İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Eyidoğan, “2003 yılında İstanbul Master Planı ile belirlenen deprem riskli alanlarda oturan milyonlarca kişinin oturduğu binalar neden güçlendirilmedi, yenilenmedi veya daha güvenli alanlara taşınmadı” diye sordu.
Kanal İstanbul Projesine kadar olan sürecin anatomisini çıkaran Prof. Eyidoğan kaleme aldığı yazısında şu önemli noktaları da tartışmaya açmış oldu:
İstanbul’un en yoğun heyelanlarını, sıvılaşma alanlarını ve deprem dalgalarını çok fazla büyüten jeolojik yapıları kapsayan Çekmece gölü ve çevresine ve 360 metre genişlikte kanalın kıyılarına yığacağınız villalara ve rezidanslara İstanbul’un hangi riskli mahalleleri transfer olacak?
Yapılaşmanın ve nüfusun seyreltilmesi gereken Çekmece göller bölgesi alanlarını daha yoğun nüfus ve yapılaşmaya teşvik edecek bu İstanbul Kanalı hangi deprem ve tsunami güvenli yerleşimleri yaratacak?
İstanbul Kanalı için kazılacak çukurlar, kaldırılacak ve Karadeniz kıyılarına doldurulacak 5 milyar ton hafriyat, patlatılacak 15 milyon kilo dinamit, yapılacak 6 tane büyük kanal köprüsü, yıkılacak Sazlıdere Barajı, yapılacak limanlar, dalgakıranlar ve marinalar vb. gibi işler için harcayacakları 75 milyar TL neden İstanbul’un deprem kayıplarını azaltmaya hazırlanmak için harcanmıyor?
Hangi mega proje daha önemli, İstanbul Kanalı’mı yoksa İstanbul’un kapısına dayanmış büyük depremin yaratacağı deprem kayıplarını azaltmak mı?
İşte Haluk Eyidoğan'ın o yazısı:
2011 yılında basına açıklanan “Çılgın İstanbul Kanalı” projesi için halka tanıtım amaçlı bir animasyon yapılmıştı. Ancak bu kanalın güzergahı o tarihlerde kesinleşmemişti. Bu proje ile ilgili TBMM’de 2012 ve 2013 yıllarında İstanbul Kanalı ile ilgili çevre, mühendislik ve Türk Boğazlar Sözleşmesi konuları hakkında açıklama isteklerimi ileten iki kez soru önergesi vermiştim. O önergedeki isteklerimden biri de fizibilite raporuydu. Ancak soru önergelerime yanıt verilmediği gibi projenin teknik ve mali bilgilerine de ulaşamamıştım.
16 Mayıs 2012 tarihli ve 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” çıkarıldı. Bu kanundan bir süre sonra 13 Ağustos 2012 tarih ve 3573 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Terkos Gölü’yle Küçükçekmece Gölü arasında kalan 38.400 hektarlık alan ilgili bir kararnamede “İstanbul'da bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın, olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapılar tasfiye edilerek, yeni yerleşim alanı olarak kullanılması amacıyla” ilan edildi.
6306 sayılı yasadaki Madde 2c deki tanıma göre “…. gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin (Belediye) talebine bağlı olarak veya resen, Maliye Bakanlığının uygun görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenen alanlar” rezerv yapı alanıdır. Buna göre ilan edilen bu 38.400 hektarlık alan rezerv alandır ve deprem tehdidi altında olan riskli alanlardan “tasfiye” edilen yapılardaki insanların burada kurulacak yeni yerleşim alanına taşınması gerekir.
Bu ilandan sonra İstanbul’da “olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapılar tasfiye edilerek” ilan edilen bu alana deprem tehdidi altında bulunan yapılardaki insanların buraya yerleştirilmeleri konusunda bir girişim olmadı. Ama ne oldu öncelikle bu alanın 9.000 Hektarına 3. Havaalanı yapıldı.
Deprem riski altındaki bazı mahallelerde ve paftalarda rant amaçlı “gayrimenkul geliştirme” işleri yapıldı. D100 ve E80 gibi ana ulaşım güzergahlarına, sahil boylarına, şehrin merkezi yerlerinde hazine ve kamu arazilerine rezidanslar, kule binalar ve hatta “süper lüks” konutlar ve “home ofis”ler yapıldı.
Ağırlıklı olarak üst gelir grubunu hedef alan, parsel bazında yoğun “yık/yap” işleri yürütüldü ve halka “kentsel dönüşüm yapıyoruz” imajı verildi. 2017’ye kadar bu gayrimenkul geliştirme işleri plansız, yüz binlik çevre düzeni planıyla alakası olmayan ve şehir tasarımından yoksun ve yaşanabilir mekân oluşturmayı başaramamış inşaat girişimleriyle sürdü ve aşırı bina üretimi oluşunca rant tıkandı.
Yüzlerce bilim insanı ve uzmanın yıllarca çalışarak ürettiği ve 2009 yılında İBB’nin oybirliği ile onayladığı İstanbul Çevre Düzeni Planı kararlarını yok varsayarak 3. Havaalanı, 3. Köprü ve yolları yapıldı.
İstanbul’un deprem riski altındaki en öncelikli alanlardaki yaşayan insanları görmezden gelerek ve “laf kalabalığı yöntemi” kullanarak 30.000 hektarlık rezerv alanda yasal kararın amaçladığı kentsel dönüşüm adına hiçbir şey yapılmadı. Ama bir şey yaptılar, 2011’deki “İstanbul Kanalı” söylemiyle oradaki kamu, özel ne varsa arazileri toplamaya başladılar. Şu anda tapu bilgilerine ulaşımı kapattıkları için tapuların çoğu kimlerde tam bilemiyoruz.
2012’den sonra İstanbul Kanalı ile ilgili bir sessizlik döneminden sonra Kasım 2017’de kanalla ilgili çıkan ÇED Başvuru Raporu’yla anladık ki, meğerse “ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapıların tasfiye edilerek” deprem tehdidi altındaki insanların depremden kurtarılması için “yeni şehir kurma” niyeti bir bahaneymiş.
İstanbul Kanalı’nın özellikleri ile ilgili ilk resmi teknik bilgiler Kasım 2017 ve Şubat 2018 tarihlerinde yayınlanan “ÇED Başvuru Raporu” ile ortaya çıkmaya başladı.
Bu ÇED raporlarına baktığımızda İstanbul Kanalı için dört farklı güzergahın, sözüm ona çok ayrıntılı bilimsel incelemesi yapıldıktan sonra, en uygunu olan dördüncü alan, yani 2012’de ilan edilen ve “olası afet riskini bertaraf etmek için ruhsatsız, iskânsız ve afet riski altındaki yapılar tasfiye edilerek, yeni yerleşim alanı olarak kullanılması” düşünülen rezerv alan içerisindeymiş. Ne tesadüf değil mi?
Anlaşılan 2011’de Küçükçekmece-Terkos Gölü güzergahına İstanbul Kanalı için zaten karar verilmiş ama buna bir gerekçe yaratmak gerekiyormuş. Şimdi fark ediyoruz ki, 6306 sayılı kentsel dönüşüm yasasını bahane ederek ve deprem tehdidi altındaki İstanbul halkını güvenli bir yere kavuşturacağız gösterisiyle rezerv alan ilan etmişler ve portföylerine yazmışlar.
Rezerv alan meğerse İstanbul Kanal’ı ve onun çevresine gelecek üst gelir grubuna yönelik inşa edilecek villalar, rezidanslar ve AVM’lerden oluşan bir yeni şehir yaratmak için kullanılacakmış!
Şimdi soruyorum; 2003’de İstanbul Deprem Master Planı ile belirlenen deprem riskli alanlarda oturan milyonlarca kişinin oturduğu binalar neden güçlendirilmedi, yenilenmedi veya daha güvenli alanlara taşınmadı?
İstanbul’un en yoğun heyelanlarını, sıvılaşma alanlarını ve deprem dalgalarını çok fazla büyüten jeolojik yapıları kapsayan Çekmece gölü ve çevresine ve 360 metre genişlikte kanalın kıyılarına yığacağınız villalara ve rezidanslara İstanbul’un hangi riskli mahalleleri transfer olacak?
Yapılaşmanın ve nüfusun seyreltilmesi gereken Çekmece göller bölgesi alanlarını daha yoğun nüfus ve yapılaşmaya teşvik edecek bu İstanbul Kanalı hangi deprem ve tsunami güvenli yerleşimleri yaratacak?
İstanbul Kanalı için kazılacak çukurlar, kaldırılacak ve Karadeniz kıyılarına doldurulacak 5 milyar ton hafriyat, patlatılacak 15 milyon kilo dinamit, yapılacak 6 tane büyük kanal köprüsü, yıkılacak Sazlıdere Barajı, yapılacak limanlar, dalgakıranlar ve marinalar vb. gibi işler için harcayacakları 75 milyar TL neden İstanbul’un deprem kayıplarını azaltmaya hazırlanmak için harcanmıyor?
Hangi mega proje daha önemli, İstanbul Kanalı’mı yoksa İstanbul’un kapısına dayanmış büyük depremin yaratacağı deprem kayıplarını azaltmak mı.?
Haluk Eyidoğan, Prof. Dr., İTÜ Jeofizik Mühendisliği Bölümü E. Öğretim Üyesi.