"ERGUN BABAHAN GAZETECİ SIFATINI KULLANIYORSA BİZ BIRAKALIM!"
TURKTİME: Şamil Tayyar gazetecilik hayatında unutamadığı tek olayın Sabah Gazetesi'nde yapılan haksızlık olduğunu söylemişti. Siz de o haksızlığa uğrayan gazetecilerdensiniz. O haksızlık sizin üzerinizde nasıl bir etki bıraktı?
SEDAT BOZKURT: Siyasal tercihimiz bizi hayatımız boyuna haksızlıklarla muhatap etmiştir. 14 yaşında tanıştık haksızlıklarla. Dolayısıyla o konuda bir sıkıntımız yok. Şamil'i biraz daha acıtmış olabilir belki. Ama ben ideolojik olarak farkı koyduğum zaman bunun sonuçlarının nedenini bulmakta sıkıntı çekmiyorum. Sonuç itibariyle Muharrem Sarıkaya da Ergun Babahan da patron temsilcisiydi. Ergun Babahan'ın şimdi yazdığı demokrat, hukuk tanıyan, mesleki anlamda müthiş yazılarına bakınca gözlerim yaşarıyor. Ergun Babahan bu coğrafyada bunları yazacak en son kişidir. Gazeteci sıfatını o kullanacaksa biz bırakalım. Ama sorun Ergun Babahan'da değil, Babahan'ı meşrulaştıranlarda. Bugün siyasal iktidarın belki en büyük ayıplarından bir tanesi hala Ergun Babahan'ların gazeteci sıfatını taşıyor olmalarıdır. Hala muharrem Sarıkaya'nın gazeteci sıfatıyla, yakasına basın yazıp parlamentoda dolaşıyor olması ve siyasetçilerin de ona gazeteci muamelesi yapmaları siyasetçi açısından ayıptır.
TURKTİME: Siyasetçiler ne yapsınlar? Küssünler mi bunlara?
SEDAT BOZKURT: Küsemezler. Sonuç itibariyle onlar da medyanın gücünü elinde bulunduran insanlar.
TURKTİME: Her ne kadar haksızlıklara alışkınım deseniz de sözlerinize bakınca bugün bile o dönemin kırgınlığı var sanki üzerinizdeÃÂ
SEDAT BOZKURT: Kırılmadık desek yalan olur. Çünkü biz orada işimizi düzgün yapmaya çalışan düzgün insanlardık. Mesleki olarak bize bir şey deme durumları yok çünkü oradan ayrılan bütün arkadaşların hepsi bugün kalanlardan daha iyi noktadalar. Hem maddi hem manevi hem de piyasada gördükleri itibar ile oradakilerden iyi durumdalar. Şimdi biz hiçbirimiz gezerken boynumuz aşağıda gezmiyoruz. Hepimiz o dönem doğru yaptığımıza inanan insanlardık. Üzüldük kırıldık ama böyle bir ilahi adalet var. Geç de olsa tecelli ediyor. Döndü dolaştı geldi. Turgay Ciner'in çok güvendiği adamlar kendisine öyle kazıklar attılar ki şimdi muhtemelen Turgay Ciner bunlarla karşılaşmak bile istemiyordur. Ergun Babahan hala Sabah Gazetesi'nin genel yayın yönetmeni ama benim kadar itibarlı olduğuna, gazetecilik sıfatını taşımaya benim kadar layık olduğuna inanmıyorum. Eğer Ergun Babahan'ın ben iyi gazeteciyim, namuslu gazeteciyim şeklinde bir iddiası varsa FOX'un ekranları açık. İlk kez patronumdan "bana yarım saat yayın hakkı verir misin" diyerek bir şey isteyeceğim ve bunu kendisiyle konuşacağım.
TURKTİME: Babahan neden gazeteci değil?
SEDAT BOZKURT: Babahan iktidar sever.. Gazetecilik muhalif bir iştir. Ben sabah'taki ATV'deki talimatlarını biliyorum. Ak Parti ile ilgili talimatlarını biliyorum. Hatta daha vahimi var. Ak Partililer beni ziyarete geliyordu, haberlerimizi neden vermiyorsunuz diye geliyorlardı. Ben haber değeri yok diye geri gönderiyordum. Anlatabilirdim o dönem onları. Ama anlatmadım. O yüzden gazeteci değil Babahan.
"HAYATIMIN SABAH-ATV BÖLÜMÜYLE İLGİLİ SİFONU ÇEKTİM!"
TURKTİME: Neydi o talimatlar?
SEDAT BOZKURT: Tahmin edilebilecek şeyler. O talimatlardan sonra gelip şimdi Ak Particilik, demokratlık gazetecilik yapmak olacak iş değil. Bir zamanlar solculuk falan yapıyordu, iyice kanıma dokunuyordu. Ama şunu söyleyeyim. Hayatımın o bölümüyle ilgili sifonu çektim.
TURKTİME: Siz sifonu çekseniz bile o dönem yakın dönem basın tarihi açısından yok sayılamayacak bir dönem ve hala perde arkasındakiler merak ediliyor. Tam olarak ne oldu?
SEDAT BOZKURT: O dönemi mutlaka yazmamız lazım diye iletişim fakültesinden öğretim üyesi arkadaşlarımız geliyor. Bizim de o dönemi unutturmak gibi bir niyetimiz yok. Haklarını talep ettiği için, meslek ilkelerine sahip çıktığı için gazeteciyi sürgün ediyorsun. Geçmiş dönemde kullanmadığımız izinleri kullanılmış gibi göstererek kağıtlar imzalatmaya çalıştılar. Biz oradan işkillendik. Patron seni otomatikman karşı taraf ilan ediyor. 212'ye aykırı bir sözleşme getirdiler ve imzalanacağını söylediler. Onunla birlikte bir ibraname getirdiler. Geçmişe dönük bütün halklarınızı aldınız diye. Durduk yerde bunlar ortaya çıkınca biz niye imzalamadık. Dinç Bilgin'in çok zor zamanında orada çalıştık, maaşımızı alamadığımız zamanlar oldu, telefonlarımız kesildi ama gıkımız çıkmadı çalıştık. Kurumla bizim aramızda sadakat aranacaksa o günde aranmalıydı ve biz gösterdik onu. Bunlara ihtiyaç yok. Eğer böyle bir şeye ihtiyaç duyuluyorsa ister istemez arkasında kötü niyet arıyorsunuz. Ve imzalamayınca da baskılar gelmeye başladı. Sarıkaya o zaman coştu zaten. ATV'de Mehmet Tezkan vardı, onun tarzı daha naifti. Ergun Babahan yada Muharrem Sarıkaya gibi rencide etmedi. Gelip ortalıkta "Yerin 300 metre altında çalışan madencinin parasını size yedirmem" diye bağırınca bir anda kendinizi Tecavüzcü Coçkun gibi hissediyorsunuz. Böyle tacizler olunca biz iyice kırıldık. Ankara dışına görevlendirmeler başladı, binaya girişimiz yasaklandı. Mahkemelere gittik, haklı olduğumuz ortaya çıktı, sözleşmeleri Basın yayın Enformasyon kabul etmedi, değiştirmek zorunda kaldılar. Biz de onlara nasıl değiştirmeleri gerektiğini anlattık. Onlar "Biz patronuz değiştirmeyeceğiz, her şeyi yaparız" falan dediler ama yapamadılar. Sonuç olarak söylediğimiz her şeye geldiler ama kurum olarak Sabah ve ATV büyük yara aldı. Basın Yayın Enformasyon'da ilk kez verdikleri beyannameler geri çevrildi.
TURKTİME: Kuruma hem maddi hem manevi bu yaraları açan olayın iki kahramanları hala aynı kurumda. Birisi Sabah'ın Genel Yayın Yönetmeni, diğeri köşe yazarı. Bu nasıl bir neden sonuç ilişkisi?
SEDAT BOZKURT: Manukyan da vergi rekortmeniydi. Sıfatlar insanlara bir şey kazandırmıyor.
TURKTİME: Kurum nasıl böyle ters bir mantık güdebilip bu yaraları açan insanları ödüllendirebiliyor?
SEDAT BOZKURT: Türkiye ölçeğinde baktığımız zaman zaten hep belli alanlarda başarılı olan insanların ekarte edildiğini, başarısız olanların bir yerlere geldiğini görüyoruz. Bundan basını soyutlamak mümkün değil. Medyanın sermaye yapısına baktığınızda ve sermaye neden medyaya sahip olmak istiyor sorusunu sorduğunuzda aldığınız yanıta baktığınız zaman bunlar daha tercih edilebilir gibi geliyor.
"ATV'NİN ANKARA TEMSİLCİLİÄİNİ KABUL ETMEDİMÃÂ "
TURKTİME: O dönem haksızlığa uğrayan 14 gazeteci var ve hepsi belli noktalarda olan gazeteciler. Neden bu 14 gazeteci örgütlenip bir şekilde Sarıkaya'yı altetemedi, yada sorunu birinci elden patrona iletmedi? Çünkü daha sonra patronun olayın bu boyuta geldiğinden haberi olmadığını söylediği ve bu kadar büyümesinin Ankara'daki yöneticilerin işgüzarlığından kaynaklandığı, kendisi bilseydi böyle olmayacağı yönünde ifadeleri olmuşÃÂ
SEDAT BOZKURT: Ben ona katılmıyorum. Bu, Muharrem Sarıkaya'nın tek başına yapacağı bir iş değildir. Nereden bakarsanız bakın, Sarıkaya Ankara'da gazetecilik yapan birisiydi ve yukarıdan talimat gelmeseydi bu derece olabileceğine ihtimal vermiyorum. Bunun patrondan bağımsız olduğunu söylemek çok abartılı bir iyimserlik olur. Şöyle yanıltıcı bilgiler vermiş olabilir; bizimle yaptığı görüşmeleri oraya aktarırken yanıltıcı bilgiler aktarmıştır. Çünkü birkaçına biz de tanıklık yaptık. O dönemde patronun devreye girip de bizimle ilişki kurması lazımdı, bizim ona ulaşma şansımız da olmazdı, şık da olmazdı.
TURKTİME: İdeolojik duruşunuz belli, örgütlenme gibi kavramlar yabancınız değil. Neden bir araya gelip birlikte mücadele etmediniz?
SEDAT BOZKURT: Biz o süreçte birbirimizi etkilememek için bir araya bile gelmedik. Çünkü insanlara inançlarınızla ekmeğiniz arasında bir tercihte bulunun demek çok zor bir şey.
TURKTİME: Yaptığınız doğru muydu?
SEDAT BOZKURT: Doğru değildi ama mecburduk. İnsanları ekmekle demokrasi arasında zorlamayın diye bir lafı vardı Demirel'in. Bu da onun gibi bir şey.
TURKTİME: O süreçte size İstanbul'dan önemli görevler teklif edilmiş. Doğru mu bu?
SEDAT BOZKURT: Evet.
TURKTİME: Ne teklif ettiler?
SEDAT BOZKURT: Ankara temsilciliği teklif ettiler. Hem de Erhan'ın yanında. Konuşalım diye çağırmışlardı, birlikte gitmiştik.
TURKTİME: Sizin cevabınız ne oldu?
SEDAT BOZKURT: Yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış insana yanlış teklif olduğunu söyledim ve önünü kestim.
TURKTİME: Şamil Tayyar "Muharrem Sarıkaya ile ilgili bir kitap yazıp 1000 adet bastıracağım, 550'sini milletvekillerine, geri kalanını da askeri ve sivil bürokratlara dağıtacağım ki gazeteci olarak muhatap aldıkları kişi nasıl biri tanısınlar" diyor. Biliyoruz ki Sarıkaya'nın gazeteci olarak itibar görmesinden siz de rahatsızsınız. Sizin de böyle bir deşifre projeniz var mı?
SEDAT BOZKURT: Şamil'in kitabından alırım. Katkı sağlarım tabii. Ama insanlarla ilgili kitap yazmak onore edici bir davranıştır. Onun için insanları aşağılamak için kitap yazmak çelişki gibi. Ama anlatmak lazım. Mesela şimdi ben Turktime'a anlatıyorum, Şamil Turktime'a anlattı. Sağda solda sordukları, parlamentoda milletvekilleri ile konuşurken Sarıkaya giriyor içeri. Onlara anlatıyorum. Aslında bizim anlatmamıza gerek yok. O kendi durumunu anlatıyor zaten. Oraya gittiği zaman yalnız bir adamı oynuyor. Sarıkaya'nın mutlu olduğuna kimse ikna edemez beni. Parlamentoya gidince görüyorum gözümle, gördüğü muameleyi de biliyorum.
TURKTİME: Karşılaştığınız zaman selamlaşıyor musunuz?
SEDAT BOZKURT: Bu olaylardan sonra ben Birgün'deyken bana geldi merhaba dedi, ben "Sen merhabası alınacak adam mısın?" dedim. O zaman temsilcilikten yeni alınmıştı. "Bakın" dedim, "makamın, mevkin, paran, her şeyin olur ama bir gün merhabanı alacak adam bulamazsın." Bozuldu ve çekti gitti. O gün bu gündür merhabasını da almam merhaba da vermem. Küfür de etmem. Benim küfrüm de kıymetlidir sonuç itibariyle. Kendi çapında geziyor, böyle bir yafta ile dolaşıyor. Allah kimseyi düşürmesin.
ERSİN TOKGÖZ-TURKTİME
Röportajın tamamı için tıklayın...