*Çetiner Çetin'in yazısı şöyle..
Yeni 'Körfez' dengesinde Erbil ve Ankara
Katar ile Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında alevlenen sorunların anahtar kelimesi “İran” ve onunla artan yakınlaşmayla özetlenebilir. Üstelik tam da ABD Başkanı Trump’ın, İran’a karşı Sünni bir ittifak oluşturduğu ve Riyad’ın bunu kurmak ve başına geçmek için üç zirveye ev sahipliği yaptığı sırada... Körfez ülkelerinde işler karışıyor. Fırtınalı günler yaklaşırken Türkiye ve Irak Kürdistan bölgesini bu süreçte hangi riskler bekliyor?
Katar’ın Körfez üçlüsü dışında davranması ve stratejik ittifaklarını değiştirmesi yeni bir durum değil. Son 20 yıla baktığımızda Katar siyasetini ayırt eden özelliklerden biri bu ittifak dışında hareket edebilmesi oldu. Şimdiki temel ayrım ise Katar karşısındaki üçlü Körfez ittifakının oldukça sert bir karaktere bürünmüş ve aynı zamanda “pervasız” bir ABD Başkanı’nın desteğini alıyor olmasıdır. ABD’nin İran’a karşı Sünni bir cephe oluştururken, Sünni cephenin de kendi içinde bölünmesi dengeler açısından fırtınanın habercisi.
Katar ve Suudi-BAE sorunlarını körüklemede İran’ın rolüne dair en dikkat çekici hamle Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman âl Thani, Riyad zirvesinden sadece birkaç gün önce Bağdat’a sürpriz bir ziyaret düzenlemiş ve İran stratejisinde söz sahibi olan General Kasım Süleymani ile görüşmüş olmasıydı. Katar hükümeti, bu satırların yazıldığı saatlere kadar “iddia edilen” bu buluşmayı yalanlamadı.
Diğer taraftan Katar ve Suudi medya kurumlarının dijital orduları daha şimdiden karşılıklı olarak cepheleri açmış durumda. Öyle ki Katar bu konuda Suudilere kıyasla önde gözüküyor. Asıl merak edilen bu medya savaşının ileriki dönemlerde bir askeri karşılaşmaya evrilip evrilmeyeceği. Peki o zaman Katar’ın yanında kim durur? Böyle bir gelişmeyi uzak görmüyor olmamızın bir nedeni geçtiğimiz 20 yılda meydana gelen üç önemli hadise:
Birincisi, 1992 yılında Suudi Arabistan ile Katar arasında patlak veren “el Khufus” savaşı. Sebep sınır ihtilafıydı. Suudi güçleri Katar’a ait bir sınır karakoluna saldırıp yok etmiş, bu çatışmada iki Katar askeri ve bir Suudi subay ölmüştü. Bu süreçte nefesler tutulmuş ve her an bir savaşın başlayacağına dair güçlü ihtimaller konuşuluyordu.
İkincisi, dönemin Katar veliahtı Şeyh Hamed bin Khalife’nin babasına karşı düzenlediği başarılı “Beyaz Darbe”. Darbe Amerika’nın desteğini ve onayını da almış, diğer Körfez ülkelerini ise endişelendirmişti.
Üçüncüsü ise, 1996’da Katar eski Prensi Hamed Bin Khalifa’yı devirmek ve yerine yeniden babasını geçirmek için düzenlenen Suudi, BAE, Bahreyn ve Mısır destekli askeri müdahale. Müdahale başarılı olamadı ancak Suudi-Katar ilişkilerini gerdi. Olayın ardından Katar, şu anki Suud Kralı’nı, vefat eden kardeşiyle beraber bu darbe girişiminin asıl mimarları olmakla suçladı ve el Cezire kanalında ünlü silah anlaşması “el Yamama” ile ilgili bir video yayımlatarak intikam aldı.
Akıllarda yer eden bu üç olayda, krizi kontrol altına alacak bir ara bulucu/bulucular oldu ancak şu aşamada yeni arabulucular ortada yok. Hatta Körfezin “barış güvercini” Kuveyt dahi elini taşın altına koymuyor.
Fırtına her geçen gün daha fazla hissedilirken, Katar’ın önünde üç seçenek bulunuyor. İlk seçenek, Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Bahreyn ekseninin dayattığı bütün şartlarını kabul etmek. Bunların başında da İran ve Müslüman Kardeşler ile ilişkiyi kesmek; başta Halid Meşal, Musa abu Marzuk, Muhammed Nazzal, İzzet el Raşk ve Türkiye’nin diplomatik baskılar neticesinde göndermek zorunda kaldığı Salih el Aruri olmak üzere Hamas’ın Doha’daki bütün yetkililerini göndermek, Hamas’a verdiği mali ve siyasi desteği kesmek geliyor.
İkinci seçenek ise bu dörtlü eksene karşı İran-Suriye-Irak eksenine dahil olmak. Türkiye de burada önemli bir rol üstlenebilir. Özellikle de Katar ve Türkiye arasındaki ortak savunma anlaşması ve Türkiye’nin Doha yakınlarında askeri üssü varken. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkede darbe yapmaya kalkışan FETÖ elebaşı Gülen’in iadesine dönük bütün taleplerini reddeden ve stratejik müttefik olarak PKK’yı tercih eden Trump yönetiminden rahatsız. Bu anlamda Erdoğan’ın da Suriye’deki siyasetini ve ittifaklarını değiştirip Katar’ı yanına çekmesi uzak bir ihtimal değil.
Üçüncü seçenek ise belki biraz taklit gibi algılanabilir ama Arap dünyasında son 40 yıldır uygulanan bir şey. Katar Emiri, tıpkı Suudi veliaht Muhammed bin Salman’ın yaptığı gibi yanına 200 milyar dolar veya biraz fazlasını alıp doğrudan Trump yönetimini ziyarete gidebilir. Katar hükümetinin hangisini seçeceğini bilmiyoruz. Bildiğimiz, böyle bir adımın kaçınılmaz olduğu ve hızla atılması gerektiği. Çünkü işler bir şekilde çatışmaya dönüşüyor.
Körfez’in Katar’a duyduğu öfkeyi artıran bir diğer şey de Şeyh Temim’in İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesi oldu; üstelik İran’ın ruhani lideri Ali Hamaney’in Suudi Arabistan liderleri için “mutlak suretle düşecekler” ifadesini kullanmasının ardından.
Kuveyt Prensi, geçtiğimiz perşembe günü Katar emiri Şeyh Temim ile yaptığı telefon görüşmesinde, ihtilafın daha da tırmanmaması adına ara buluculuk teklif etmişti. Ancak gözlemcilere göre Katar’ın tavrında ısrarcı davranması, bu teklifi yararsız kılacak. Bölgedeki siyasilere göre, Katar Prensi’nin, Şeyh Sabah el Ahmed’in 2014 yılında yaptığı bir arabuluculuk esnasında Suudi Arabistan eski kralı Abdullah bin Abdülaziz’e Körfez’in değişmezlerine dokunmamak konusunda verdiği sözü hatırlatıyor. Bu gözlemcilere göre Katar’ın İran ve İhvan’a yönelik yeni tutumu Prens Temim’in vefat eden Suudi Kral’a ve Kuveyt Prensi’ne verdiği sözü unuttuğunun göstergesi. Bu da Kuveyt’in ara buluculuğunu henüz doğmadan öldürmüş oluyor.
Konuştuğum Körfezdeki etkin siyasiler, Türkiye’nin sessizliğini, Ankara’nın Suudi Arabistan’ı kışkırtmak istememesine bağlıyor. Öte yandan Katar Prensi Şeyh Temim, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinde Ankara’yı, Amerika ile bölgenin Doha’ya yönelik tavrında değişiklik yaratmak için ülkesinin yanında durmaya teşvik etmişti. Ancak Suudi Arabistan ve BAE ile karşı karşıya gelmek ne Türkiye’nin ne de bağımsızlık referandumu hazırlıkları başlatan Irak Kürdistan bölgesinin işine gelmeyecektir. Zira ABD’nin Suriye’de PKK seçeneğini güçlendirmesi Ankara’nın ve Erbil’in çok da kabulleneceği bir durum olmayacak. Bu durumda Körfezin ayrışması hem Ankara hem de Erbil’in tercihlerine aykırı bir durum oluşturabilir.
Hamas hareketi de Katar krizinde sessiz kaldı. Suriye’den çıkmak durumunda kalan Hamas Katar’ın bol desteğine nail olmuştu. Hamas geçtiğimiz ay Doha’da başlattığı uzlaşma metninin meyvesini toplamaya çalışıyor, söz konusu metne göre Hamas 1967 sınırları çerçevesinde bir Filistin devletini kabul ediyor. Hareket kendini yeniden konumlandırarak uluslararası arenada iyi bir izlenim bırakmayı ve kendisini “ılımlı bir direniş hareketi” olarak kabul ettirmeyi hedefliyor ve sessiz kalmayı tercih edecek. Hamas, iki taraftan yetkililerin “verimli” olarak nitelediği görüşmelerin ardından Mısır’ın düşmanlığını istemiyor. Ancak bu yaklaşım Ankara’yı kızdıracak bir boyuta dönüşebilir.
Körfez ülkelerinin Ankara ve Erbil ile stratejik ve sürdürülebilir ilişkileri olduğunu biliniyor. Körfez ülkelerinin içinde bulunduğu siyasi karmaşa belki fiziki olarak uzak görünse Ankara’yı ve Erbil’i saf tutma tercihine zorlayabilir. Şunu biliyoruz ki Körfezdeki fırtınalı günler sadece İran’ın işine yarayacak. Bir yandan İran Suriye sahasında Türkiye’nin beklentilerini ve politikalarını baltalamaya çalışırken diğer yandan ise bölgedeki güç gösterisini sürdürebilmek için Erbil’i Haşti Şahabi militanları ile savaştırabilir.
*Bu yazı kurdistan24 sitesinden alınmıştır