Türkiye’de ulusal kanala yapılan bir dizinin sadece yurt içinde yayınlanarak maliyetlerini karşılamasının mümkün olmadığını belirtmek gerek. Bu da Türk yapımlarının dünya çapındaki “satış durumuna” değinme gerekliliğini ortaya çıkarıyor. Her sene sayıları 60’a ulaşan ve Latin Amerika ülkeleri ve Arap coğrafyası başta olmak üzere 170’e yakın ülkede yayınlanan Türk dizileri, Türkiye’yi ABD ve İngiltere’nin ardından üçüncü büyük ihracatçı konumuna getirmiş durumda. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı verilerine göre, dünyada yaklaşık 700 milyon kişi Türk dizisi izliyor.
Dizi sektöründeki tekel oyuncuların sonu oluyor... Vural Çelik’in ölümü tartışmayı başlattı
“KONTROLLÜ MALİYETLERE MAKUL FİYATLAR”
Ancak önemli bir noktayı gözden kaçırmamak gerek, bir çok ülkeye satılan Türk dizileri “ancak” kaliteleri ölçüsünde gelir getiriyor. Bu durumu Londra'daki izleyici ölçüm şirketi Glance'ın Araştırma ve Pazarlama Başkanı Xavier Rambert’in sözlerinden de yakalamak mümkün;
“Türk dizilerinin çok kontrollü maliyetlerle ve çok sayıda içerik sağlama yetenekleriyle çekilmesi makul fiyatlarla satılmasına da olanak sağlıyor.”
KISIR İÇERİK DÖNGÜSÜ
Yani “zaten çok satılıp çok izleniyoruz” mantığı aslında çok daha büyük kazançlardan ve başarılardan vazgeçmeye neden oluyor. Bu durumun turizme kadar uzanacak olumsuz sonuçlarından söz etmek mümkün. Türkiye bu anlamda kazandığı ünü ve başarıyı doğru değerlendiremiyor. Kısır bir içerik döngüsünde saplanıp kaldığı için ihracatında da kayıplara doğru gittiğini ifade etmek gerekiyor. Bu satış mekanizmasına bakıldığında da zaten yine aynı yapımcıların kurduğu, ortağı olduğu ya da “çok yakın ilişkiler” içinde bulunduğu şirketlerle karşılaşılıyor. Böylelikle de Rekabet Kurulunun sektöre “el atmasındaki” tekelleşme durumunda yapbozun son parçası da tamamlanmış oluyor.
TEKELLEŞME VE AHBAP-ÇAVUŞ İLİŞKİSİ
Tekelleşmenin hiçbir sektörde kalite ve başarı getirmeyeceği aşikar ancak söz konusu yaratıcı bir sektör olunca bu durum daha da belirginleşiyor. Hatta öyle ki sayısı 6’yı geçmeyen aynı yapım şirketlerinin, aynı kişilere yazdırıp, aynı kişilere çektirdiği bu içeriklerle sektör “ahbap çavuş” ilişkisi içinde tıkanıp kalıyor. Platform ve kanal yöneticileri kimi zaman “yurt dışı satış garantisinden” kimi zaman da profesyonellikle ilgisi olmayan, “farklı” ilişkiler nedeniyle bu sarmalın içinde kendilerine biçilen rolü oynuyor. Yapımların oyuncularını belirleme de, hakkında sayısız rivayet bulunan aynı menajerlik şirketinin tekelinde gibi görünüyor. Sadece kendisine bağlı olan oyuncuları değil bütün castı yönlendiren aynı menajerlik şirketinin adı geçiyor. Bütün her şey de sayısı bir elin parmağını geçmeyecek aynı kişiler arasında dönen “pazarlıklar” sonucunda belirleniyor. Dolayısıyla da hikayelerini anlatamayan yazarlar, yeteneklerini gösteremeyen yönetmenler, kendilerine yer bulamayan oyuncular ve yeni işler yapmak isteyen yapımcılar var olacak küçücük bir alan bile bulamıyor.
SEYİRCİ MUTSUZ
İşler bu şekilde ilerleyince de sektör hiçbir şekilde beklenen gelişmeyi gösteremiyor. Ne yazık ki geçmişteki yapımlarla karşılaştırıldığında hem kalite hem de başarı anlamında bir gerilemeden söz etmek mümkün hale geliyor. Hiç tanımamış bir yazar bundan 10 sene önce iyi bir içeriği, bir kanala ya da yapımcıya öyle ya da böyle ulaştırabilirken, söz konusu iyi içerik yeni bir şirketin elinde olsa da hayata geçebilirken, her dizide kimi zaman birden fazla yeni oyuncu parlarken şimdilerde sektörde böyle bir durumdan söz etmek gülünç duruma düşmeye neden oluyor.
Türkiye’de seyirci mutsuz, rakamlar yüksek gibi görünse de aslında yurt dışındaki potansiyel değerlendirilmekten uzak, sektörün bu tekel ağına dahil olmayan bütün yaratıcı insanları ve hatta emekçileri bıkkın ve umutsuz. Bu anlamda Rekabet Kurulu’nun bu soruşturmasından çıkacak sonuçların yeniliklere şans verecek bir tablo yaratması Türkiye’de hayatı dizilere değen herkesin şimdilik tek umudu gibi görünüyor.