Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Suriye'nin kuzeybatısında bulunan Afrin'e yönelik gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekâtı 18'inci gününe girerken CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir vatandaşın kendisine, "Afrin’de bizim askerlerimiz şehit oluyor. Bir sürü Suriyeli var. Onlar niye gitmiyor?" diyerek tepki gösterdiğini aktardı. Kılıçdaroğlu, "Suriye’de gerçek anlamda söz sahibi olmak istiyorsan, Esad’la temasa geçmelisin" dedi.
Partisinin grup toplantısında konuşan Kılıçdaroğlu'nun açıklamaları şöyle:
488 arkadaşımız “Parti yönetiminde söz sahibi olmak istiyorum” diyorsa ve bunun önü açıksa hiçbir sorunumuz yok. Cumhuriyet Halk Partisi’ni yönetenler atamayla değil, seçimle iş başına gelirler. Herkesin bunu bilmesi. Diğer partilerle karıştırmamak gerekiyor.
Demokrasi kültürümüz var, yeterlidir, yetersizdir tartışılır ama bugün bu olağanüstü şartlarda demokrasi şölenini gerçekleştirdik. Yüzde 33 cinsiyet kotamız, yüzde 10 gençlik kotamız, bir arkadaşımız da yurt dışı temsilciliklerinin seçtiği bir arkadaştı, onu da ekledik.
Bu kurultayın kısa açılış konuşmasında da söylemiştim, Deniz Baykal aramızda değildi, bütün dualarımız onunla beraber. İnşallah kısa sürede sağlığına kavuşur, Türkiye’ye döner.
Hapiste milletvekili bir arkadaşımız var, Enis Berberoğlu. Önde bir koltuğu onun için boş bıraktık. Ayrıca ilk kez Parti Meclisi’ne bir onur üyesi seçtik. Oybirliğiyle Enis Berberoğlu oldu. Buradan kendisine selamlarımızı, sevgilerimizi gönderiyorum.
36’ncı kurultayda Türkiye’nin beş temel sorununu gündeme getirdim. Birisi 2002’de vardı ama büyük ölçüde gündemden düşmüştü, terör sorunu ama dört sorun bu iktidar döneminin en ciddi sorunları olarak ağırlığını koruyor. Israrla gündemde tutulması lazım. Birisi dış politika. Türkiye batağa saplandı, yalnızlaştı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez bu kadar yalnızlaşan bir Türkiye var. Dış politika bütün ağırlığını sürdürüyor.
Bütün olumsuzluklar iç politikaya da yansıyor. Bizi asıl üzen egemen güçlerin söylemi üzerine dış politika oluşturan, egemen güçler vazgeçince de aldatıldık diye itiraf eden bir yönetim tarafından Türkiye’nin yönetilmesidir. Bu cumhuriyet tarihimize ihanettir. Acıyla, kanla, gözyaşıyla kurduk cumhuriyeti. Asıl olan ülkenin çıkarlarıdır. Bu çıkarlara uygun oluşturulacak her politikaya koşulsuz destek veririz ve vermeye de hazırız.
Kurultayda bir zehirlenme de yaşandı. Numune Hastanesi’ne gittim. Diğer hastalarla da konuştum. Bir genç geldi yanıma. Dedi ki “Ben Recep Tayyip Erdoğan hayranıyım. Ama şunu söyleyeceğim, Afrin’de bizim askerlerimiz şehit oluyor. Bir sürü Suriyeli var.
Onlar niye gitmiyor? Sen niye bunu dillendirmiyorsun? Ayrıca ben burada ikinci sınıf vatandaşım, Suriyeliler birinci sınıf.” Dedim “Valla ben bunları dile getirdim. Bana yönelik olmayan saldırı kalmadı. Üstelik senin hayranın olduğun Erdoğan söyledi.” Suriye’de gerçek anlamda söz sahibi olmak istiyorsan, Esad’la temasa geçmeli.
"Gittin önünde diz çöktün"
Suriye’nin toprak bütünlüğünü Rusya’yla mı, ABD’yle mi, İran’la mı koruyacaksın? Sen düne kadar Irak merkezi yönetimi için de bizim muhatabımız değildir diyordun. Gittin, önünde diz çöktün. Diyoruz ki, diz çökmeden git adamlarını gönder, görüş. PYD’yi de PKK’yı da temizleyelim, bu Suriye’nin de çıkarına.
Eğitim de ciddi bir sorun. Her yüz aileden sekseni çocuğunun yurt dışında okumasını istiyor. Niçin? “İflas eden bir eğitim sistemi benim çocuğuma gelecek hazırlayamaz” diyor. Kendi çocuklarını denek olarak kullanan bir ülke konumuna geldik. Türkiye böyle giderse bilgi çağını kaçırmış olur. İnsanoğlu tekerleği üç milyon yılda keşfediyor.
Şu an her saniye birden fazla buluş var. Siz eğitim sistemini yeniden organize etmezseniz bu treni kaçırırsınız. Birilerinin ürettiği katma değeri tüketen bir Türkiye olur. Öğretmen memnun değil, öğrenci memnun değil, aile memnun değil. Kim memnun? Bir Allah’ın kulu “Şu gerekçeyle çok memnunum” desin. Aklı başında hiçbir kişi bu eğitim sisteminden memnun değil.
"Ekonomi ciddi sorunlar yaşıyor"
Ve ekonomi ciddi sorunlar yaşıyor. 2002’de ekonomiyi düzeltmek için Ecevit hükümeti çok ağır bedeller ödedi. Yeni kurumlar oluşturuldu. Günlük sıcak siyasetin dışında, liyakat sisteminin egemen olduğu kurumlar oluşturuldu.
İnsanlar bugün çaresizliklerini ve işsizliklerini ancak kendini yakarak anlatabiliyor. Geldiğimiz noktaya bakın. Bir devlet düşünün, milyonlarca işsiz var, bir devlet düşünün işsizliğe çare bulamıyor, yeni işsizler ordusu yaratıyor. Bir bulaşıcı hastalık gibi yayılarak devam etmeye başladı. 13 Ocak 2018’de TBMM önünde birisi kendini yaktı.
Yine aynı şekilde 16 Ocak’ta 8 maaşı ödenmeyen işçi Türkiye İşçi Kurumu’nun önünde soyunarak protesto etti. 28 Ocak’ta iş bulamayan işçi Balıkesir’de kendini yaktı. 3 Şubat’ta bir kişi “Açım aç” diyerek Erdoğan’ın posterini indirdi. İndirirken de “Atatürk’ün afişine bir şey olmadı, hayranım” dedi. Biz de o işçi kardeşimize hayranız. 4 Şubat’ta Sivas’ta bir kişi benzin dökerek kendini yakmaya kalktı.
Bir kişinin kendisini yakması gazetelerde, televizyonlarda haber dahi olmuyor. Korkuyorlar. Diktatörü korkutur muyuz diye korkuyorlar. Gazetecilikte bir kural vardır. İnsanın köpeği ısırması haberdir. İşe giren insan haber olmaz, ama bir kişi işsizlik nedeniyle kendini yakıyorsa bu haberdir. Biz dile getirince eleştiri yapılıyor. Onların istediği ne? Diktatörün söylediği haberdir.
8 sütun hem de. Bu medyayı bağımsız yayın yapan bir medyaya dönüştürmeliyiz. Namus borcu bu. Mutlaka yapacağız. İşsizlikle ilgili pek çok şey söylendi ama kimse söylemedi. İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. Açıkça yasa dışı alana davetiye çıkarılan kişi demektir. Çok düşük ücretlerle çalışan milyonlar da var. Asgari ücretliler unutmasın, bir parça artış olduysa CHP söylemleri çerçevesinde oldu.
"Tefecilerin reisi"
Bir işveren bu sabah bir mail attı. Diyor ki, “Yanımda 35 işçi çalıştırıyorum. Bütün çalışanlarımla zam görüşmesi yaptım. Maalesef asgari ücret seviyesinde küçücük bir artışa sesleri titreyerek ricacı oldular 20-30 lira için mahcup bir şekilde ricacı oldular.
‘Sizin reisiniz işçinin reisi değil ki’ diyorum, anlıyorlar. Reis işçinin, emeklinin, çiftçinin, öğrencinin reisi değil. Reis neyin reisi?” diyor. Ben söyleyeyim, tefecilerin reisi. Milyarlarca dolar faizi bunlar ödüyor. İşçiye, emekliye, esnafa gelince para yok. Tefeciye gelince milyar dolarlar var.
AYM'ye: Ya uygulatırsın ya da istifa edersin
Demokraside de ciddi kayıplarımız var. Yüzde 49,5 oy alan bir başbakan düşünün. Çağırıyorlar, elinden dilekçeyi alıp kapının önüne koyuyorlar. Halkın seçtiği belediye başkanlarına istifa et diyorlar, etmem diyor, şantaj yapıyorlar. Ağlayarak istifa ediyorlar. Barış bildirisi imzaladı diye akademisyenleri kapının önüne koyuyorlar.
OHAL nedeniyle anayasayı askıya aldılar, Anayasa Mahkemesi görevini yapamıyor. Sarayın mahkemesisin sen, halkın mahkemesi olsan o kararları uygulatırsın ya da istifa edersin. Bir karar verdin, alttaki mahkeme “Hadi oradan” diyor, sen misin, ben miyim güçlü diyor. AYM, ağzında bir fermuar, sesini dahi çıkaramıyor. Hangi AYM, hangi YSK? İflas eden yargı düzeniyle karşı karşıyayız. Öyle bir devlet var ki, demokrasiden parti devletine, sonra hanedan devletine geçildi. Şu anda hanedan devleti var. Başbakan da hikaye.
TTB yöneticileri
Bugün TTB temsilcileri serbest bırakıldı. Geçen hafta da okumuştuk. Sen misin bunları söyleyen, baskın. 12 Eylül’de yine TTB’yle ilgili bir olayı aktarmak isterim. 517 idam kararı verildi, 50’si infaz edildi. TTB 7 Ekim 1985’te toplandı, idama karşı bildiri yayınladılar. Ve TTB bu bildiriyi yayınladı, dönemin cumhurbaşkanına, başbakanına gönderdi. Hemen ardından savcı soruşturma açtı, üyeler gözaltına alındı ve davalar açıldı.
Nusret Fişek şunu söylüyordu, “Biz değil diye bir sanığın, harpte düşman askerinin yaşaması için bile çalışırız.” Sıkıyönetim mahkemelerinde hepsi beraat etti. Tarih kimi haklı çıkardı? TTB. Rahmetli Ecevit geldi, idamı kaldırdı. Eğer idam olsaydı, Ergenekon, Balyoz davasında idamlarına karar verilenler asılmıştı. İnsanları nasıl geri getireceksin? Bu tabloyu da her vatandaşımın unutmaması gerekiyor.
"Yalan, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden bir adama yakışmaz"
Bilgi Üniversitesi güzel bir araştırma yapmış. Toplumda kutuplaşmayı bütün boyutlarıyla anlatıyor. Toplum olağanüstü gergin bir ortamda. Toplum aşırı kutuplaşmış bir ortamda. Ülkesini seven bizler, gittiğimiz her ortamda huzur vaat etmeliyiz. Türkiye son 15 yılda bu noktaya taşındı. Huzurlu bir Türkiye’den gerginliğin yaşandığı bir Türkiye’ye… Kurultayı yaptık, doğru. Her şeyden önce bana yüklediği ağır bir sorumluluk var.
Bilincindeyim. Elbette kendi aramızda tartışacağız ama bu beş temel sorunu çözme konusunda sadece benim değil, ülkesini düşünen her vatandaşın sorumluluğu var. Ne gerekiyorsa yapacağım. Ama bunu yaparken bütün CHP’lilerin yanımda olmasını istiyorum. Ayrışma lüksümüz yok. Bir dikta yönetimine, sivil darbeye karşı mücadele ediyoruz. Her türlü baskı gelecek, hiçbir endişem yok. Ama ne söyledim? Dikta yönetimlerinde demokrasiyi savunmak kolay değildir. Ama biz bunu yapacağız, çünkü biz Kuva-yı Milliye’ciyiz.
Genelde kısır tartışmalara girmem, doğru da bulmam. Ama Erdoğan bir türlü dilini kontrol edemiyor. Geçen gün konuşmuş Bitlis’te “Ey Bay Kemal” diyor, buyur Recep Bey. PKK, PYD terör örgütü mü, yiğitsen açıkça. Lafa bak. Vallahi billahi yiğidim, hiç endişem yok. Açıklayacağım şimdi, 50 sefer söyledim. Bunlar terör örgütüdür. Şimdi, sen yiğit misin? Sen de yiğitsen, karşıma çıkarsın Recep Bey, karşıma çıkarsın. Lafla peynir gemisi yürümez, oturmuşsun ahkam kesiyorsun.
Sen reissin, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal ediyorsun, sen diktatörsün ama bu garip Kemal’in karşısına çıkmaya cesaretin yok. Niçin? Benim tankım, tüfeğim, polisim, ordum yok, kaymakamım yok. Allah’ım var Allah’ım. Çıkacaksın karşıma, çıkacaksın. Yalan, Cumhurbaşkanlığı koltuğunu işgal eden bir adama yakışmaz. Sen Nusra’ya terör örgütü diyebiliyor musun, onu söyle. Sen IŞİD’e silah gönderiyordun.
"Salih Müslim’in ayağına halılar serdin; yiğitsen açıkla"
Yargıtay diyor ki, “PYD, YPG, PKK terör örgütüdür” diyor. 21 Mayıs 2015’te… Hem alt mahkeme, hem Yargıtay. Bu karardan sonra, bunlar PYD’nin başkanı Salih Müslim’i Ankara’ya davet ediyor.
Sevgili Recep, gözlerinden öptüğüm Recep. Sen mahkeme kararına rağmen, terör örgütü saymasına rağmen sen hangi vatansever duygularla Salih Müslim’in ayağına halılar serdin. Yiğitsen açıkla. Şerefliysen açıkla. Açıklayabilir mi? Emin olun, tık çıkmaz.
"AKP teröre yardım ve yataklık yapmaktadır"
2016’da şöyle bir açıklama yapıyorum. “Kim PKK’ya destek veriyorsa biz onu PKK’nın yan kolu olarak görürüz. İster meşru, ister gayrı meşru bir organ. Benim merak ettiğim şey şu. ‘Eyy ABD’ diye bağıran Cumhurbaşkanı’na dönse ABD ‘Eyy Erdoğan, sen bu adamı Ankara’ya davet ettin.
Bu terör örgütü lideriyse senin bunu tutuklayıp mahkemeye çıkarman gerekmiyor muydu?” Devam ediyorum: “AKP teröre yardım ve yataklık yapmaktadır. Savcıları göreve çağırıyorum. Bütün delilleri sunuyorum.” Sen FETÖ’ye, PKK’ya, YPG’ye, Nusra’ya ve IŞİD’e yardım ve yataklık yaptın. Tık yok, mahkemeye veremiyor. Sen terör örgütlerine yardım ve yataklık yaptın diyorum. Tık yok.
"Mahmut Tanal karşımda oturuyor"
Mahmut Tanal karşımda oturuyor. Salı günü dilekçeyi ver. Bu mahkeme kararlarını da vereceğim. Bunu ver, bakalım ne diyecekler? Değerli arkadaşlar, Sosyalist Enternasyonal’de YPG’yle ilgili verdiğimiz mücadeleden de mi haberi yok orada? Onlar bizi kendileri gibi sanıyorlar. Kusura bakmasınlar, onlar ülkelerinin çıkarlarını değil, kendi çıkarlarını savunurlar.
Man Adası
Bir şey daha sormuştum. Man Adası’nda 1 sterline kurulan şirket. Bu şirket hangi şirket? “Şu şirketi sattık” de. İşçi ekmek alırken vergi ödüyor, bunlar vergi ödememek için Man Adası’nda şirket kuruyorlar. Senin yerliliğin de batsın, milliliğin de batsın.
Sen tarafsız davranacağına dair yemin ettin. Namusun ve şerefin üzerine. Namus ve şerefin bu topraklar için ne kadar kutsal olduğunu herhalde o da biliyordur. Eyy Bay Recep. Sorularıma yiğitsen cevap ver.
Teşekkür ederim değerli arkadaşlar.