Yüksek dış borçların döndürülmesi ve cari işlem açığının finansmanı için bir IMF programının gündeme gelebileceğine işaret eden Boratav, “Finans kapitale teslim olmayı reddeden bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış borçlarının yeniden yapılandırmasını talep edebilir” dedi.
"Türkiye’nin son on iki ayda 55 milyar dolara yükselen cari işlem açığının finansman güçlükleri, ithalatın kısılmasını gerektirebilir" diyen Boratav, "Ortaya çıkacak arz daralması, kârların tırmanmasına fırsat yaratmamalı. Ekonominin daraldığı, kriz koşullarının doğduğu bir ortamda, yük paylaşımının emekçilere yıkılmaması gerekir" değerlendirmesinde bulundu.
Cumhuriyet'ten Mustafa Çakır'ın Emek gazetesini kaynak gösterdiği haberinde işçilerin soruları ve Boratav’ın yanıtlarından bazıları özetle şöyle:
Ekonomi bu noktaya nasıl geldi?
Yaygın kabul gören bir tanıma göre, bir ülkenin milli geliri üçer aylık dönemlerden ikisinde üst üste düşmüşse, ulusal ekonominin gerileme / küçülme aşamasına girdiği kabul edilir.
Bu durum bir yıl sürerse bir krizin patlak verdiğini kabul edebiliriz. Birkaç yıla uzarsa depresyon / buhran durumundan söz edilebilir.
Bu aşamalardan herhangi biri yaygın şirket ifasları, bankaların yükümlülüklerini yerine getirememesi, döviz piyasasının kontrolden çıkması gibi olgularla birleşirse finansal kriz söz konusudur. Ekonomi şu anda bir krize girmedi; ancak, 2018’in son üç ayında küçülme sürecinin başlaması beklenir.
Bu durum, AKP’nin 2017’de uygulamaya başladığı seçim ekonomisi önlemlerinin, Türkiye ekonomisinin üretim sınırlarını zorlaması sonunda meydana geldi.
Enfasyon ve cari açık yükseldi; uluslararası finans kapital, Türkiye’den fon çıkarmaya başladı. Döviz fiyatlarının tırmanması finansal sistemi zorladı. Döviz borçlusu şirketlerin sıkıntıları ve faizlerde aşırı yükselme, ekonomiyi daralma ivmesine sürükledi.
Diğer ülkelerde işçiler ne durumda?
Emperyalist sistemin çevresinde yer alan bazı Latin Amerika ülkeleri (Arjantin, Brezilya) ve Türkiye bugünlerde benzer tedirginlikler içindedir. Hepsinde, talep kısıcı maliye ve para politikaları, ekonomileri en azından durgunlaştırmaktadır.
Sonuç, istihdam artışlarının frenlenmesi, işsizlik oralarının yukarı çekilmesidir. Reel ücretlerin düşmesi gündeme gelir. Durgunlaşma içinde bölüşüm yükünün nasıl paylaşılacağı; talep daralmasının ücretlere ve kârlara nasıl yansıyacağı, emeğin örgütlenme gücüne bağlıdır.
Türkiye’yi nasıl bir tablo bekliyor?
Türkiye ekonomisinin dış bağımlılığı AKP döneminde çok arttığı için uluslararası finanskapitalin talepleri ağır basacaktır.
Çok yüksek dış borçların döndürülmesi ve cari işlem açığının finansmanı için bir IMF programı gündeme gelebilecektir. IMF programları, talep kısıcı ve emek gelirlerini aşındırıcı özellikleriyle işçi sınıfına ağır maliyetler getirir.
Krizden kurtulmanın yolu yok mu?
Finans kapitale teslim olmayı reddeden bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış borçlarının yeniden yapılandırılmasını talep edebilir.
Özel sektörün ve bankaların dış borçları ise alacaklı-borçlu aktörler arası müzakerelere bağlıdır; ancak, döviz darlığı koşullarında sermaye hareketleri denetlenebilir; borç taksit ödemelerinde döviz tahsisi sıraya konabilir.
Krize karşı ne yapabiliriz?
Türkiye’nin son on iki ayda 55 milyar dolara yükselen cari işlem açığının finansman güçlükleri, ithalatın kısılmasını gerektirebilir. Ortaya çıkacak arz daralması, kârların tırmanmasına fırsat yaratmamalı.
Ekonominin daraldığı, kriz koşullarının doğduğu bir ortamda, yük paylaşımının emekçilere yıkılmaması gerekir. Örgütlü mücadele gereklidir. Sendikalara ve emek yanlısı partilere, örgütlere önemli görevler düşecektir.