Odatv’de yayınlanan yazıya göre, Son günlerde basına yansıyan bazı olaylar tarikatlar ve cemaatler konusunu bir kez daha gündeme getirdi.
Öyle ki, sosyal medyada tarikat yurtlarının kapatılma talebi dillendirildi, konu ile ilgili daha başka eleştiriler de ifade edildi.
Mesele oldukça mühim, bu bağlamda tarikat/cemaat zihniyetinin “inanç” anlayışını göstermesi bakımından bir isme yer vermek istiyoruz. Lakin ona geçmeden önce Tekirdağ, Süleymanpaşa İlçesi Müftüsü Ayhan Okur’un şu görüşlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz:
Zira tarikat ve cemaatlere yönelik “içeriden” bir eleştiri olarak söylenenler mühim: “Halkımıza buradan şunu söylemek isterim ki Kuran-ı Kerim'i öğretmek ve dini bilgileri öğretmek bizim işimiz.
Bu bilgiler için başka yerlerde, başka başka amacı belli olmayan tarikat ve cemaat yapılanmalarına gitmesinler. Bizim her yerde Kuran kurslarımız var. Kuran öğrenmek isteyen, İslami bilgileri öğrenmek isteyen herkese biz bu bilgileri anlatmakla yükümlüyüz zaten.”
Şimdi geçelim o isme. Doğum tarihi hakkında farklı bilgiler mevcut. Bununla birlikte 8.yüzyılda İran’ın Horasan eyaletine bağlı Bistam kasabasında doğduğunu ve yüz yıldan fazla bir ömür sürdürdüğünü ifade edebiliriz.
Nakşibendi tarikatı silsilesinde 6.sırada yer alan bir kimse. Dolayısıyla Menzil, İsmailağa, İskenderpaşa cemaati gibi Nakşi kökenli cemaatler de onu “müşid” olarak kabul ediyorlar. Bayezid-i Bestami’den bahsediyoruz.
Hatay Kırıkhan’da adına okullar, öğrenci yurdu ve Kur’an Kursu açılan Bayezid Bestami, “kerametleri” ile nam salan bir isimdir. Bu noktada şunu ifade edelim ki, anılan kimsenin kerametleri hakkında konuşanlar, onun hayatından “çarpıcı” örnekler sunanlar ya bu kerametlere inanlar ya da Nakşi cemaatleri arasında yer alan kimselerdir. Dolayısıyla birazdan aktaracağımız hususlar aynı zamanda “inanılan” kimsenin hayatından kesitler olacaktır.
Başlayalım…
Hayvanlarla konuştuğu ifade edilen, hatta ölü hayvanları dirilttiği bile öne sürülen Bayezid Bestami ile ilgili pek çok çarpıcı hikaye anlatılmaktadır. Bu hikayelerden birine göre Bestami bir gün yanlışlıkla bir karıncayı öldürür fakat akabinde çok üzülür, “merhamet ve hüzün” içerisinde karıncayı eline alıp ona üfürmeye başlar ve nihayetine karınca dirilir. İfade ettiğimiz üzere Bestami aynı zamanda hayvanlarla konuşan biridir. Bakın şu satırlar evliyalar ansiklopedisinde geçmektedir:
“Bâyezîd-i Bistâmî bir gün yolda giderken yanından geçen bir köpeği gördü. Köpeğe değip necâset bulaşmasın diye eteklerini topladı. O anda köpek dile gelip, şöyle dedi:"Benden sana bulaşacak kir, üç defa yıkamakla temiz olur. Ama senin nefsindeki kibir kiri yedi deryâda yıkansa temiz olmaz." Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî, köpeğe; "Senin dışın pis, benim ise içim.
Gel beraber olalım da belki birbirimize faydamız olur." dedi. Köpek de; "Sen benimle yoldaş ve arkadaş olamazsın. Zîrâ halk beni horlar, sana tâzim eder. Beni gören taşlar, seni gören ise iltifata başlar ve "Ârifler sultanına selâm olsun!" der. Benim yarına yiyecek bir kemiğim bile yok, ama senin bir ambar buğdayın var." cevabını verdi. Bâyezîd-i Bistâmî bu cevaptan kederlendi, bir köpeğin yol arkadaşı olmaya bile lâyık değilim, diye üzüldü.”
Yine bir duasıyla 24 saat boyunca nasıl yağmur yağdığını, nefsine verdiği ceza sonrasında bir yıl su içmediğini ve dahi Bestami’nin Hızır Peygamberin elinden tutup uçtuğunu, sözünü ettiğimiz kaynaklardan okumaktayız.
Evet, yanlış okumadınız bu kaynaklara göre Bayazedi-i Bestami bir cenaze namazı sonrasında Hızır Peygamberin elinden tutup uçmuştur. Fakat onun hakkında söylenenler yalnız bunlarla da sınırlı değildir. Örneğin tıpkı İslam Peygamberi gibi o da miraca çıkmıştır.
Hatta bu konu “tasavvuf” ehli içerisinde “Bayezid’in miracı” olarak ifade edilmekteymiş. Ne diyelim inanılır gibi değil ama adı “inanç” olunca inanmanın önünde de sınır kalmıyor. Bakın o malum olay kaynaklarda nasıl geçiyor. Birlikte okuyalım: “Bâyezîd-i Bistâmî bir defâsında şöyle anlattı: Bizim rûhumuzu, semâlara götürdüler. Cennet'i, Cehennem'i gösterdiler. Hiçbir şeye bakmadım. Hep Allahü teâlâyı düşünüyordum.
Nice makâmlardan geçirdiler. Nihâyet ezeliyyet ağacını gördüm. Sonra; "Yâ Rabbî! Sana gelebilmem için beni benliğimden kurtar." diye yalvardım. Bana bildirildi ki:"Ey Bâyezîd! Benliğinden kurtulup bana yaklaşman, Sevgili Peygamberime tâbi olmana bağlıdır. O'nun ayağının tozunu, gözüne sürme yap. O'nun bildirdiği hükümlere uymaya devâm et. (Tasavvuf ehli arasında bu menkıbeye Bâyezîd'in mîrâcı denir.)”
Tabi bu noktada şunu de belirtelim; miraç hadisesini yaşadığını ifade ettikten sonra, kimi alimler Bestami’ye düşman kesilmişler ve bunun sonrasında da malum kimse yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmıştır. Ama gelin görün ki, bugün hala bazı kaynaklar bu miraç meselesini bir keramet olarak kitaplarına almaktadırlar.
BU NASIL OLUYOR
Bayezid-i Bestami hakkında daha böyle pek çok hikayeden bahsedebiliriz. Fakat yazımızın sınırları dahilinde iki örnekle bu kısmı noktalamak istiyoruz. Bunlardan ilki, Bestami’yi gördükten sonra can veren Ebu Turab isimli bir kimseyle ilgilidir. Olay şöyle gelişir.
“Malum kimse ‘Allaha olan muhabbetinin çokluğundan’ dolayı her gün yüzlerce defa kendinden geçip bayılmaktadır. Bunun üzerine hocası Nahşebi bir gün ona şöyle der: “Sen Bâyezîd-i görsen daha çok derecelere kavuşurdun."
Akabinde Ebu Turab, Bayezid-i Bestami’yi görmeye gider ve onu gördüğü anda can verir. Nihayetinde hocası Nahşebi, Bestami’ye sorar: "Yâ Bâyezîd, bu talebe öyle idi ki, Allahü teâlânın aşkı ile kendisinde bâzı hâller olur, kendisinden geçerdi. Fakat sizi bir defâ görmekle düşüp can verdi. Bu nasıl oluyor?"
Bakınız bu soru üzerine Bestami nasıl yanıt verir: "O kişinin hâli doğru idi. Önceden, onun müşâhedesi, kalp gözü ile görmez kendi makâmı kadar idi. Beni gördüğü anda, müşâhedesi benim makâmım kadar oldu. Lâkin o kimse buna tâkat getiremeyip, can verdi." İşte kendisine böyle olağanüstü bir hal yüklemektedir Bayezid-i Bestami.!
Ve nihai örnek. Bayezid-i Bestami bir gün zikrederken cezbe anında (kendinden geçme) “benim şanım ne yücedir” der. Sonrasında müritleri efendim “siz böyle söylediniz” derler. Bestami onlara dönerek “ben öyle bir şey söylemedim, onu diyen ben değilim” diyerek cevap verir.
Müritleri görüşlerinde ısrar eder. Bestami ise “bunun söz konusu olmayacağını çünkü o sözü ancak Allah’ın söyleyebileceğini, zira bu sıfatın Allah’a ait olduğunu” ifade eder. Ve devamında şunları ekler. “Eğer bir kez daha böyle söylersem kama, bıçak, kazma kürekle öldürmek kastıyla bana saldırın” Müritler bu kez tekrar onu dinlemeye başlarlar ve o yine “benim şanım ne yücedir” der.
Ve en nihayetinde olan olur müritler kazmayla, bıçakla, kılıçla Bestami’ye saldırır. Buna rağmen Bestami’ye bir şey olmaz ve hatta ona vuranlar on beş metre geriye savrulur. Hadisenin sonunda Bestami “olayın akıbetini” öğrenmek için müritlerine ne oldu diye sorar. Onlarda olanları anlatır. Bunun üzerine Bestami şu çarpıcı (!) sözleri söyler:
“Ben size demedim mi onu söyleyen ben değilim.” Şeyh Nazım Kıbrısi’nin Kayseri vekili olduğu öne sürülen Mehmet Pehlivanlı işte bu hikayeyi böylece anlatır Yine bir başka yerde de hadise bitiminde, Bestami’nin bir iğne istediği ve iğneyi eline batırdıktan sonra kan aktığı belirtilir. Bunun üzerine Bayezid-i Bestami orada bulunanlara şöyle seslenir: “Şimdi Beyazid-i Bestami var bakın; o zaman Bestami yok Allah var ki, kılıç kesmiyor.”
Bestami ile ilgili anlatacaklarımız bu kadar. Fakat şu var ki, bu ve benzeri “kerametler” yalnızca adı geçen kimseyle sınırlı değil. Daha böyle pek çok şahıs da, tarikatlar tarafından yüceltilmekte ve adeta kutsanmaktadır. Diyeceğimiz tarikat ve cemaatlerin din anlayışında genel olarak böyle bir gerçeklik bulunmakta.
Bırakalım diğer bütün nahoş ve kekremsi olayları sadece bu tür bir din yorumu bile, mevcut yapılarla ilgili adım atmayı gerekli kılmaz mı? Örneğin Diyanet’in bu konuda atacağı bir adım yok mudur? Diyanet anlatılan bu “kerametlerin” doğruluğuna kurum olarak onay vermekte midir? Onay vermiyorsa tarikatlarla bağlamında neden güçlü çıkışlar ve hatta yayınlar yapılmamaktadır?
Diyanet’in suskunluğu bu noktada dikkat çekicidir. Öte yandan sırf siyasi, iktisadi ya da benzeri sebeplerden dolayı anılan yapılara payanda olunması, önlerinin açılması ve onlara çeşitli avantajlar sağlanması da kabul edilebilir bir durum değildir. Nihai olarak şunu ifade edelim ki, tarikatların keramet dolu dini söylemleri ortadayken, yetki ve söz sahibi olmalarına rağmen onlara destek verenler, ortaya çıkacak bağnaz hadiselerden de sorumlu olacaklardır.
Aydın Tonga / Odatv.com