmasına ve Türk ordusunun ABD ordusuyla beraber Irak’a girmesine imkân tanımak maksadıyla 25 Şubat 2003 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan "Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunması için Hükümet'e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi", adı üstünde “başbakanlık tezkeresi”ydi; ne var ki, Başbakan Gül’ün arzusuyla değil, Erdoğan’ın ısrarı üzerine meclise sunulmuştu.
ABD, tezkerenin meclisten geçmesi karşılığında hükümete birkaç milyar dolar vaat ediyordu. Erdoğan’ın temel gerekçesi “Irak’ta masada olmak”tı ama AK Parti milletvekillerini tezkerenin kabulüne ikna etmek için daha ziyade ekonomik ihtiyaçlar üzerinde duruluyor, ‘Enkaz devraldık. Bu parayı almak veya almamak bizim için hayat memat meselesi.
Almazsak, enkazın altında kalırız. Ekonomi öyle fena batar ki biz de onunla beraber batarız. AK Parti iktidarı beşiğinde boğulur’ deniyor, tezkerenin reddi halinde memur maaşlarının bile ödenemeyeceği ileri sürülüyordu. AK Parti’deki tezkere karşıtları ise Irak’ın işgalinin korkunç bir yıkıma yol açacağına ve oluk oluk masum kanının akıtılacağına dikkat çekerek ‘Bu vebale ortak olamayız!’ diyor, tezkerenin ne pahasına olursa olsun reddini savunuyorlardı.
Resmî tarih yazmaz ama Başbakan Gül de tezkerenin reddinden yanaydı ve o neticenin alınmasında çok etkili oldu. Aslında resmî tarih de buna ‘dolaylı olarak’ şahitlik ediyor. Meclisteki tezkere oylamasının arefesinde, AK Parti milletvekillerine “Kararınızı vicdanınızın sesine göre vereceksiniz” diye seslenmişti Gül. “Tezkereye kabul oyu verin” demeye yanaşmamış, şartların el verdiği ölçüdeki bir açıklıkla rezervini belli etmişti.
Başbakan Gül’e sunulan bir rapora göre, ABD tarafından vaat edilen yardım olmadan ekonominin kurtarılması gerçekten fevkalade zordu. Gül, zoru seçti. İlkeleri uğruna risk aldı.
Öte yandan, Irak’ı işgal için sabırsızlanan ABD Başkanı George W. Bush, “Ya bizimle berabersiniz ya da teröristlerle” diye meydan okuyordu. İngiltere Başbakanı Tony Blair de Bush’la beraberdi.
Tezkerenin reddi, uluslararası sistemle ciddi bir kapışmayı gerektirebilirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarının ekseriyeti ‘İrticacılar tek başlarına iktidara geldi’ diye burnundan solarken, “NATO subayları” darbe için fırsat kollarken korkunç bir riskti bu.
Gül, bu riskten de korkmadı. (Gül’ü “uluslararası sistemin adamı” yahut “İngilizlerin adamı” diye yaftalamaya çalışanlar, bu paragrafı bir kere daha okusunlar lütfen.)
Gül’ün o süreçte Erdoğan’la alenen zıtlaşmayı ve ABD ile alenen restleşmeyi tercih etmeyip daha ‘diplomatik’ bir yola tevessül etmesini eleştirmek isteyen varsa buyursun, ama Erdoğan’a ve dahî uluslararası sisteme rağmen doğru bildiğini yapan Gül için ‘Risk almadı’ demesin kimse.
27 Nisan 2007’de Genelkurmay Başkanlığı, eşi başörtülü olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı adaylığı münasebetiyle AK Parti iktidarına muhtıra verdi. Bazı AK Parti yöneticilerine göre bu muhtıra karşısında alttan almak gerekiyordu. Gül ise, siyasete karışan askerlere hadlerinin bildirilmesi gerektiğini savunuyor, bu yöndeki eğilimin başını çekiyor, yine ‘Riskse risk!’ diyordu.
Resmî tarih bunu da yazmaz ama bilen bilir ki Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in 28 Nisan 2007’de okuduğu ‘karşı muhtıra’ (“Başbakanlığa bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda Hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik hukuk devlerinde düşünülemez.
Genelkurmay Başkanlığı, Hükümetin emrinde, görevleri anayasa ve ilgili yasalarca tayin edilmiş bir kurumdur…”), Gül ve ekibi tarafından kaleme alınmıştı. Hatta, Gül’ün tercih ettiği ve orijinal metinde yer alan bazı sert ifadeler başbakanlıkta yumuşatılmıştı.
Gül’ün, öyle bir ortamda, üzerindeki “irticacı” yaftasına rağmen cumhurbaşkanı adayı olması, hele hele darbe tehdidine rağmen bundan vazgeçmemesi başlı başına bir riskti zaten. Konforlu alanı terk edip sistemle açık bir kavgaya girmekten çekinmedi Gül.
(Bundan çekinen, askerlerin itiraz etmeyeceği Vecdi Gönül gibi bir ismin cumhurbaşkanlığı için daha uygun olacağını düşünen bazı AK Parti kurmayları, Gül’ün adaylığına sıcak bakmıyorlardı. Meclisteki AK Parti Grubu’nun iradesi bu yönde olunca kerhen kabul ettiler.)
Bu vesileyle, “Türkiye yanarken, İslam dünyası yanarken, insanlık inim inim inlerken sesleri, solukları çıkmayan, en küçük bir aksiyonlarını, tepkilerini görmediğimiz kişiler”e, 15 Temmuz 2016 gecesi televizyonda canlı yayına bağlanıp darbecilere bağıra çağıra verip veriştiren ve ABD’nin Kudüs kararına tepki gösteren Gül’ün dahil olmadığını da belirtmek isterim.