Star yazarı Ahmet Taşgetiren, kendisine yönelik olarak "17/25 Aralık hadisesinin, 'yolsuzluk' susturuculu bir darbe girişimi olduğu biliniyor. Asıl hedefin yolsuzluk iddiaları üzerinden Erdoğan’a ulaşmak (Erdoğan’ı indirmek) olduğu da biliniyor. Bunları bile bile, 'kol saati' diye yazılar yazıp, o günkü iddiaların bir başka veçhesiyle 'haklılığına' işaret etmek, en hafif ifadesiyle, ayıptır" diyen köşe komşusu Ahmet Kekeç'e, adını anmadan tepki gösterdi. Taşgetiren, "İçine sindirebilene diyecek bir şeyim yok. Hazım için soda bile içebilirler. Benim dediğim sadece 'milli mesele' ile 'kol saati' birbirinden ayrılsın, yüreklere yük olmasın meselesidir" ifadesini kullandı.
Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, ABD'de yürütülen "Reza Zarrab" davasına dahil edilmiş; karar sonrası Türkiye'de 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları yeniden gündeme gelmişti. Star yazarı Ahmet Taşgetiren, "Kol saati' ile sembolize olan yolsuzluk dosyalarını, bu 'milli mesele' ile içimize sindirmemizin istenmesi içimize sinmiyor. 'Çağlayan'ın yükü”nü taşımanın ve tüm siyasi harekete taşıtmanın nasıl bir gerekçesi olabilir ki?" diye yazmıştı.
Ahmet Taşgetiren'in "Lale soğanı - Beyin göçü" başlığıyla yayımlanan (15 Eylül 2017) yazısı şöyle:
“Hep Eğitim Utancını Konuşmak” başlıklı yazım üzerine değerli eğitimci, düşünce koçu, dostum Münir Arıkan'dan bir mektup aldım. Münir Bey, her sene binlerce okulda, yüzbinlerce öğrenci ile, veli ile buluşuyor ve eğitim alanında ülke olarak bir hamle yapabilmemiz için gayret sarf ediyor. Bu arada “Eğitimde başarısız olduk” ile başlayan “Kısır döngü nasıl aşılır”ın arayışı içinde araştırmalar yapıyor. Sayın Cumhurbaşkanı'nın “Beyin göçü” alarmından sonra, Münir Bey de “Nesli Tükenmekte Olan Beyinlerimiz” diye bir çağlık atıyor. İşte mektubu:
“Okullar minikler için açıldı. Kalan 16 milyon öğrencimiz de gelecek Pazartesi ders başı yapacak!
Eğitimde çok iç açıcı şeyler yazamayacağım.
Öğrenciler, öğretmenler, okullar, idareciler, veliler, Milli Eğitim ve dahi Cumhurbaşkanımız bile eğitimden yakınmalarıyla bu durumu itiraf ederken, ben ne yazabilirim ki!? Zaten belli sorunlar. Tekrara lüzum yok.
Ama gönlümü yaralayan bir başka soruna bu vesile ile parmak basayım dedim.
Eğitim ne için?
Bunca yıl emek? Bunca yıl çaba? Bunca yıl kaynak?
Sahi ne için tüm bunlar?
Aileler büyütüp yolluyor okula. Okullar da yetiştirip (!) salıyor çayıra. Sanarsın ki Mevlam kayıra. O kurban olduğum da sebepsiz kayırmıyor! İlahi Adalet var sonuçta.
Eee? Bunca yetiştirilen öğrencimiz ne oluyor sonuçta?
Ben söyleyeyim; En başarılı beyinlerin neredeyse tamamına yakını yurt dışında.
Yani ortalama beyinlerle döndürmeye çalıştırıyoruz çarkı. Devlette böyle. Özel sektörde böyle. Üniversitelerde böyle.
Yazık!
Ondan sonra Amerika niye ilerde? Batı niye ilerde?
Ülkeler en gelişmiş, en yetişmiş, en zeki beyinlerini ihraç ederlerse, bundaki kar ve kazanç nedir Allahaşkına?
Basit bir ot bile koruma altında! Yurt dışına çıkışı yasak! Sınırda yakalanırsan ağır cezası var. Hakkari'nin Ters Lalesini yurt dışına götüremiyorsun.
Ama Hakkari'nin civanmert delikanlı ve deli kızlarından istediğini yurt dışına yolla!
Sadece Hakkari'nin değil.
Ankara'nın Sevgi Çiçeği'nin nesli tükeniyor. Yurt dışına çıkışı yasak! Ya Ankara'nın sevgili gençleri? Hem de en zekileri? Sanırsın milyonlarca ihtiyaç fazlası var.
İstanbul Nazendesi.. Antalya Çiğdemi.. Kapadokya Soğanı...
Elbette hepsi birbirinden değerli. Elbette hepsi birbirinden gerekli. Ama sonuçta ot bunlar. Yani otun yurt dışına çıkışı yasak!
Ama insanın yurt dışına kaçırılışına bir önlem, bir çare yok!
Aklım almıyor bir türlü.
Yurt dışına çıkış yasağı koyulsun demiyorum elbette.
Ama bir ot envanteri yapan yetkililerimiz gibi, bir de insan envanteri çıkartılsa.
Ne dahilerimiz belli, ne dehalarımız. Ne gelişmiş beyinlerimiz. Ne yetişmiş yüksek kalifiye elemanlarımız. Öyle kör topal gidiyoruz işte.
İnsan üzülüyor.
En değerli bilim insanlarımız Amerikalılara hizmet ederken, kurumlarımız nasıl en değerli hale gelebilir?
Gitsinler, dünyayı görsünler, kendilerini yetiştirsinler.
Ama sonuçta ana vatan burası. Vatan borcu diye bir şey var. Bu bedelli beklemeye benzemez. 3-5 bin dolar ödemekle ödeşilemez bir kutsal borç bu çünkü.
Gelip, bu ülkeyi Dünya'nın en iyi ülkelerinden birisi yapmaya gayret etmeden... Bu ülkenin imajını ve itibarını yükseltmeden asla ödeşilemez bir borç!
Belli ki giden gelmiyor. Ama elimizdekilerin kıymetini bilip, bir envanter çıkartmak da bir çözüm. En azından bundan sonrakiler için bir eylem planı.
Sonuçta Milli Değerlerimiz!
Bitki gibi, nesli gerçekten tükenmekte olan İnsan Kıymetlerimiz.
Hadi bitkiyi çoğaltırsın.
Ama bunlar insan!
Ölünce gerçekten nesli tükenmiş oluyor!”
***
- Kol saati:
İçine sindirebilene diyecek bir şeyim yok. Hazım için soda bile içebilirler. Benim dediğim sadece “milli mesele” ile “kol saati” birbirinden ayrılsın, yüreklere yük olmasın meselesidir.
- Cenazeyi gömdürmemek:
Aysel Tuğluk'un annesinin cenazesini “Buraya teröristler, Ermeniler gömülemez, gömülürse cesedi çıkarır parçalarız” diyerek Ankara'da bir mezarlığa gömdürmemek. İnsanlığın sıfırlandığı nokta. Utanç verici. Utanç.