Kerim Balcı'nın yazısı şöyle...
“Kayınvalidem dünyayı Erdoğan’ın yönettiğini, benim de bunu çekemediğimi zannediyor. Onu ikna etmeye çalışmalı mıyım?” Bir psikolog koltuğuna oturup sorasım var bu soruyu. Bana Türkiye’nin temel sorunu, hayati problemi buymuş gibi geliyor. Ve anamuhalefet lideri gibi diyeyim, “yüreğim ağrıyor.”
Eskiden Kemalist elitlerimiz Ortadoğu’dan kopuk bir dış politika yürütürlerdi. Haklı olarak eleştirirdik. Şimdi gerçeklikten kopuk bir Ankara var. Eleştirmeli miyim doktor?
Eskiden “eller giderken aya biz kaldık yaya” diyen, aşağılık kompleksiyle öğrenilmiş çaresizlik arasında gelip giden bir elitimiz vardı. Şimdi internetten indirdikleri bir uçak fotoğrafına Photoshop’la Türk bayrağı yapıştıran ve “kendi uçağımızı yaptık” diye kendi masum tabanını aldatan bir tavan-ı menhusumuz var. Kime gitsem doktor?
Devlet reisliği bir milletin kuvve-i şeheviye veya kuvve-i gadabiyesinin değil, kuvve-i akliyesinin tecessüm edeceği yerdir. Bırakırsın, hatta bir göz kırparsın, muhalefet eser gürler. Gençler “Moskova, Moskova duy jetimizi, bu gelen Erdoğan’ın balistik füzesi!” diye slogan atarlar… Olmadı biz yazarız! Gazeteciler de bu vatanı şu kanla duş alma heveslisi adam kadar seviyor… Sahi, o vardı! Bırakırsın o konuşur!
‘Rusya sınır ihlallerine devam ederse sonuçlarına katlanır!’ efelenmesinin, bu Donkişot tavrının dış politikada yeri yok. Bunun dış politikada alıcısı olmaz, gülücüsü olur. Nitekim Moskova’dan gelen tepki kahkaha oldu…
Bir önceki uçağı düşürdüğünüzde, ‘Rus uçağı olduğunu bilseydik, farklı davranırdık,’ derken samimi değil miydiniz yoksa? Yoksa kastettiğiniz sadece İngilizce değil, aynı zamanda Rusça uyarı mesajı göndermekten mi ibaretti? Sahi, bu ayrıntı niye basına verilir ki? ‘Rusça bilen pilotlarımız var! Artık gerisini Ruslar düşünsün!’ mü denmek isteniyor? Uçağın uçakla konuşma metodu bellidir. Füzelerini kilitlersin, üç dakika kilitli kalırsın, bu kadar. İngilizcesi, Rusçası yok bunun… Uçakçası bu! Onu yapmadıysan, yapamadıysan, ertesi gün gazetelere, ‘Uçaklarımıza emir beklemeden vurun!’ talimatı verdik demeyeceksin.
1967 Arap-İsrail Savaşı öncesinde Irak devlet başkanı Abdurrahman Arif esip gürlüyordu. Savaşın Ortadoğu’da bir hata olan İsrail’i haritadan sileceğini söylüyordu. Gazeteciler Filistin’de kalacak Yahudilere ne yapacağını sorduklarında, ‘Eğer yaşayan birkaç Yahudi kalırsa, onlar Arapların arasında yaşamaya devam edebilirler,’ cevabını vermişti. Savaştan sonra Yahudiler Abdurrahman Arif’in basın toplantılarını komedi kasetleri yapıp sattılar. Kuvve-i gadabiyesi kadar kuvve-i şeheviyesine de yenik olan Arif, kendi kazançlarını gelir vergisinden muaf tutan bir yasa geçirmeye kalkışınca alaşağı edildi ve sürgüne Türkiye’ye gönderildi.
Ne olur tepelerde konaklayan büyüklerimiz; ne olur bizi ezin, bizi süründürün, sürgünlere gönderin, Silivrilere tıkın, ama âlemi bize güldürmeyin!
Doğrudur, Suriye’de örtülü bir dünya savaşı yaşanıyor ve biz de bu savaşın bir tarafıyız. Hatta savaşı başlatan taraflardan biriyiz. Milli çıkarlarımız da bazı hataları göz göre göre yapmayı dayatmış olabilir. Ama sahada askeri olan İran konuşmuyor; sahada askeri olan Çin konuşmuyor; yahu en bir mahallenin ağası kesilmiş olan Putin konuşmuyor… Biz niye konuşuyoruz?
Devletin ortak aklı, milletin tek tek akıllarının toplamından daha fazla bir akıl ortaya çıkarmıyorsa, orada akıl israfı var demektir. Dış politikamızı yönlendiren ortak akıl, sadece Davutoğlu Hoca’nın aklından daha az görünüyor. Demek ortada toplam akla çıkaran veya bölen etkisi yapan bazı akl-ı evveller var!
Bütün bunlar oluyor… Bülent Arınç bile dış politikada işin çığırından çıktığını anlamış. Kayınvalidem gibi milyonlarca insan Erdoğan’ın dünyayı yönettiğini zannediyor. İnsanlara bu tatlı rüyayı gösteren ilaçtan ben de mi içsem doktor? Ya, hocam Çin tıbbı falan deme! Aklıma “Çin füzelerini, Şangh ay Beşlisi’ni, NATO denilen başağrısını” getirme şimdi! Yüreğim ağrıyor…
Deliye her şey sıfır sorun mu?
Sen nerden çıktın çekirge!