Yöneticilerin açıklamalarını aşan 'savaş çığırtkanlığı' yapan medyaya yönelik Başbakan Binali Yıldırm'ın “Vatandaş rahat olsun, savaşa girmiyoruz” sözleriyle açıklama yaptığını belirten Bildirici, "Bugünlerde de medyanın yapması gereken, politikacıların sözlerini aktarmakla yetinmek yerine IKBY ile yaşanan anlaşmazlığın bütün boyutlarını araştırmak, serinkanlı analizler yayınlamak, barışı savunmak ve eleştirel yaklaşımı korumaktır" dedi.
Faruk Bildirici'nin "Savaş tamtamları" başlığıyla yayımlanan (2 Ekim 2017) yazısı şöyle:
Yine savaş tamtamları çalıyor medyada. Daha önce defalarca yaşadığımız gibi bir kısım medya yine çatışmacı, savaş çığırtkanı bir üslup tutturdu.
Gazetelerde “Bu işgale müdahale şart”, “Haddini bil tatbikatı”, “Askeri seçenek masada” manşetler, tankın ve askerin oraya girmesinden dem vuran yazılar yayınlanıyor; TV’lerde askeri tatbikat görüntülerinden geçilmiyor. O kadar ki, bıraksalar medya kalemleri, klavyeleri ve de kameralarıyla saldıracak bağımsızlık referandumu yapan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne.
Ortalığı sakinleştirmek de Başbakan Binali Yıldırım’a düştü. “Vatandaş rahat olsun, savaşa girmiyoruz” dedi ama bu açıklamanın asıl muhatabı sanırım medyaydı. Zira Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve diğer yöneticilerin söyleminin de ötesine geçip ortalığı velveleye veren medyanın ta kendisiydi.
Savaşın tahmin edilemezliğini ve yıkıcılığını anlamak için uzağa gitmeye gerek yok. Irak ve Suriye, canlı örnekler. Kaldı ki, savaşa karşı çıkmak gazetecilik için demokrasi ve insan haklarını savunmak kadar olmazsa olmazdır.
Bugünlerde de medyanın yapması gereken, politikacıların sözlerini aktarmakla yetinmek yerine IKBY ile yaşanan anlaşmazlığın bütün boyutlarını araştırmak, serinkanlı analizler yayınlamak, barışı savunmak ve eleştirel yaklaşımı korumaktır. Her gazeteci bilir ki, eleştirel yaklaşım bizim mesleğin özüdür ve ülkenin, insanların yararınadır. Eleştirel gazeteciliğin en büyük faydası da siyasi iktidaradır; yanlışlardan korur.
Övgünün dozu
Gazetecilikte sorun marka, ürün, şirket isimlerinin yazılmasında değil, nasıl, neden ve kim tarafından yazıldığıdır. Örneğin Hürriyet’in gurme yazarları Mehmet Yaşin ya da Vedat Milor, restoranları yazıyor. Reklama kaçmadan uzman gözüyle kaleme alıyorlar restoranları ve bazen de eleştiriyorlar.
Ahmet Hakan da 18 Eylül’de “Et lokantasında yeni moda: Sc...” başlıklı bir yazı kaleme almıştı. İstanbul’da beş ay önce açılan restorandan söz ediyordu. Fakat yazısı övgüyle doluydu, sonunda da zirve yapmıştı bu güzelleme: “Ferah ve kasmayan atmosferi, enfes lezzetleri, enteresan kokteylleri, abartısız fiyat politikası ve zararsız tatlılarıyla Sc..., bazı pabuçları dama atacak gibi.”
Daha önce de yazmıştım. Reklam ile gazete yazısı arasındaki temel fark tanıtma ve tüketime yönlendirme. Bir haber/yazı restoran hakkında olumlu/olumsuz bilgi verir, reklam ise tanıtır ve okuyucuyu oraya yönlendirmeye çalışır. Ahmet Hakan’ın bu yazısı da Alican Uludağ, Haluk Yiğit ve başka okurların gönderdikleri e-postalarda belirttikleri gibi fena halde tanıtıma kaçmış. O restoranın sahibi de reklam verse herhalde böyle yazardı.
Komplo teorisi
Emrah Serbes’in itirafının ardından sosyal medyada “Hürriyet’in kaza haberinde Emrah Serbes’in adı varmış, sonra silinmiş” iddiası ortaya atıldı. Sonra haber sitelerine yayılan bu iddia, Twitter’da bana da sorulunca DHA ve hurriyet.com.tr yöneticileriyle konuşup yanıtladım; verilen bilgi özetle şöyleydi:
“DHA, 22 Eylül’de kaza haberini önce ‘3 ölü’ diye geçmiş, ancak annenin yaşadığı anlaşılınca haber ‘2 ölü’ diye güncellenmiş. Zaten olay günü AA ve İHA’nın geçtiği haberde de Emrah Serbes adı yok. Çünkü polis böyle bir bilgi vermemiş. 28 Eylül’de Emrah Serbes itirafta bulununca internet editörleri arayanların kaza haberini bulabilmesi için ‘Emrah Serbes’ etiketi eklemişler.”
Anlaşılan bu etiketi gören bazı sosyal medya kullanıcıları “Haberde Emrah Serbes adını silmiş ama alttaki etiketi çıkarmayı unutmuşlar” diye akıl yürüttü. Son güncelleme tarihine baksalar, “28 Eylül saat 13.59” bilgisini göreceklerdi. O etiket yeni eklenmişti.
Üzücü olan bazı gazeteci ve yazarların buna rağmen “Hürriyet’in Serbes’in ismini habere yazıp sonradan sildiği ortaya çıktı” diyebilmeleri. Oysa “ortaya çıkan” bir bilgi yok, sadece dayanaksız bir “komplo teorisi” var ortada...
Aslında sınıfta kalan medyanın tamamı. Ünlü bir yazarın trafik kazasına karışıp iki kişinin ölümüne neden olduğunu, kendisi açıklayana kadar ne bir ajans, gazete, haber sitesi yazabildi ne de bir televizyon verebildi.
Haksız yalanlama
Hanefi Avcı, eski Emniyet Müdürü M. Seyfi Sazak’ın yargılandığı mahkemeye dilekçe göndererek “meslektaşının FETÖ ile alakası olamayacağı kanaatini”iletmişti. Hürriyet ve internette “Eski polis şefine kefil olmuş” başlığıyla çıkan haberde Sazak’ın daha sonra tahliye edildiği bilgisine de yer veriliyordu.
HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz ve Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı ardı ardına açıklama yaptı. Açıklamalarda “Kişisel kefaletler mahkeme kararını etkileyemez” ve “Eski emniyet müdürlerinden birinin sanık lehine dilekçe göndererek tahliyesini sağladığına ilişkin haber gerçeği yansıtmamaktadır”ifadelerine yer verildi.
Haberi yazan Toygun Atilla üzüldü bu açıklamalara. “Bu haksız bir suçlama” diyor, “haberinde Sazak’ın tahliyesi ile Hanefi Avcı’nın dilekçesi arasında bağlantı kuran bir cümle olmadığına” dikkat çekiyordu.
Gerçekten Atilla’nın haberinde öyle bir cümle yoktu. “Hanefi Avcı kefil oldu, emniyet müdürü tahliye edildi” başlığı atan, Hürriyet’in haberini kopyalayan bazı internet siteleriydi. Bu haksızlığı yapan da üst düzey yargı...
Okurdan kısa kısa
Baskın Oran: Kurtarın gazetenizi (ve Türkiye’yi) “Şok oldu” ve “Şoke oldu”belasından! “Şok geçirdi” veya “Şok yaşadı/yaşattı” kıtlığına kıran mı girdi?
Cansu Arısoy: “Kadın polis sokak tabelasında buldu” yazılmış. O polis erkek olsaydı internette “Erkek polis buldu” başlığı atılmazdı. Kadın polis için de yazılmamalı.