Neden hep yıkılıyoruz?
Dikkat edin, deprem söz konusu olunca bu ülkede jeologlar ve jeofizikçiler (ben dahil) TV’lerde arz-ı endam ediyor ve saatlerce konuşuyoruz. Fayları anlatıyoruz. Depremin nasıl oluştuğunu ve nasıl bir şey olduğunu, nasıl sallandığımızı, nasıl kaçtığımızı, nasıl çök kapan yaptığımızı falan konuşuyoruz. Yaşam üçgeni, afet çantası, el feneri, düdük, arama kurtarma konuşuyoruz. TV’lerde bu konuları konuşan çok sayıda uzmanımızı izliyoruz. Ama her kuvvetli depremde yıkılıyoruz. Acaba neden?
Kuvvetli depremler olduğunda hiçbir bina yıkılmasaydı, hiçbir bina orta hasar almasaydı, hatta hiçbir bina hafif hasar bile almasaydı, elektrikten ve gazdan yangın çıkmasaydı, arama kurtarmacılara gerek olmasaydı, eşyalarımız yıkılmasaydı o binalardan “amma sallandık” diyerek biraz korkuyla karışık da olsa sokağa çıkabilseydik. Sokağa çıkınca daha önceden yerini bildiğimiz kamu alanında veya afet görevli yapıda artçı depremlerin azalıp bitesiye dek insanoğluna yakışır koşullarda kalabilseydik. Durum böyle olsaydı, biz TV’ler de yalnızca depremin fayının nasıl olduğu, depremin büyüklüğü ve şiddetinin ne olduğu ve deprem haritalarının ne anlama geldiği gibi konuları üzerinde bu kadar konuşur, TV’lerde arz-ı endam eder miydik?
Belki orta kuvvette, kuvvetli ve büyük depremler sonrası yıkılmayan, ağır ve ağır hasar almayan, orası burası çatlamayan ve insanlarımızı yaralayıp öldürmeyen binalarımızı nasıl yaptığımızı, hangi bilimsel ve teknolojik yöntemleri kullandığımızı, faylardan nasıl uzak durduğumuzu, ne kadar iyi imar ve deprem yasa ve yönetmeliklerimiz olduğunu, afete dirençli yerleşmeler ve toplumu nasıl oluşturduğumuz, profesyonel mühendislik ve yapı müteahhitliği yasasının çok güzel çalıştığını, bu yasa ve yönetmelikleri yapan ne kadar iyi uzman, üniversite öğretim üyesi, bürokrat ve siyasetçilerimiz olduğunu, sigorta sistemiyle bütünleşmiş bir yapı denetim sisteminin ne kadar işe yaradığını, belediyelerin genişletilmiş yetkileri ile deprem risklerini azaltma konusunda ne kadar önemli işler yaptığını, siyasetçilerin talimatlarıyla afet tehlikesi yüksek yerleri imara açmadıklarını, mahalle afet gönüllülerinin ne kadar iyi çalıştığını güzel güzel TV’lerde konuşur, öğünürdük.
Yani o zaman her depremden sonra, iyi şeyler yaptıklarını halkımıza anlatmak için TV’lerde kimler arz-ı endam edecekti? Hep gördüğümüz jeolog ve jeofizikçilerden çok deprem mühendisleri, inşaat mühendisleri, mimarlar, şehir plancıları, müteahhitler, yapı denetimciler, sigortacılar, yerel yönetimciler, çevre ve şehircilik bakanlığı ve ulusal afet yönetim kurumu temsilcileri, siyasetçiler, inşaat ustası ve işçileri temsilcileri, sosyologlar, eğitimciler, afet riskleri azaltma uzmanları vb.
Peki Doğanyol-Sivrice depreminden sonra, TV’lerde 0.15g-0.20g gibi düşük bir yer hareket ivme değerinde toplam nüfusu 900.000’e varan iki büyükşehrimizde neden binaların %25’nin orta ve ağır hasar yarattığı konusunda jeolog ve jeofizikçi dışında neden yukarıda saydığımız bu meslek erbabını ve karar vericileri görmüyoruz? Jeologlar ve jeofizikçiler ellerinden geleni yaptı, yapıyor. Bugüne kadar yüzlerce rapor, binlerce makale yazdılar, projeler yaptılar. Ancak bu deprem kuşağı üzerindeki coğrafyada onların yaptıkları tabi ki yıkılmaları ve kayıpları azaltmaya yetmez. Ve tabi ki depremi durduramıyorlar. Onlar durdurulamayan depremin risklerini en aza indirecek sistemin aktörlerinden yalnızca ikisi. Peki üst paragrafta yazdığım esas aktörler nerede? Onları görelim TV’lerde, gazetelerde ve konuşsunlar neden küçük ivmelerde yıllardır yıkılıyoruz diye.