O bir fenomen.. O kitleleri peşinden sürükleyen özellikle de gençleri etkileyen bir psikiyatr. Yıllardır okuyucu mektuplarını yumuşak bir dille yanıtlayan herkesin sevdiği bir deha.. Haydar Dümen'den bahsediyoruz.
Kaç yıldır okur mektuplarına yanıt veriyorsunuz?
1966 yılının başından beri bugüne kadar okur mektuplarını cevaplama olayı Türkiye'nin basın tarihine benimle girdi. Ben o zaman Taksim İlkyardım Hastanesi'nde Asabiyet Şefi olarak tayin edilip orada göreve başladığım zaman İstanbul'da bir alan yaratmak için, o zaman Hayat Mecmuası vardı.
Hayat Mecmuası zamanın hem sosyete hem aklı başında olan insan grubuna hitap eden bir dergiydi. Bu dergiyi Yapı Kredi Bankası İdari Kurulu çıkarıyordu. Buraya gittim. Dedim ki "Soru yanıt köşesi yapalım". Onlar da onayladılar. Başladığımız günde bir çuval gelince gazetedeki arkadaşların gözleri dört açıldı ve "Nasıl olur böyle bir şey?" dediler.
Soru cevap kısmı köşede yayınlandı. Yayınlandıktan sonra İdari Kurulu'nun toplantısında "Bu yazılar burada çıkmasın, Türk toplumuna aykırıdır" dediler. Yazıları kesme emri verildi. Dergi bunu göz ardı edemedi. 3 hafta kaçamak olarak yayınlandı. Çok ilgi görünce de Türk basınında mektup cevaplama patlaması oldu.
Her gazete kendine bir sütun ayırdı. Bu sütunu yapanlar en beceriksiz en bilgisiz taze muhabirlerdi. Gelirlerdi bana ben de o zamanlar Güneş Gazetesi'nde Cağaloğlu Bürosu'ndaydım. Amatör bir kızı gönderdiler. "Ereksiyon ne?" diyor, "Orgazm ne?" diyordu.
Köşesinde yazardı. Bir takım ellerde bilgiler istismar edildi. Yanlış anlaşıldı. Elenenler elendi sonra. Elenmeyecek kişiler de adının cinsellikle geçmesinden çekindiler. Ama şimdi herkes seksolog oldu, araştırmacı da oluyor. Arkadan gelen güçler daha da bilgilenecek.
Ne insanların değerleri yıpratılmadan, bilimsel çerçeveden çıkmadan vermelerinde yarar var ama bunu da çok iyi bir biçimde vereceklerini sanmıyorum. Kişiler kendi dünya görüşlerine göre çerçeve çiziyorlar. Oysa psikolojide dünya görüşü değil, evrensel değerler geçerlidir. Bunun sunuş tarzı vardır. Umarım bunu da yapabilecek birileri olur. Ben de rahat rahat gözümü kapatarak öbür dünyadan seyrederim.
"BAYRAĞI ELİMDEN ALACAK BİRİ ŞU AN YOK"
Bayrağı elinizden alabilecek birisini görüyor musunuz?
Yok. Bu yola giren kendini adadığı zaman risklerini de beraber taşır, tehlikelerini de beraber taşır. Bu tehlikeyi taşımak zordur. Bir fanatiğin hedefi olabilirsiniz. Hayat birden bire gider. Ben o günleri aştım, büyük tehditler geçti. Beni kabul ettiler. Toplum beni biliyor.
Ne söylediysem de kabul olunuyor. Bir şey yanlıştır derken bazılarının tarafına dokunuyorsun. Ama yine de kabul olunuyor. Dansöz oynatmak nasıl bir zevk diyoruz. Düşünsenize bir kadın çıkacak masanın üzerine, çıplak ayakla çıkacak bu da kötü. Beni de dışarıda göremezsiniz, gece hayatında. The Marmara'nın Roof'unda göremezsiniz. Ben kapanmış durumdayım. Ama bunun da ödülünü aldım. Çok seviliyorum.
Çok fazla işle uğraşıyorsunuz. Muayenehane var, kitaplar yazıyorsunuz, gazeteye yazıyorsunuz. Nasıl yorulmuyorsunuz?
Hepsi var. Sabah dörtlere kadar çalışıyorum. Yok fıkra üret, yok düşünce üret. Eğer ürettiklerimi unutmasam bir yere not edebilsem aman efendim. Unutuyorum. Gece uykuda aklıma bir şey geliyor. Öyle sosyal şeyler üretiyorum ki. Toplumu sarsacak fikirler de geliyor aklıma ama unutuyorum. Akıl almaz bir beyin. Bir adam piyano virtüözüdür.
Bach'ı çalar, Mozart'ı çalar nasıl unutmaz diye düşünürsünüz. Beyin demek ki alt yapısı olunca, hem beyin yapısını hem psikolojisini biliyorum. Onun üzerine bina kuruyoruz. Güzel bir şey çıkıyor. Özel yetenek de işin içine girmelidir. Fizikçinin de beyni doludur. Ozanlar var, şiir yazar. Neye konsantre olursan beyin malzeme verir. Ama küp 30 yıldan önce dolmuyor.
HAYDAR DÜMEN'İN YAPTIĞI EN BÜYÜK YANLIŞ
Bu kadar canlı ve diri kalmanızın özel bir formülü var mı?
Yok. Ama uçarı bir mutluluk için de değilim. İç yapım dışa yönelik olmasına karşın yaşadığım olaylar bazen beni içe çökertecek hale de getirdi. Bir köy çocuğu için köyü aşıp ilkokul bulmak zordu. İlkokul yoktu. Onun getirdiği sancılarla üniversiteye girdik, yurtlarda kaldık. Hayata atılacağız. O dönemde arkadan güç yok, yalnız başına gezerken hatalar yapıyorsunuz. Mesela çok büyük hatadır, yanlıştır.
Üniversite son sınıfta doktorların en az olduğu dönemde 1954 yılında İstanbul Üniversitesi'nden doktor olduktan sonra ihtisas alan bir hekim adayı iken ben bir yanlış yaptım. Evlendim. Yanlış bir evlilik yaptım. 35 yıl da boşanamadım. Evli miyim bekar mıyım anlayamadım 35 yıl boyunca. Bir iyiliği kendimi yazmaya kitaba verdim. Hala o sancılar çekilir.
Ama göğüslemek bir defa çok üzüntülü bir dönem yaşadım bundan 13-14 yıl önce. Yeni evlenmiştim. Pencereleri kapadım, bir kış boyunca 4 kitap yazdım. Kendimi kurtardım. Gemim battı, can kurtaran simidim beni kurtardı. Bir şey üretmek bu.
VE BEST OF HAYDAR DÜMEN GELİYOR...
Şimdi de Best Of Haydar Dümen olacak..
Gazetede yazdığım makalelerden 200 tanesinden oluşacak. Her bir sayfanın altında özlü sözler, 200'den fazla fıkralar, okuyanı hem güldürecek hem anı olarak saklayacak. Hastaların şikayetlerine dayalı karikatürler olacak. Sanıyorum bu kitap beğenilecek. Seri yayın haline dönüşecek. Gerek bu kitap gerek bundan sonraki gelecekler insanların kendi çocuklarına, torunlarına bile miras bırakabileceği bir yapıt oluyor.
Nedeni ise bugün fıkralar her yıl her dönem için geçerlidir. İnsan zaafına yönelik onun ince ayrıntılarıyla bir güldürü yakalamak olayı, bütün dünyada vazgeçilmez bir şeydir. Bir fıkra bugün üretilmişse insanlar yüz yıl sonra da o fıkraya güler, biz de güleriz yaşadıkça. Fıkra bir yere atılacak bilgi değil. Mektupların kendisi de bu güldürü içeriğini taşıdığından ilgi çekecektir.
Bir kişi bir tane aldığında arkadaşına, yakınına hediye edilebilir. Romanlar okuyunca biter. Bir kitapta 100 tane fıkra varsa okursun, başka günler de açar bakarsın. Alıntı olarak kullanırsın. Bunlar iletişim araçlarıdır.
Kitap kaç sayfa olacak?
240 sayfa olacak...
KIZLAR KIZLIK ZARINA, ERKEKLER PENİSİNE TAKMIŞ
Hocam size soru yollayanlar gerçekten bu kadar bilgisiz mi?
Şişme bebekle yattım, gebe kalır mı diyorlar. İşin çok ince bir püf noktası var. Bu mektupların hepsi kişilerin yazdığı gerçek mektuplar olmayabilir. Bir kişi bana bir şey sormuşsa ben onu yok saymam. Ben psikiyatrım. Psikiyatr demek bir kişinin beyninin kıvrımlarına giren, inceleyen, ama bununla yetinmeyen bilinç altına giren, bilinç altının karanlığını eşeleyen ama bu da yetmez rüyalarına girerek bu kişinin o kimliğini o kimliğin de o toplumun ürünü olarak iletişim ayrıntılarına girmektir.
Birisi bana sırf kafa bulmak için saçma sapan soru soruyorsa ben şöyle değerlendiririm, "Bu soruyu soran kim?", "Bizim çocuklarımız." "Bizim çocuklarımız bunu soruyorsa bu beyni, o ruhu biz yaratmışız onda" Yani bu soruyu benim çocuğum sordu, ben onun beynine bir şişme bebek koyuyorum demektir. Demek ki ona gebelikle ilgili bilgileri vermemişim bunu çocuk yansıtmış. Gırgır olsun diye bunu yazmış.
100 bin soru içinde bu kadar sayısal patolojik bile düşünülse gırgırına da düşünse gençliğin resmi çıkıyor karşımıza. Bu resim matematikseldir. 100 mektuptan 60 ya da 70'i kızlık zarından bahsediyorsa demek ki Türkiye'nin yüzde 60-70'i şaka da olsa ciddi de olsa kafasını kızlık zarıyla bozmuş demektir. Ve bunlar kadın olacak ne kadar korkunç bir şey.
Kızlıktan kadınlığa geçiş noktası çok zor...
Korku, panik ve bilgisizlik içinde kadınlığını yakalamak kolay değil. Aynı oranda erkekler. Penisine takmış durumda. Kimisi kartal diyor kimisi anakonda, engerek diyor. Bir tanesi de çıkıp güzel bir şey söylesin. Traktör de diyorlar. Nereden buluyorlar bunları?
Bir insanın penisi neden traktör olsun? Sözü bile karşı tarafı ürkütüyor. Bütün bunlar günün birinde belki sosyolojik bir kitap olarak çıkar. Bunu ben çıkarırım. Kızların yarattığı korkular var.. Türkiye Vaginismus'tan kaynıyor...
ŞİŞME BEBEKTE ÇARE NEDEN ARANIR?
Tam da oraya gelecektim. En büyük cinsel sorun ne?
En büyük sorun Vaginismus. Bir kanayacak, kan hoş bir şey mi? İki, yırtılacak. Bir yer yırtılacak. Üç, zar patlayacak.. Bir şey yırtılıyor, patlıyor, kan geliyor. Kız 10 yaşında. Kızım "Aman sandalyeye binme, bisiklete binme, düşersin" deniyor. "Erkeklere dikkat et. Yüzünü, şerefini koru, başımızı öne eğme"
Sonra duydukları var kızların, "O kadar kanamış ki çarşaflar kirlenmiş, kan tavana sıçramış" Tavana kan sıçramış, karşı duvara sıçramış. O kadar tavan gelmiş üzerine yıkılmış...
Bunları olgularımdan duyuyorum. Erkekte de bir acelecilik, bir hoyratlık oluyor. Hemen o gece olacak o iş. Olacak ki kapıda bekleyenlere erkeklik kanıtlanacak. Bunların hepsi yan yana gelirse bunun adı "Cinsellik" değil, bir tür cinselliğe kıyım. Bu kız kadın olamaz. İleride orgazmını mutluluğunu yakalayamaz. Böylece evlilik dinamitlenmiş olur. Bizim toplumumuzda eğitim sistemi, evliliğe düşman. Evlilik dinamitleniyor.
Kız sevdiğine değil ailesinin istediğine verilir. Evlilik dinamitlendi. Çünkü kız hiçbir bilgi almadan evlendirilir, korkularıyla baş başa bırakılır, ekonomiden evlilik bozuldu. Üç günlük aşk fırtınasıyla evlenenlerin durumu da belli. Bunda da kimsenin kimseye güveni yoktur. Değer de vermezler. Bizim alt yapımızda, ulaşılmamış aşklar saygındır. Tahir ile Zühre, Leyla ile Mecnun gibi. Bunlar hep acı çekerler. Sonunda da ulaşılmaz olur.
Annenin kızı oldu, 16-17 yaşına geldi "Aşık oldum, evleneceğim" diyor. Annenin böyle bir aşka hoşgörülü bakışı olmuyor. Kendi o aşkı yaşadı, evlendi. Bir de baktı ki o evlilik çok farklı bir duruma gelmiş. Hayal ettiği gibi bir şey değilmiş. Büyük aile modelleri vardır Türkiye'de. Her birine karşı sorumluluğu vardır gelinin. Hata yapmaması gerekir. Ekonomik bakımdan saçıyla tırnağıyla üretime girecektir.
Aşkın yarattığı beklentilerin yerine çileler egemen olunca o kadının ileride kızı olunca, kızının aşkına karşı reaksiyon gösterir. Ama aşk genetiğimizde var. "Karnını doyuran biriyle evlen" derler. Kişi sevdiğiyle evlenince aşk çocuğu doğar. Aşk çocuğu da mutlu olur.
Orgazmı bilmeyenler var. Yani mesela yemek yiyeceksin, çatal kullanmamışsın hiç. Yerken de döküyorsun. Çatal bıçağı kullanarak öğrenirsin. Öğrenmezsen de gider şişme bebekte çare ararsın. Korkulardan bugün toplum Vaginismusla dalgalanıyor.
Hipnozla cinsel sorunlar çözülür mü?
Çözülmez. Hipnoz Şarko denilen bir bilim adamının bulduğu bir şey. Belirli sürelerde kullanılmıştır. Rafta bilimsel bir yerde yerini tutar. Çok nadir olarak hekimlikte kullanılır. Dişini çektirirsin ama uyuşturucu yaptıramazsın belki bir hipnozcu gelir de yöntemi uygular.
Ama hipnoz sahne oyunlarının şarlatanlığına dönüşmüştür. Birileri çıkar "Uyudun, ne görüyorsun?" diye sorar karşısındaki de "Çiçek, çocuk" görüyorum der. Bir takım insanlar "Hipnozla bu işi çözerim" diyorsa bu halkı yanlış yönlendirip, halkın parasının oraya akmasına neden olur. Halkın da umudu kırılır. Hipnoz bitti.
Bir ara meditasyona girdi insanlar. Kötü değil ama Taocu Seks'ten, meditasyondan, bitkisel ürünlerde çözüm arayanların tarihine baktığınız zaman bunlar en az 1000 yıl önceden başlar.. Bir bilim 300 yıldan sonra geri dönüp angaje oluyorsa burada bir terslik aramak lazım. Falanca bitkiden kansere çözüm bulmak saçmadır.
Ama papatya çayı içersen, bak bakalım ne olacak? Ama vatandaşın alacak parası yok. İmamlardan muska alıyorlar. Bunları bir araya getirip bakınca zavallı bir kaosun içinde olan Türk halkı var. Türk halkı mükemmeldir. Bu kültürü sulandırırsanız ne Türk kültürü olur ne başka kültür olur. Ne toplumsal ne kişisel kimlikler bulunmaz. Bu erozyonda yürüyor muyuz, oturuyor muyuz bilemeyiz.
PORNO EŞCİNSELLİĞİ DE ORTAYA ÇIKARABİLİR
Google'da en çok aranan kelime porno. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu?
Açlık bu.. Onlar normal seksten bıkıp anormalliğe bakıyorlar. Değişimin içinde kendi patolojilerini arıyorlar. Bir adamın içinde gizli eşcinselliği vardır. Ama adam bunu bilmez. Tam tersine maço da olabilir. Böyle bir adam porno film izlerken elbette erkeğin penisiyle ereksiyon olur, kadının organından ereksiyon olmaz. Ona hoş gelir.
Porno filmler de bir dereceye kadar kullanılır. Biraz cinsel içerikli filmler, cinselliğin sosu gibidir. Biraz fantezi olmalı. Fantezisiz hayat olmaz. Bir kadınla 20'li yaşlarda evlendiniz, geldiniz 70 yaşına. 50 yıldır kadın aynı kadın, aynı erkek. Nereye kadar gider ki bu? Aldığın zamanki erkek veya kadın değil ki o. Kadın geldi o yaşa, çöktü ama beyni gelişti.
Erkek için de aynı şey. İleride erkekte de koca bir göbek, saçları dökülmüş. Neresine sarılacaksın bu adamın? Daha beline sarılırken, göbeği iter adamı. O zaman evlilik de sürecek, ihanet de olmayacağına göre. Sözleşme yapıyorsun. Aldatamazsın da.
Günübirlik ilişkilere ne diyorsunuz?
Onlar belirli bir kesimin su üstüne çıkmış magazinin malzemesi olmuş insanlardır. Yapan yapıyordur. Olur da. Ama çok değil. Kazanıyorum, geceleri de benim diyorlar. Bu ne yaptı? Kadınları yalnızlığa itti. Kadın güven duygusunu yitirdi. Uyuşturucu salgını başladı. Biriyle yatıyorsun ertesi gün yanında değil. Özlesen de istesen de o artık yanında olmayacak.
Kadın ruhu durmadan insan değiştirerek yatmaya uygun değil. Kadın ruhu beğendiği, sevdiği bir insanla ilişki yaşamakla beslenir. Kadınları erkekler yalnızlığa mahkum ediyor. Erkek kahveye gider, başka yere gider.
Kadın da oturur. Şimdi de adam gelir televizyon izlemeye gömülür. Bunlar insan haklarına, evlilik boyutlarına uygun değil.
Begüm ÇELİKKOL-HABERTURK