Röportaj: Sözcü / Sercan Meriç
İlhan Şeşen, çok sevdiği İstanbul'la ilgili bestelerini bir araya getirdi ve 'İstanbul'lu Şarkılar' albümünde yayınladı. Usta sanatçı, albümde kah eski İstanbul'a gidiyor, kah bugüne sitem ediyor, kah bu devasa kente aşkını tekrardan notalarla ilan ediyor.
Şu anda Bodrum’da yaşayan Şeşen, İstanbul’un artık yaşanmaz hale geldiğini söylüyor… Kentin koca bir şantiyeye dönüşüne hüzünlenen Şeşen, “Beton, kültürel ve toplumsal alanı çok ucuzlatıyor” diyor Aynı zamanda bir hukukçu da olan usta isim, Sözcü’ye yapılan algı operasyonuyla ilgili de tepkili: “Dünyanın neresinde olursa olsun, gazeteciler istediğini yazabilmeli…”
Tamamen İstanbul’dan oluşan bir albüm yapma fikri nasıl doğdu?
İçinde İstanbul adı geçen ya da İstanbul için yazdığım birçok şarkı vardı. Bu şarkılarımı bir albümde toplamak istedim aslında. Hepsi bu.
‘Uzakta’ parçasında “İstanbul sitemlerim sana” diyorsunuz. Nedir İstanbul’a en başat siteminiz?
Uzakta parçasını New York Central Park’ta, bir bankta yalnız başıma otururken yazmıştım. Ve o an İstanbul’u çok özlemiştim. İstanbul’dan uzak oluşuma sitemim vardı.
Müzik ve kişisel hayatınızı nasıl şekillendirdi İstanbul?
İstanbul'da yaşayıp, bu büyük şehirden ilham almamaya imkan yok. Başka bir şehirde yaşasaydım, Sadece istanbul'a ait olanları değil, diğer şarkılarımı da yazamazdım. Müzikal açıdan yaratıcılığımın temelinde İstanbul yatıyor.
İstanbul’da değil, Bodrum’da yaşıyorsunuz. Bodrum’u çok sevdiğiniz için mi, İstanbul’dan sıkıldığınız için mi?
Bunu söylemek zor geliyor ama, İstanbul, maalesef yaşanmaz hale geldi. Bodrum daha rahat ve huzurlu bir yer. En azından burada hava alabiliyoruz. Bodrum'un yaz aylarındaki kargaşasına da girmiyorum. Evimde oturup rahatça çalışabiliyor, bir şeyler üretebiliyorum.
Herkes İstanbul’u terk etmek istiyor ama kimse yapamıyor, bu kentte yaşayan herkesin gönlünde İstanbul aşkı, İstanbul nefretini de körüklüyor herhalde… Sizin için durum nasıl?
İstanbul bizim için bir bağımlılık. Bu kentten şikayet etmeyene rastlamadım. Her ne kadar Bodrum’da yaşasam da, İstanbul’dan tamamen kopamıyorum. Ancak sürekli İstanbul’da olmak da bir yerden sonra yoruyor. İstanbul'u özlemek orada yaşamaktan daha güzel.
Bodrum’dayken İstanbul’un en çok neyini özlüyorsunuz?
Bağdat Caddesi’ni çok özlüyorum. Ayrıca Boğaz’dan geçen büyük gemileri izlemeyi de çok özlüyorum.
Kimi yazarlar yazmayı, kimi müzisyenler çalmayı bırakıyor. Sizde var mı böyle bir sıkılganlık?
Olmaz mı! Özellikle İstanbul’da yaşayanlar için bu durum daha da derinden hissediliyor. İstanbul’un çelişkileri artık ilham verici olmaktan çıktı. İnsanı boğan, yoran bir hal aldı.
BAZI HAYALLER İMKANSIZDIR
1968 dünyaya damga vuran bir yıldı. ‘İstanbul 1968’ şarkınızda ‘İstanbul, eskisi gibi değil’ diyorsunuz. O dönemlerin bahsi geçince zihninizde neler canlanıyor?
Dünyanın en güzel denizlerinden birinin kıyısında yaşıyorduk. Bol bol balık tutuyorduk. Kalamış’ta ‘Köhne’ adında bir çayhane vardı. Kitap okurduk. Okuduğımuz kitapları okumadıklarımızla takas ederdik. O tarihlerde çok güzel bahçeler vardı kentte. Eriklere dalardık. Vapurda bile hemen herkes birbirini tanırdı. Buna rağmen 1968’de “İstanbul eskisi gibi değil” diyerek bir şarkı yazmışım. Deniz, o zamanlar kirlenmeye başlamıştı. Adalara geçerdik. Vapurda gitar çalar şarkı söylerdik. Herkesin yüzü gülerdi. Güzel günlerdi…
Hayalinizdeki İstanbul nasıl mesela?
500 yıl önce İstanbul, Boğaz’a kadar ormanlıkmış. Hala öyle olsun isterdim. Ormanın içinde, birbirine uzak iki katlı evlerden ibaret bir şehir olsaydı ne güzel olurdu…Ve hala girilebilen bir denizi olmasını hayal ederdim. Ancak bazı hayaller imkansızdır.
Türkiye kocaman bir şantiyeye dönüştü. Ve bu hâl de kutsanıyor. Son olarak 3. havaalanında 1453 kamyonla ilginç bir şov yapıldı. Betonlaşma sanat alanını nasıl etkiliyor sizce?
Beton, kültürel ve toplumsal alanı çok ucuzlatıyor. Özellikle bizim mahallemiz olan Bağdat Caddesi, koca bir şantiyeye dönüştü. Her yer toz, toprak ve gürültü içinde. Yaşanmaz hale geldi. Ben İstanbul’dan ve Bağdat Caddesi’nden biraz da sağlığımı düşünerek kaçtım. Bir Fransız gazeteci, uçakla İstanbul’a inerken, “Türkler betona mı tapıyor” demiş. Ne kadar haklı…
Taksim, Nişantaşı, Beşiktaş, Cihangir, Asmalımescit artık eski eğlencesinden çok uzaklaştı. Sanat alanları iğdiş edildi. Siz bu yerleri eskiden de bilen bir insansınız. Son durumunu gördünüz mü, neler hissettiniz?
Ben Kadıköylü olduğum için Nişantaşı, Taksim, Cihangir gibi yerleri pek sevmem. Daha sıkışık, daha karmaşık yerler. İstanbul, eskiden bu kadar ürkütücü ve kalabalık değildi. Paramız olursa tiyatroya ve sinemaya giderdik. Daha temizdi kent. İnsanlar daha güleryüzlüydü. Göç alınca, kimin ne olduğu belli olmayan asık suratlı, saygısız insanlarla doldu İstanbul… Ne dediğimi anlamak için internete 1964’te Galata Köprüsü’nde çekilen bir videoya bakmak lazım. İnsanların temizliğini ve kıyafetlerinin şıklığını gördüğünüzde dehşete düşeceksiniz.
İnsanlar eskiden çatlaklardan sızıyor, belirsizlik içerisinde yaratıcı alan bulabiliyordu. Şu anda o hapisteymişcesine yaşıyoruz gibi… Ne dersiniz?
Ne yazık ki kocaman bir hapishane içinde gibiyiz. Sanat alanları, kent, toplumsal denge gibi en önemli tüm unsurlar kuşatılmış gibi. Ve bu durum insanların daha da asık suratlı, saygısız olmasını sağlıyor.
Hukuk fakültesini bitirdiniz 10 yıllık da avukatlık geçmişiniz var. Basın üzerindeki baskıyı nasıl değerlendirirsiniz? Baskının son hedefi de gazetemiz Sözcü…
Dünyanın neresinde olursa olsun, gazeteciler istediğini yazabilmeli. Bir hukukçu olarak şunu söyleyebilirim, düşünce özgürlüğü, düşündüğün her şeyi söylemeyebilme hakkıdır ve bu hak kesinlikle kısıtlanamaz.
Hayat olarak da, müzikal açıdan da artık çok tecrübelisiniz. Tüm bu tecrübelerinize dayanarak, umutlu olmamız gerektiğini düşünürsün müsünüz?
Umut hakkında düşündükçe aklıma Aydın Boysan geliyor. Umutla ilgili en iyi sözü ondan duymuştum, “Umutsuzluk ayıptır” demişti.