Cumhuriyet gazetesinden İpek Özbey'e konuşan Durakoğlu, "1 Eylül’de adli yıl açılışı külliyede yapıldı, bu yıl kimse tarafından tartışılmadı. Oysa geçen yıl en temel tartışma konularından biriydi. Anayasanın 104. maddesine göre yürütmenin başı konumunda bulunan bir kimsenin yargının açılışını yapıyor olması, burada konuşma yapıyor olması, geçmiş yıllardan alışkın olduğumuz dinlemesi gereken noktadan, konuşması gereken noktaya bizzat kendisinin kendisini taşıması hiç tartışma konusu olmadı. Yargının temel sorunları konuşulmadı.
Sadece kendisinin değil, Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı’nın da Yargıtay Başkanı’nın da çok muhlis bir dil kullanmaya özen de bence mekânın kendilerinde yarattığı psikolojik dille ilgili… Oraya gidenlerin inanın bana bedenleriyle birlikte ruh bütünlüklerini de sağlıklı bir şekilde taşıdıkları inancında değilim.
Külliye’ye giden herkesin bir yargı mensubu olarak rahatsız olduğunu düşünüyorum" diye konuştu.
"Sayın Cumhurbaşkanı’nın zihninde farklı bir avukatlık tahayyülü var"
Durakoğlu, "Çok ciddi kaygılar içine girdim. Öyle anlıyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanı’nın zihninde farklı bir avukatlık tahayyülü var. Bu avukatlık tahayyülü mesleğin gelişimine yönelik bir gerçeklik ifade etse, hukuk devleti ya da yargı bağımsızlığına katkı verecek yeni bir düzenleme olsa kuşkusuz sevinç duyarım. Sayın Cumhurbaşkanı’nın kafasındaki modelde bir insanın suçlanmasıyla ilgili evrensel kabule ulaşmış, hukuk kriterleri yok.
'Bu teröristtir' diyor. 'Bu teröristtir' dediği kimsenin gerçekten terörist olup olmadığının hukuk devletindeki tanımı doğrudan doğruya bir mahkeme kararıdır. Ta Mecelle’den beri…" düşüncesini dile getirdi.
Duraoğlu açıklamalarında şunları kaydetti:
Eskiden Erdoğan çok kullanırdı mesela, “Beraat-i zimmet, asıldır”… Çok doğru bir laftır. Birisinin suçlu olduğunu söyleyebilmeniz için, onun suçluluğunun kanıtlanması gerekiyor. İnsanlar bu kadar kolay kriminalize edilmemeli. OHAL İnceleme Komisyonu’ndaki incelemeler sonunda anladık ki KHK’lerle ihraç ettikleri memurların ihraç kararlarının büyük bir bölümü istihbarat birimlerinin raporlarıyla ilgiliymiş.
Burada da aynı şeyi çalıştırmaya çalışıyorlar. Bu arada “teröristi savunan avukat da teröristtir” gibi bir mantıktan yola çıkarsanız, bizim bu mesleği yapabilmemizin hiçbir koşulu kalmaz. Biz katilin de hırsızın da uyuşturucu satanın da avukatlığını yaparız. Buradaki avukatlık özü itibarıyla, Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle tırnak içine alarak söylüyorum “iç içe” olmak demek değildir. Bir avukatın müvekkiliyle ilişkisi savunma hakkına yöneliktir. Bunu inkâr ederseniz, yargılamaya gerek kalmaz, savunma hakkını inkâr ediyorsunuz demektir.
"Osman Kavala çıkacak"
HSYK’nin o şekilde biçimlenmesiyle Ergenekon ve Balyoz davaları ortaya çıktı. O davalar sadece birilerinin şu ya da bu şekilde darbeyle suçlanması değildi. Birilerinin darbeyle suçlanması suretiyle görev değişikliklerinin gerçekleştirilmesiydi. Ergenekon ve Balyoz sanıkları olarak aldıkları insanların yerine, FETÖ kendi üyelerini getirdi.
O üyelerin bir süre sonra Türkiye’de Ortadoğu siyasetini nasıl değiştirdiklerine tanık olduk. Yargıya dönersek, yargı siyasal stratejilerin bir parçası haline dönüştü. Siyasal iktidar vesayet adı altında bir baskıyla karşı karşıya idiyse, o vesayeti ortadan kaldıracak siyasal projeler üretemeyince, bu projeleri bir biçimiyle de olsa yargı eliyle üretmeye yöneldi. Hukuksuzluğu meşrulaştıralım noktasına geldiler.
Ergenekon, Balyoz döneminde söylerlerdi ya, “Ya durun, bunun yargıtayı var, bireysel başvurusu var, AİHM’ye kadar gidebilir, sakin olun”… E, sakin olalım da insanlar içeride. Ve bir gün kumpas deyip çıktılar içinden… 15 Temmuz’un ortaya çıkardığı ders, yargı dünyası ve AKP için bir ders olmadı.
15 Temmuz siyasal İslam teorilerinin çöktüğü gündür; AKP, öyle bakması gerekirdi, öyle bakmadı. Özellikle liyakat ve laiklik konusunda yeniden düşünmesi gerekiyordu, yapmadı. FETÖ’den öğrendikleri kendi düzenlerini kurmak yoluna gittiler. Yine yargı siyasetin bir parçası olmaya dönüştü. Cumhuriyet, Sözcü gibi gazetelere dava açarken aslında o davaların sanıklarına ceza vermek değildi amaçları.
İfade özgürlüğünü nasıl ortadan kaldıracaklarını, yargıyı kullanarak gerçekleştirmeye çalıştılar. Gezi Davası da böyle bir dava aslında. İnsanlara, “Bak bir daha Gezi’de olduğu gibi toplantı ve gösteri yürüyüşü adı altında hadi arkadaşlar gidiyoruz diye bir şey duyarsan ve gidersen bil ki seni Osman Kavala yaparım” mesajı. Bu arada şunu da söylemek istiyorum. Osman Kavala çıkacak…
"Savcının dosya kaçırdığı gerçeğiyle karşı karşıyayım"
Savunma hakkına saygı göstermeden yargı reformu yapabilmek mümkün değil. Savunmanın önündeki tüm engeller kaldırılmalı. Biz dosyalarımıza ulaşamıyoruz. Gizlilik kararları görüyoruz.
Tutuklamaya itiraz edeceğimiz dosyada vereceğimiz dilekçeyle ilgili bir tek delili göremiyoruz ki itiraz edelim. Gizlilik kararı olmayan dosyaları dahi göremediğim oluyor. Savcının dosya kaçırdığı gerçeğiyle karşı karşıyayım.